Merhum Rehberimizin İslam’a hizmet gayesiyle Batman’da yapılan sendika seçimlerine İslami cephenin mümessili olarak katıldığı, ancak seçimi kaybettiği doğrudur. Buradaki adaylığı da kendisinin isteğiyle değil, çevresindeki Müslümanların ısrarlarıyla gerçekleşmiştir. Bunu başka şeylere bağlamaya çalışmak insafa sığmaz. Şayet birilerinin dediği gibi bir askeri yetkilinin “Bizim iznimiz olmadan kimse seçimi kazanamaz” mealindeki cümleleri doğru ise bu, Merhum Rehber’in onlarla beraber olduğuna değil, bilakis kaybetmekle onlardan beri olduğuna apaçık bir delildir.
Bir başka iddiası da şudur, A.Aziz Tunç’un: “1994 yıllarında Hizbullah İlim–Menzil çatışmalarının olduğu bir dönemde bölgede MOLLA MANSUR GÜZELSOY olarak bilinen kişi, sohbet ettiği 10–15 kişilik gruba hitaben; kendisinin öğrenci olduğu dönemde Ankara’ da HÜSEYİN VELİOĞLU ile birlikte aynı evde kaldıklarını, HÜSEYİN VELİOĞLU’nun sürekli olarak MİT’den diye bahsettiği 2 istihbaratçının ziyarete geldiklerini, HÜSEYİN VELİOĞLU’nun bu şahıslarla sürekli ilişki içerisinde olduğunu anlattığını, MOLLA MANSUR GÜZELSOY’un bu anlatımlarından yaklaşık 15 gün sonra Diyarbakır’da bir sabah namazı çıkışı HÜSEYİN VELİOĞLU’na bağlı İlim grubu mensuplarınca sopalarla dövülerek öldürüldüğünü…”
Dikişleri sökülmüş yamalı bohçaya benzeyen bir iftira daha… Molla Mansur Güzelsoy’un 10–15 kişilik bir gruba bazı şeyler söylemesi üzerine; söz konusu şahsın on beş gün içinde, sabah namazı çıkışında sopalarla dövülerek öldürüldüğünü iddia etmiş. Savcılar da saf saf inanıp hemen iddianameye aktarmışlar bu saçmalıkları. Molla Mansur Güzelsoy’un tedavi amacıyla gittiği bir ülkede vefat ettiğini bilselerdi, bu kadar gözü kapalı atlayacaklar mıydı bu iddianın üzerine? Ya da biliyorlardı da sırf çamur atmak için mi böyle yaptılar acaba? Rehberimiz Hüseyin Velioğlu ve Molla Mansur Güzelsoy aramızda değiller. Bir cemaati karalamak adına vefat eden iki kişi hakkında bu iddiaları ortaya atmak ancak rezillere yakışacak bir davranıştır.
Ve iddianame kaynaklı bir başka iftira ve tabii ki yine A.Aziz Tunç’tan: “Örgütte kaldığı uzun yıllar içerisinde şunu gözlemlediğini, örgüt kurmak, yönetmek, örgüt mensuplarının sorunlarına çözüm bulmak, yeni stratejiler üretmek, örgütü sevk ve idare etmek öyle bir kişinin tek başına yapabileceği, altından kalkabileceği iş olmadığını, liderin ne kadar eğitim alırsa alsın bütün bunları yapmasının çok zor olduğunu, mutlaka kendisini yönlendiren, yöneten birilerinin olması gerektiğini, Hizbullah örgütünde de aynı durumun söz konusu olduğunu, Hatta HÜSEYİN VELİOĞLU’nun bazen “ben bu işin içerisine nereden girdim, bıktım usandım, bu işi bıraksak mı acaba?” şeklinde beyanlarına şahit olduğunu, kaldı ki HÜSEYİN VELİOĞLU’nun yapısı, karakteri, eğitimi göz önüne alındığında Hizbullah gibi büyük bir örgütü kurması ve idare edebileceğini tahmin etmediğini…”
Hakikaten örgüt kurup yönetmek, insanların sorunlarıyla ilgilenip yeni stratejiler geliştirmek zordur. Hele hele çalışmaları yarıda bırakarak kaçıp düşmanın kucağına oturmaktan çok daha zordur. A.Aziz Tunç, bu zorluğu gayet iyi bilmektedir. Tıpkı zorluktan kaçıp itirafçılığın kolaycılığına katılmasını bildiği gibi... Hatta gizli tanıklığa sığınarak itirafçılıktan iftiracılığa yönelmenin kolaylığını bildiği gibi bilmektedir.
94/99 |