Yine benzer şekilde, şimdilerde de kendilerine ulaşılamayacağını zannedenler, sözüm ona kahramanlıklarını göstermek için kimisi meclis kürsüsünde, kimisi kongrelerinde, kimisi de Roj TV ve Mezopotamya Radyosunda (Nusaybin’deki Zeynelabidin Cami Eski imamı Molla Abdulvahap gibi) konuşup Müslümanlara hakaret ederek PKK’li gençleri tahrik etmeye devam etmektedirler. Tahrike gelecek gençler geçmişte olanları yaşamadıkları için, yapacakları yanlışlıkların karşılığının ne olacağını bilmiyor olabilirler. Ancak tahrikçiler, tahriklerinin sonucunda oluşacak durumu çok iyi bilmekte veya en azından tahmin edebilmektedirler. Herkes şunu iyice bilmelidir ki, hiç kimse ulaşılamaz değildir ve ne çeşit koruma altına girerlerse girsinler, hesap sorulmak istenilirse, muhakkak sorulur.
Daha pek çok örneğini verebileceğimiz ve İslam düşmanlığını alenileştiren bu tip açıklamalar, DTP’nin de PKK gibi Kürt Halkını dinsizleştirmek için olanca gayretiyle çabaladığını göstermektedir. Özellikle DTP’nin kadınlar üzerinden yaptığı tahribat, PKK’nin tahribatından hiç de geride değildir. Tek sermayesi ilkel bir milliyetçilik olan, bunu da PKK’nin paralelinde ve güdümünde sadece anayasal vatandaşlığa kadar indiren DTP’nin Kürt Halkına verecek başka bir şeyi olmadığı için, sırtını Kürt Halkının değerlerine dönerek başka güçlerle İslam düşmanlığı ortak paydasında buluşma ilkesizliğine düşmektedir.
Böylesi ilkesizlikleri sergileyenler, halkın dini, ahlaki, örfi değerlerine sırt dönenler, İslam’a hizmet etmekten başka amaçları olmayan Müslümanları gammazlayanlar şunu çok iyi bilsinler ki; İslam’a ve Müslümanlara düşmanlık edenler, bu düşmanlıklarından hiçbir zaman fayda görmedikleri gibi, kendileri de fayda görmeyeceklerdir.
PKK ile çatışmalarımız ya da savaşımız, bir üstünlük mücadelesi ve alan hâkimiyeti mücadelesi değildi. PKK açısından kendisi gibi düşünmeyen üç–beş dinciyi ya saflarına katmak, ya yerini yurdunu terk etmeye zorlamak ya da imha etmek üzere kurgulanan bu çatışmalar; Hizbullah Cemaati açısından ise ölüm–kalım arasındaki tercihte savunma mücadelesiydi.
Bizim temel gayemizin, İslamî uyanışı sağlamak ve Müslüman halkımıza İslamî bir şuur vermek olduğunu, dolayısıyla kalkış noktamızın Kur’an ve Peygamber Efendimiz Aleyhisselatu Vesselam’ın Sünnet–i Seniyesi olduğunu, savunmanın önceki bölümlerinde net bir şekilde ortaya koymuştum.
PKK ise bilindiği üzere, Marksist–Leninist bir ideoloji temelinde örgütlenen, dine ve mukaddesata kökten düşman olan dinsiz bir örgüttür. Çatışmaların temelinde her ne kadar PKK’nin kendisi dışındaki sesleri kısmaya yönelik çabaları olduğu söylense de, asıl etken bizim İslamî bir cemaat oluşumuzun hazımsızlığıydı. Din, dindar, İslam, mukaddesat, Allah, Peygamber, namaz, ezan gibi her türlü kudsi ve dini kavrama alerjisi olduğu bilinen PKK’nin, Hizbullah Cemaatine düşman olmasını ve yok etmeye çalışmasını anlamak güç değildir.
Mürted Örgüt PKK; bizi ya davamızdan döndürüp kendisine tabi kılmak, ya mücadelemizi bırakıp bölgeyi terk etmek veya toptan yok olmayı kabullenmek gibi İslamî bir cemaatin asla yanaşmayacağı üç yol arasında tercih yapmaya zorladı. Biz ise hiçbir şekilde çatışmadan yana değildik. Çünkü böyle bir çatışmanın ne bize, ne PKK’ye, ne de bölge halkına fayda getirmeyeceğini, bütün kesimlerin bundan zarar göreceğini biliyorduk. Esasında mürted örgütün basiretten yoksun yöneticileri dışında herkes bu zararı görüyor ve bunun endişesini taşıyordu. Bu nedenle Müslüman oluşumuzun gereği üzere hareket ettik ve çatışmaların yaşanmaması için PKK’nin etkili kanallarını kullanarak Cemaat’in net mesajlarını gönderdik. Başta Nusaybin, İdil ve Silvan olmak üzere daha birçok yerde, defalarca PKK’ye mesaj gönderip çatışma istemediğimizi bildirdik....
52/99
|