1–PKK İLE YAŞADIĞIMIZ ÇATIŞMALAR
Kürtler; tarihsel olarak her zaman dinlerine bağlı bir halk olarak göze çarpmıştır. Bütün töreleri, gelenek ve görenekleri, İslam’ın öğretileri doğrultusunda şekillenmiştir.
Kürtler; İslam’a olan bağlılıkları sebebiyle, kendisini ümmetin bir parçası olarak görmüş, bundan dolayı Osmanlı İmparatorluğu’ndan bağımsız yaşamayı düşünmemiştir. Kürtlerde ümmet bilinci ve İslam’a bağlılık öylesine yerleşmiştir ki, Osmanlı İmparatorluğunun yıkılış döneminde, Sevr Anlaşmasının imzalanıp her milletin kendi kaderini tayin etme hakkının konuşulduğu ve bundan dolayı bütün milletlerin Osmanlıdan koptuğu yıllarda dahi Kürtler, Osmanlı Devletine dolayısıyla halifeye ve İslam’a bağlılığını devam ettirmiş ve ayrılmayı düşünmemiştir.
Yine bu bağlılıktan dolayı, cumhuriyetin kuruluş yıllarındaki batılılaşma ve İslam’dan uzaklaşma hareketlerine ilk tepki gösterenler Kürtler olmuş, bu uğurda büyük bedeller ödemişlerdir.
Kürtlerin İslam’a olan bu bağlılıkları, yeni kurulan ve yüzünü İslam’dan çevirip batıya dönen cumhuriyetin kurucularını ürkütmüş, onların İslam’dan kopması için her yolun denenmesini meşru görmüş ve bunu bir devlet politikası haline getirmiştir. Kuruluşundan 90’lı yıllara gelinceye kadar geçen 70 yıllık zaman süreci içerisinde gerek eğitimle, gerek basın–yayınla ve sözüm ona sanatçılarla, gerek televizyon programları ve sinema filmleriyle ve gerekse de kültür etkinlikleriyle Kürtleri dinlerinden soyutlama politikası amansız bir şekilde uygulanmış, ancak Kürtleri bu bağlılıktan koparamamışlardır.
Laik devlet; Kürtleri dinlerinden, örf, adet, gelenek ve göreneklerinden koparmayı, namus mefhumunu yıkmayı bir politika haline getirmişti, ancak isteği neticeyi alamadı. Kürtler ne dinlerinden döndüler, ne gelenek, görenek ve törelerinden taviz verdiler, ne de Kürtlerin adeta DNA’larına yerleşen namus mefhumunda bir zayıflık oluşturdular. İslam’dan kaynaklanan namus mefhumu, hiçbir toplumda olmadığı kadar Kürtlerde kemikleşmiş bir halde bulunuyordu. Devlet bunu yıkmayı başaramadığı gibi, zayıflatamadı da…
Ancak devletin bütün gücüyle ve zaman zaman barbarca uygulamalarıyla yapamadığı şeyi, bu kez PKK yapmaya çalıştı. Adeta ifsad bayrağını devletten devralmış, devletin başarısız olduğu noktaları tespit etmiş ve “Sizin yapamadığınızı, bakın ben nasıl yapacağım” dercesine, bütün zalimliğiyle göreve atılmış gibiydi. PKK’nin oyun sahnesine çıktığı bu dönem, Müslüman Kürt halkı açısından çok daha zorlu bir dönem olmuştur. Çünkü bu dönemde, PKK’nin ortaya çıkmasıyla, devlet bu yöndeki faaliyetlerini durdurmuş değildir. Bilakis laik devlet eski uygulamalarını daha da artırarak devam ettirmiştir. Diğer yandan da PKK bütün hoyratlığı ve kabalığıyla Müslüman halkın dini ve ahlaki değerlerinin üstüne gelmiştir. Maalesef Devlet ile PKK’nin aynı amaç doğrultusunda Müslüman Kürt halkının üzerine gelmesi, mesafe almalarına sebep olmuştur. Neticede Müslüman halk, bu dönemi çok daha büyük zayiatla geçirmek zorunda kalmıştır.
PKK; Marksist–Leninist bir düşünce üzerine kurulmuştu. Bu düşünce alt yapısında dinin yeri yoktu. Bütün ahlaki değerler, ilkellik emaresiydi ve insanın köleleşmesine neden oluyordu. Din, toplumları uyuşturan bir afyondu. Bu ve benzeri sapık fikirler üzerine kurulan PKK, yöneticilerinin büyük çoğunluğunun ateist, dinsiz, İslam düşmanı ve hatta gayr–i Müslim olmalarının da bir sonucu olarak, ilk savaşını Kürtlerin dini bağlılığına ve ahlaki değerlerine yönelik olarak gerçekleştirdi.
Onlara göre, Kürtlerin tarih boyunca devlet kuramamalarının en büyük sebebi, Kürtlerin Müslüman olmasında yatıyordu. Eğer Kürtler İslam’dan dönerlerse, daha iyi mücadele edecekler, kendilerini mücadeleden alıkoyan bağlardan azade olacaklar ve bağımsızlıklarını kazanacaklardı. Kendilerini güya engelleyen bir diğer unsur da, Kürtlerin başta namus mefhumu olmak üzere diğer ahlaki değerlere karşı olan hassasiyetleri ve bağlılıklarıydı. PKK, Müslüman Kürt halkını bu değerlerinden koparmak için hoyratça bir savaş sürdürdü.
43/99 |