MİT müsteşarı olduğu dönemde Teoman Koman’a Hizbullah hakkında soru sorulmuş, o da; “Ne Hizbullah’ı, İran’ın kontrolünde olan Hizbullah var; bir de Güneydoğu’da PKK’ye karşı kendilerini koruyan dini duyguları güçlü olan insanlar var…” diye söylemiş.
Teoman Koman’ın bu sözleri, hem PKK ve siyasal uzantıları tarafından, hem de malum bazı çevreler tarafından sürekli ısıtılıp kullanılan bir materyal haline getirildi. Bu sözleri hem Teoman Koman cephesinden, hem de bunu kendilerine malzeme yapanlar cephesinden irdeleyecek olursak, ortaya şöyle bir manzara çıkacaktır:
1–Teoman Koman’ın MİT Müsteşarlığı yaptığı dönem, 1988–1992 yılları arasıdır. Bu yıllarda halen PKK ile şiddetli çatışma dönemine girilmemiş, sadece lokal düzeyde çatışmalar yaşanmaktaydı. Zaten PKK’ye karşı ilk eylemimiz 3 Aralık 1991 tarihinde, Mihail Bayru adlı bir Süryani’ye karşı yapılmıştır.
Teoman Koman’ın bu sözleri sarf ettiği yıllarda, halen Hizbullah adıyla müsemma olmamış, tarih sahnesine bu isimle çıkmamıştık. O dönemin gazetelerini açıp okuma zahmetinde bulunanlar, bizi tanımlamak için Hizbullah adının geçmediğini göreceklerdir. PKK dahi bizi Humeynici, İrancı, Dinci veya Sofik gibi istihzai bir takım isim ve lakaplarla tanımlıyordu. Dolayısıyla o dönemde kullanılmayan bir ismin Teoman Koman tarafından söylenmemiş olmasında bir gariplik olmadığı gibi, bundan birtakım anlamlar çıkarıp nemalanmanın da tutarlı bir tarafı yoktur.
2–Teoman Koman açısından söylenecek bir diğer tespit de şudur:
Bilindiği gibi 80’li yılların sonu ile 90’lı yılların ilk seneleri PKK’nin güç ve kazanım açısından zirvede olduğu yıllardır. Halkı zulüm ve katliamlarla korkunun bağlıları durumuna getirmiş, devletle çatışmalarında ise büyük kazanımlar elde etmişti. Öyle ki, toplum mühendisleri planlamalarında; köşe yazarları köşelerinde; aydınlar açık oturumlarda; yönetici ve siyasetçiler ise gizli toplantılarda; “Verelim de kurtulalım” demeye ve bunu yüksek sesle dillendirmeye başlamışlardı. Böylesi bir ortamda devletin istihbarat kurumunun başında bulunan ve Korgeneral rütbesinde bulunan bir adamın, cılız da olsa PKK’ye karşılık veren birilerinin olduğunu gördüğünde sevinmesinden daha doğal bir şey olamaz.
Teoman Koman ve benzerleri sevinmesin diye Cemaat olarak boynumuzu PKK’nin kılıçları altına uzatıp da bizi öldürmelerini mi beklemeliydik? Ya da Allah’ın bize bahşettiği İslam ve iman nimetini terk edip “Aman birileri sevinmesin!” deyip PKK’nin Marksist–Leninist–Ateist ideolojisini kabul edip bayrağı altına mı girmeliydik? Yoksa üçüncü şık olarak bize dayatılan bölgeyi terk emrini baş–göz üzere kabul edip malımızı–mülkümüzü, yerimizi–yurdumuzu, aile, dost ve akrabalarımızı bırakarak çekip gitmemiz mi gerekiyordu? Hiç kimse kusura bakmasın, birileri sevinmesin diye biz böylesine bir zilleti kabul edemezdik, etmedik, etmiyoruz ve Allah’ın izniyle hiçbir zaman da etmeyeceğiz.
84/99 |