İnsana yapılabilecek en büyük zulümlerden birisi, onu yaşadığı topraklardan söküp koparmak ve başka yerlere göçmeye zorlamaktır. Maalesef bölgemizde yaşanan bu durum, baskıcı devlet anlayışının jandarma ve korucular eliyle uygulandığı sistematik bir zulme dönüşmüştü. Köy boşaltmaların bir devlet politikasına dönmüş olması, ayrı bir tartışma konusudur, ancak bunu yaparken direnmek isteyen ve köylerini boşaltmamak için çaba sarf eden köylülere yapılan dayatma, baskı, zulüm, işkence insanı insanlığından utandıracak boyutlardadır. Jandarma, bunu gerçekleştirmek adına tehditler yapıyor, başka köylerle ilişkilerini kesip tecrit ediyor, yollarını kesip şehirle irtibatını kopararak ambargo uyguluyor, sürekli baskın yapıp yıldırma hareketlerinde bulunuyor, evleri yakıyor, ürünlerin tarlada kalıp kuruması için araçların köylere girmesini engelliyor veya toplanan ürünlerin şehre götürülüp satılmasının önüne geçiyordu. Bütün bunlara karşı direnip köylerinden çıkmamakta inat eden köylüler ise zorla çıkarılıyorlardı.
Devletin bir dönem uyguladığı bu politika, orta ve uzun vadede yine devletin başına ayrı bir dert sarmış ve negatif yönde sosyal patlamaların oluşmasına neden olmuştur. Şu anda uygulanan Köye Dönüş Projeleri maalesef oluşan sosyal yaraları sarmaktan uzak, yaşanan zulümleri bertaraf etme bir yana, başka sorunların yaşanmasına neden olmaktadır. Zorla göç ettirilen insanlar, yaşadıkları köylere döndüklerinde bir harabeyle karşılaşmakta, yoksul ve perişan insanlar evlerinin külleri ve harabeleri üzerinde derme–çatma evler yaparak yaşamak zorunda kalmaktadırlar. Ama burada en önemli sorun, boşaltılan köylere korucuların yerleşmiş olması, tarla ve arazilerin korucular arasında bölüşülmesi ve asıl sahipleri köylerine döndüklerinde bunun ayrı bir soruna neden olmasıdır.
Bu örneklerini verdiğimiz zulümler, sadece anlaşılması için ve iddialarımızın bir temele dayandığını ispatlamak için anlatılan olaylardır. Bölgenin genelinde, benzeri zulümlerden az ya da çok payını almayan köy ve köylerde yaşayan mütedeyyin insan yoktur. Belki anlattığımız olaylar abartılı gelebilir, bir başka ülkede yaşanmış gibi algılanabilir, hayaliymiş gibi görülebilir, ancak tamamı bu ülkede, bu bölgede, bu devlet birimleriyle yaşanmış gerçeklerdir. Bunun tanıkları vardır ve anlattığımız örnekler, yaşanmış olan zulümleri tasvir etmekten uzaktır. Çünkü yaşanmış olanla, yaşanmış olanı anlatmanın aynı olmadığı ve aynı etkiyi göstermeyeceği bilinen bir gerçektir. Rabbimizden duamız ve dileğimiz; mazlum, mustaz’af, mütedeyyin insanımıza bu zulmü reva görenleri dünyada rezil rüsva etmesi, ahirette de cehennem azabıyla cezalandırmasıdır.
Devletin Cemaat’e karşı ortaya koyduğu zulüm, baskı, sindirme, marjinal duruma düşürme ve yok etme planlarının uygulama alanındaki en önemli ayaklarından birisi Emniyet olmuştur. Cemaat’in çalışma ve yapılanmasının daha çok şehirlerde ve emniyetin görev alanı içine giren yerleşim yerlerinde olması, Emniyet birimlerinin bize karşı etkin güç olarak kullanılması sonucunu doğurmuştur.
Biz; cemaatsel yapımızın kapalı ve gizli olması nedeniyle, çalışmalarımızın laik düzenin ve rejimin mevcut yasa ve kanunlarına göre suç sayıldığını biliyoruz. Bu nedenle gerek emniyet birimlerinin, gerekse de jandarma kuvvetlerinin, mevcut yasalar doğrultusunda hareket ederek görevlerini yapmış olmalarını eleştirmiyor ve bunu kendimiz için bir sorun olarak görmüyoruz. Mevcut yasaların yanlışlığı, rejimin gayri İslamî oluşu, düzenin İslam düşmanlığı temelinde şekillenmiş olması gibi konular, ayrıca tartışılması gereken temel meselelerdir. Bizim burada değindiğimiz konu, görevlilerin görevlerini yapmış olmaları değil, bilakis görevlilerin hiçbir hukuki kural ve kaide gözetmeden, hiçbir ahlaki, insani ve vicdani değere dikkat etmeden, kendilerinin koymuş oldukları kanun ve yasaların öngördüğü çerçeveye dahi uymayan zalimane bir metotla Cemaat’e ve Cemaat mensuplarına yönelik zulüm ve baskıya dayalı, ahlaktan yoksun, kirli bir savaş yürütmüş olmalarıdır. Eğer görevliler, mevcut kanun ve yasalar çerçevesinde kendilerine verilen yetkileri kullanmış olsalardı, İslamî anlayışımıza göre bu kanun ve yasaların geçerliliği olmamasına rağmen, “Görevlerini yapıyorlar” deyip saygı gösterirdik. Ancak iş böyle olmamış, göstermelik kanun ve yasaların dışında, ‘Barbarlık’ teriminin tanımlamada hafif kaldığı ve ‘Her ne pahasına olursa olsun yok etme’ üzerine kurulu bir konsept geliştirilmiştir. Sınırları çizilmemiş, kuralları konulmamış, çerçevesi belirtilmemiş bu konsept, ‘Amaca ulaşmak için her yol ve yöntem mubahtır’ şeklinde özetlenen bir düşünceyle hareket etme sonucunu doğurmuştur. Bunun sonucunda çok canlar yanmış, aileler parçalanmış, analar ağlamış, kadınlar dul, çocuklar yetim kalmış, mallar talan edilmiş, işyerleri kapanmış, insanlar yaşadıkları toprakları bırakıp çözümü gurbete gitmekte bulmuş, bölge korku ve güvensizliğin hüküm sürdüğü bir ortama dönmüş ve bu gergin ortamda psikolojisi bozulmuş insanların sayısı her geçen gün artmıştır. Bölge halkının çoğu bu durumlarla karşılaşmış ve bu olumsuz ortamdan etkilenmiştir. Ancak biz burada sadece Cemaat’e yönelik saldırıları ele aldığımızdan dolayı, genel olarak bölge halkının yaşadığı baskı ve zulümlere değinmeyeceğiz.
63/99 |