Abdulaziz Tunç başta olmak üzere ondan fazla kişi itirafçı oldu. Bu itirafçılar, eylemlerini itiraf ettiler. Arkadaşlarını yakalatmak için operasyonlara katıldılar. Sırf yasadan istifade edebilmek için, bilgi vermek adına, kendi aleyhlerinde bile iftira atacak derecede ileri gidip dünya kadar yalan uydurdular. Abdulaziz Tunç adlı itirafçı şahıs, sadece bildiklerini değil, sırf ceza almamak adına ve devlet tarafından kendisine bir iş verilsin diye tahminlerini bile söylediği halde, cemaat mensuplarının askeriyede, JİTEM’de veya Çevik Kuvvet’te eğitildiklerine dair hiçbir şey söylememiştir. Böyle bir şey olsa, bunu ilk bilecek olan A.Aziz Tunç’tur ve o da bunu saklamayacak kadar saf değiştirmiş birisidir.
Yine bu itirafçı olanların bir kısmı emniyette, bir kısmı jandarmada kalıyordu. Ne emniyettekiler askeriyede eğitildiklerini söylemişler, ne de askeriyedekiler emniyette eğitildiklerini söylemişlerdir. Jandarma ile Emniyet arasındaki çekişme herkes tarafından bilinen bir gerçektir. Bu çekişmeyi daha geçen günlerde İçişleri Bakanı da, aralarında bir kıskançlık olduğunu söyleyerek itiraf etmek zorunda kalmıştır. Böyle bir çekişme ve kıskançlık ortada iken, hiç mümkün müdür ki, herhangi birinde Cemaat mensuplarına yönelik eğitim yaptırılsın da, diğeri bunu görmezden gelsin? Eğer Emniyet, Jandarma içinde veya Jandarma, Emniyet içinde böyle bir eğitimin olduğuna dair en küçük bir istihbarat almış olsaydı, bunu muhakkak bir şekilde gün yüzüne vuracaktı.
İtirafçıların çoğunun askeri işlerimizde faaliyet gösterdikleri, dikkate değer bir konudur. Çünkü söz konusu yalan ve iftiralar doğru olsaydı, bunu ilk bilecek kişilerin askeri işlerde görev yapan arkadaşlarımız olmaları gerekirdi. Eğer böyle bir eğitim varsa, eğitimi alacak kişiler, askeri işlerde görev yapacak elemanlar olmalıydılar. Durum bu kadar açıkken, askeri işlerimizde görev almış ve sonradan itirafçı olmuş bunca kişiye rağmen, bu konuda tek bir kelimenin söylenmemiş olması, doğru ile yanlışı birbirinden ayırt etme yetisine sahip aklı başında olan herkes için ikna edici bir delil olarak kabul görecektir.
17 Ocak’ta bize yönelik yapılan en büyük operasyonda Cemaatin kurucusu ve Rehberi olan Hüseyin Velioğlu şehid edildi. Onun şehadetini kendisi için bir kayıp olarak görmüyoruz. Zira her Müslüman gibi o da davası için şehid olmak istiyordu ve bu arzusuna da nail oldu. Bizim için en büyük kayıp, bu operasyon esnasında arşivimizin de ele geçmesiydi. Yine arşivimizin ele geçmesinin dışında, gerek Beykoz operasyonundan önce olsun, gerekse de sonrasında olsun yakalanan onca doküman arasında birçok mahrem bilgi ve belge çıkmıştır. Buna rağmen, ne Çevik Kuvvet’te ne de askeriyede askerler tarafından eğitildiğimize dair ya da devletle bağımızın olduğu yönünde tek bir bilginin bulunmaması, bunun bize atılmış en büyük iftiralardan biri olduğu konusunda yeterince delil teşkil etmiyor mu acaba? Bırakınız bir Müslüman’ı zerre miktar insafı olan bir insan bile “Evet, irtibat olsaydı en azından küçük de olsa bir şeyler çıkardı” diyecektir.
87/99
|