öğrencilerinden tutun da koca koca akademisyenlere kadar laikliği savunup Atatürkçü geçinen herkesin durumu üç aşağı, beş yukarı bundan ibarettir. Tüm bunlardan dolayı; "Cumhuriyet kurulduğu günden beri laikçi zümre, İslam ve Müslümanlarla savaş halinde olmuştur" diyoruz. Onlar, her fırsatta bu savaşın ilelebet devam edeceğini deklare etmekten usanmazlar. Neredeyse çocuklarına öğretecekleri ilk kelime "Anne, baba" yerine laiklik olacak. "Laiklik şöyle, laiklik böyle" dîye diye topluma bıkkınlık vermekten başka bir işleri yokmuş gibi, sabah akşam hop oturup hop kalkarak laiklik şamatası yaparlar. Laiklik; İslam'a 'karşı başlatılan savaşta bir silah olarak kullanılırken, düşmanlık listesinin ikinci sırasına Müslüman Kürt halkı yerleştirilmiştir. Kürtlere ve Kürtlerin diline, gelenek ve göreneklerine düşmanlıkta" sınır; tanınmamış, toplu katliamlarla, sürgünlerle, mecburi iskânlarla, ana dilin yasaklanmasıyTa, asimilasyon'politikalarıyla Müslüman Kürt halkı hem Müslüman ve hem de Kürt olduğu için katmerli bir zulme uğramıştır. Müslümanlara ve İslam'a savaş açan zihniyet karşısında münferit bir mücadelenin hiçbir şansı yoktur. Mutlak surette örgütlenme, teşkilatlanma yani İslamî terminolojide cemaatleşme şarttır. İşte çok kısa olarak özetlemeye çalıştığımız bu tarihi nedenlerden dolayı, Hizbullah cemaatin kuruluşu gerekli görülüp kurulmuştur. 2-İslamî Yükümlülükler İslam; iyilik ve takvada yardımlaşma dinidir. Her Müslüman, diğer Müslüman kardeşine zalim de olsa, mazlum da olsa yardım etmekle mükellef kılınmıştır. "Zalime nasıl yardım edileceği" konusunda soru soran sahabeye, Resulullah Aleyhisselatu Vesselam'ın verdiği cevap; "Onu zulümden alıkoyarsan, bu da ona yardımdır" şeklinde olmuştur. Dolayısıyla İslam toplumu, nemelazımcı bir toplum olmayıp kendi içinde otokontrole sahip, bütün fertleriyle iyiliğin yapılmasını teşvik ederek kötülüğün yapılmasını engellemeye çalışan dinamik bir yapıya sahiptir. İslam, ferdi olarak yaşanılan bir din de değildir. Bütün uygulamalarıyla, toplumsal kurallarıyla, ibadet şekilleriyle topluca yaşanılması gereken bir dindir. Çünkü bir insan ne kadar muttaki olursa olsun, kendi şahsında ve ailesinde İslam'ın kurallarını ne kadar uygularsa uygulasın, çevresinde İslamî bir yaşantı yoksa; komşuları, arkadaşları, akrabaları, çevresi ve içinde yaşadığı toplum İslam'a göre şekillenmemişse, bundan olumsuz yönden etkilenmesi kaçınılmazdır. Bu nedenle bir insanın tek başına İslam'ı yaşaması yeterli değildir. Kendisini her zaman kontrol edecek, yanlış yaptığında uyaracak, onu Allah katında daha iyi bir kul olmaya teşvik edecek birilerinin, bir topluluğun, bir cemaatin olması şarttır. Günümüzde, İslam'ı fert düzeyinde yaşayan insanların bir araya gelip cemaatleşmeleri kaçınılmaz bir zorunluluk olmuştur. Çünkü bütün kurum, kuruluş, kanun, yasa, yazılı ve görsel medya vs. her şey gayri İslamî bir yaşantıyı dayatmakta, kötülüğü meşrulaştınp teşvik etmektedir. Buna mukabil, iyilik ve iyilik yapanlar horlanıp küçük düşürülmekte, İslam'a bağlılık bir suç gibi lanse edilmekte, İslamî şiarlar yozlaştırılmakta, İslamî kılık-kıyafet çağdışı olarak görülmekte, İslam'ın gereği olan ferdi ibadetleri yapanlar, adeta cani birer terörist gibi ihbar edilmektedirler. Böylesi bir zamanda ve bu şartlar altında bir insanın tek başına hayatını İslam'a göre tanzim etmesi ve Allah tarafından kendisine yüklenilmiş olan kulluk görevlerini yerine getirmesi neredeyse imkânsız hale gelmiştir. Yaşadığımız zaman diliminde; bir Müslüman'ın kimliğini koruması, İslamî şahsiyet ve ahlakını muhafaza edebilmesi, kendisini ve ailesini zamanın çirkefliklerinden ve dayatılan gayri İslamî yaşam biçimine karşı koruyabilmesi, Allah'a ve diğer Müslümanlara karşı görevlerini layıkıyla yapabilmesi için, Kur'an ve Sünnet çerçevesi içinde hareket eden Müslümanların oluşturduğu bir cemaate dâhil olması şarttır. Toplumsal gerekliliğinin yanı sıra cemaatleşme, aynı zamanda Allah'ın Müslümanlara yüklediği bir farziyettir. Bu farziyet, kutsal kitabımız Kur'an-ı Kerim'de şu şekilde dile getirilmiştir: 9/99 |