İşte böyle!... Bülent Orakoğlu adlı yalancı, Hizbullah Cemaati’ne ve onun Aziz Rehberine bu rezilce iftirayı atarken hiç utanmamış, hiç sıkılmamış, yalanlarının ortaya çıkıp rezil suratına çarpacağından hiç endişe etmemiştir. Bu iftira ve yalanları atarken ortaya küçük de olsa bir delil koyma ihtiyacı hissetmemiş, bir istihbaratçıdan çok, kahvehane köşelerinde ahkâm kesen boşboğaz biri ya da tandır başında dedikodu yapan yaşlı kadınlar gibi bol keseden atmıştır. Ne yazık ki bir istihbaratçının delilsiz konuşmaması gerektiği hiç kimse tarafından sorgulanmamış, koca bir davanın savcılığını yürüten özel yetkili savcılar dahi delil getirmesi yönünde bir talepte bulunmayarak sadece sözlü yalanlarını delil olarak kabul etme yanlışlığına düşmüşlerdir. Bülent’in, savcılar tarafından itibar görülen yalanları, özellikle fesat medyasında altın niteliğindeki haberler gibi değerli görülmüştür.
Her iki gazete haberini karşılaştırdığımızda, Bülent’in kendi kendisini tekzip ettiğini görürüz. Ancak biz yine de, başka bir zaman tekrar işkembeden atmaması, atarken daha tutarlı olması ve yalanlarının kara suratına çarpılması için sözlerini irdeleyelim:
1–Bir gazetede kirli diline doladığı aziz Rehberimizi Temel Cingöz’ün, bir gazetede ise Vicdan Başaran’ın emir eri yaparak çelişkili konuşmuştur. Çelişki; iki şey arasındaki zıtlıktır. İki şeyden birisi doğruysa, diğeri yalan demektir. Bir insanın herhangi bir konuda çelişkili konuşması, o kişinin ya yalan konuştuğunun, ya o konu hakkında bilgisi olmadığının veya o konuyu çarpıtmak istediğinin delilidir. Bülent Orakoğlu’nun durumu, her üç ihtimale de uymaktadır. Yani hem yalancıdır, hem Cemaat ve Aziz Rehberi hakkında bilgisizdir, hem de gerçekleri çarpıtarak Cemaati halkın gözünden düşürmek istemektedir.
2–Yemekte ayakta duran kişinin genç birisi olduğunu söylemiştir. Oysa söylediği tarih olan 1991’de, Rehberimizin yaşı kırk civarındadır ve o tarih itibariyle Bülent Orakoğlu’dan daha yaşlıdır.
3–Ayakta duran genç şahsın emir eri olduğunu zannettiğini söylediğine göre, bu kişinin sakalsız da olması gerekir. Öyle ya, şu ana kadar değil bir emir erinin, hiçbir subayın sakallı olduğunu gören birileri olmadığına göre, bu şahsın sakalsız olması lazımdır. Oysa herkes bilir ki Rehberimiz 1982’den itibaren sakal bırakmıştır ve bu tarihten sonra hiç kimse onu sakalsız görmemiştir. Bu durumu A.Aziz Tunç da çok iyi bilmektedir. A.Aziz Tunç’un çok iyi bildiği bir durum daha var ki, o da Rehberimizin 1990’dan sonra tek başına hiçbir yere gitmediğidir. Bülent’in emir eri olduğu zannettiği bu genç, eğer 40 yaşlarındaki Rehberimiz olsaydı, o dönem itibariyle sakallı ve muhakkak yanında başka birinin daha olması gerekecekti.
4–Askerliğini yapmış olan herkes bilir ki, emir erleri maiyetinde bulunduğu kişiyle birlikte nereye giderlerse gitsinler, eğer özel bir izin almamışlarsa, askeri üniformalarını giymek zorundadırlar. Bu açıdan Bülent’in “Bölge Komutanının yanında bulunan ve önceleri emir eri olduğunu zannettiği sivil giyimli şahıs” ifadesi, kendisini yalanlamaktadır. Ayrıca şimdiye kadar hiçbir komutanın, özel görüşmelerinde ve özel yemeklerinde emir erini masasına oturttuğu, birlikte görüşüp yemek yediği görülmemiş ve duyulmamıştır. Askerlik yapan herkes bunu çok iyi bilmektedir.
5–Ya Rehberimizin kartını vermesi yalanına ne demeli? Tek kelimeyle “Çüşşş!” demek, olayın inandırıcılık boyutunun olmadığını bir nebze de olsa ifade etmemize olanak verecektir sanırım. Dünyanın neresinde bir örgüt liderinin kartvizit basıp en çok arananlar listesinde baş sırada iken, hem de bir emniyet müdürüne verdiği görülmüştür? Be adam sen emniyet müdürü değil miydin? O güne kadar Hizbullah Cemaati’nin lideri ve Rehberinin Hüseyin Velioğlu olduğunu hiç duymamış mıydın? Duymuşsan, niçin hemen oracıkta tevkif etmedin ya da bu bilgiyi ilgili mercilere göndermedin? Yok, o zaman duymamışsan sonraki süreçte ve istihbarat dairesi başkan vekilliği görevi esnasında da mı hiç duymadın? Sen emniyet müdürü müsün, istihbaratçı mısın, yoksa adi bir dansöz müsün?...
91/99 |