Bülent’ten sonra iddianamenin diğer bir yalancı çobanı da Abdulaziz Tunç’tur. “Gizli tanık Ahmet” olarak geçen Tunç’un iddialarına geçmeden önce kendisinin bir itirafçı olduğunu önemle vurgularız. Kişisel zaaflarına yenilerek Cemaat saflarından çıkıp kirli oluşumların ağına düşen bir itirafçıdan, Hizbullah Cemaatine yönelik uygun tavırlar sergilemesi elbette beklenemez. Kaldı ki Tunç, itirafçılık süreciyle beraber kirli oluşumların aktif elemanı olmuş, yıllarca beraber yaşadığı en yakın arkadaşlarını dahi ihbar edip kirli güçlerin karanlık operasyonlarına önemli katkılar sağlamıştır. Devlet tarafından gösterdiği üstün hizmetler sebebiyle korunup izini kaybettirdiğini zanneden A.Aziz Tunç, Ergenekon’la başlayan özel süreçle beraber tanık koruma programına alınıp tekrar sahneye çıkarıldı.
Ancak itirafçı Tunç’un iddianameye yansıyan asılsız iddialarına bakıldığında, yalanlarının bir kısmı Bülent’in asılsız iddialarına destek mahiyeti taşımakta, bir kısmı ise itirafçı olduğu ilk zamanlarda kimi yerlere verdiği röportajlarla çelişmektedir. Geriye kalan diğer kısmı da tamamen yalan mahsulü iddialardır. Kaldı ki yalan mahsulü olan iddialarının asılsızlığı, bölgede yaşayan ve bu tür konulara duyarlı olan bütün kesimlerce de çok iyi bilinmektedir.
A.Aziz Tunç’un iddianameye yansıyan ve Fesad Medyası tarafından kudsiyet atfedilen yalan beyanlarından bir bölüm şöyledir:
“30.05.2008 günü 2007/1536 soruşturma kapsamında gizli tanık Ahmet isimli şahsın vermiş olduğu ifadesinde; Kendisinin uzun yıllar Hizbullah Terör örgütü içerisinde yer aldığını, Daha sonra örgüt içerisinde görmüş olduğu yanlışlıklar ve yaşadığı bir takım olayların etkisi ile örgütten ayrıldığını, HÜSEYİN VELİOĞLU’nun 1979 tarihinde Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığının sendika seçimlerine Petrol–İş sendikasının başkanı olmak amacı ile seçimlere katıldığını, bu seçimler döneminde o dönemde Batman’ da yüzbaşı olarak görev yapan TEMEL CİNGÖZ ile görüşmüşlüğü, konuşmuşluğu olduğunu, bu görüşmenin olduğunu HÜSEYİN VELİOĞLU ve İSA ALTSOY’un (örgütün üst düzey sorumlularından) söylediklerini, TEMEL CİNGÖZ’ÜN, HÜSEYİN VELİOĞLU’na ‘bizim onayımız olmadan hiç kimse sendika başkanlığını kazanamaz’ dediğini, neticede seçimleri PKK temsilcisi olarak gördükleri bir kişinin kazandığını, TEMEL CİNGÖZ’ün o dönemde bildiği kadarı ile Batman komando taburunda görev yapmakta olduğunu, HÜSEYİN VELİOĞLU ile tanışıklığını hatta görüşmüş olduğunu bildiğini, sonraki süreçte TEMEL CİNGÖZ ile HÜSEYİN VELİOĞLU’nun ilişkisinin nasıl geliştiği hakkında bilgisinin olmadığını…”
İtirafçıların; “gördüğüm yanlışlıklar ve yaşadığım bir takım olaylar” şeklinde konuşmalarına başlamaları onların en çok bilinen özelliği arasına girmiştir. Türk filmlerinde kör olan birinin araba çarpması sonucu gözlerinin açılması gibi, bunlar da polisin eline geçtikleri anda yanlışlıklara karşı kör olan gözleri görmeye başlıyor!
İftiralara dönecek olursak; 1979 yılındaki sendika seçimleri etrafında şekillenen yalanların, sadece Bülent’in yalanlarına destek amacı taşımaktan ibaret olduğunu yukarda da tekrarlamıştık. Cingöz faktörünün ikisinin de iddialarında geçmesi, iftirada gerçeklik payı olduğunu sağlama amacına yöneliktir. Hatta oluşturulan bir istihbaratçı–itirafçı koalisyonunun müzakereli kararlarının bir sonucu olduğunu söylemek mümkündür. Kaldı ki A.Aziz Tunç’un iftiraları da tıpkı Bülent’in yalanları gibi havada kalmaktadır. Şayet sendika seçimlerinde söylendiği gibi Cingözlük etkisi en belirleyici etken ise, Şehid Rehber’in sendika başkanlığını kazanması gerekmez miydi? Oysa seçimleri PKK temsilcisi kazanmıştır.
93/99 |