Bu örnekleri daha da çoğaltmak mümkündür. Şehid olan 500’e yakın Hizbullah mensubunun en yakın akrabaları polis tarafından yakalanmış, işkence görmüş ve cezaevi yatmıştır. Yukarıya sadece müebbet hapis cezası verilenlerin bir kısmını aldık. Üyelik alanların zaten haddi hesabı yoktur. Görüldüğü gibi bir taraftan PKK’nin, diğer taraftan devletin zulmüne maruz kalmışız. Kendi aralarında bir araya gelip “Hizbullah’ı el ele vererek yok edelim” türünden bir anlaşmaya mı imza attılar demekten kendini alamıyor insan… Ancak biz böylesi komplo teorileri ile PKK’nin düştüğü seviyesizliğe inmeyeceğiz. Aksi halde; “Devlet Hizbullah’a yardım etti” şeklindeki saçma sapan bahanelerin arkasına sığınan PKK’den bir farkımız kalmaz.
Ancak şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki; Devlet ve PKK, Hizbullah’a hayat hakkı tanımama konusunda hemfikirdirler. Her iki taraf için de birinci sıradaki düşman kabul ediliyoruz. Yukarıdaki örneklerden de anlaşılacağı gibi bize karşı müthiş bir nefret ve hazımsızlık söz konusudur. Dolayısıyla bize karşı duyulan nefret, bizi yok etme noktasında iki gücün aynı masa etrafında toplanıp anlaşmaya varmalarına ihtiyaç bırakmıyor. Bu bağlamda her iki güç de doğal müttefiktirler.
Yukarıdaki örnekler hakkında belirtilmesi gereken bir gerçek de şudur: PKK’nin bu eylemlerini yapan katillerin hiç biri devlet tarafından yakalanıp cezalandırılmamıştır. Bize yönelik eylemlerde bulunan kişilerin kimlikleri çoğu zaman bilinmesine rağmen, devlet birimleri tarafından herhangi bir cezalandırmaya gidilmemiş, gözaltına almalar olmuşsa da, tutuklanmadan bırakılmıştır. Tıpkı Başbağlar katliamını yapan katiller sürüsünün kimlikleri, bizzat katliam kurbanları tarafından karakola bildirilmesine rağmen hiçbir işlem yapılmaması gibi… Devlet, bize yapılan saldırılara karşı göz yumup faillere yönelik cezalandırmaya gitmeyince, kendi kardeşlerimizin kanını yerde bırakmamak için katillere anlayacakları karşılığı verdik. Bu doğrultuda, mensuplarımıza karşı yapılan eylemlerde görev alanların bir kısmını kendi araştırma ve tespitlerimiz neticesinde bizzat cezalandırdık. Bunu, mensuplarımıza karşı bir görev bildik ve Cemaat olarak bu görevi layıkıyla yerine getirdik İnşaallah.
PKK’ye karşı kendimizi koruyup saldırılarına karşı misilleme eylemleri yaptığımızda, o zamana kadar hiçbir direnişle karşılaşmamış olan mürted örgüt PKK şaşkına dönmüştü. Yapılan eylemlerin heybeti, hedeflerin isabetliliği, eylemlerin örgüte verdiği zararı gören örgüt yöneticileri, başta bizim için istihzai bir şekilde üç–beş günlük bir ömür biçerken, bunun hiç de öyle kolay olmadığını anladılar. Çatışmalarda güç kaybeden PKK, kaybettiği güçle birlikte halkın üzerine sinmiş olan ‘PKK’ye karşı konulamaz’ imajının da kaybolmaması için, en kolay yol olan karalama, iftira ve dezenformasyon yöntemlerine baş vurdular. Bu doğrultuda bizim için; “Ulusal mücadelemize karşı devlet tarafından kurulan kontr–gerilla” iftirasını uydurup bunu her tarafta yaydılar. Bunun iftira olduğunu maddeler halinde şöyle sıralayabiliriz:
1–Savunmanın önceki bölümlerinde, PKK ile yapılan görüşmeleri ve çatışmayı istemediğimizi defalarca PKK’ye ilettiğimizi anlatmıştım. Bu görüşmelerin hiçbirisinde PKK bizim için böyle bir tanım kullanmamış, bizi hep küçümseyip alay ederek “Üç–beş sofikden ibaret dinci grup” olarak adlandırmışlardır. Eğer gerçekten bizim kontrgerilla olduğumuza inanıyorduysalar, bunu niçin ta o zamanlardan söylemediler de kendilerine karşı koyup kendimizi savunmaya geçtiğimizde söyleme gereği duydular?
78/99 |