olan bu durum, maalesef halkın kendilerinden bildikleri kişiler tarafından, halka rağmen ve büyük zulüm, katliam, baskı, dayatma ve zora dayalı yöntemlerle çok kısa sürede, bir 'oldu-bitti' göz açıklığı içinde yapıldı. Bunun nasıllığını ve sebep-sonuç ilişkilerini, dönemin politikacılarının Cumhuriyet öncesi ile sonrası dönemde farklı kişilikler sergilemelerini ve politik çizgilerinin yorumunu, "Arife tarif gerekmez" ilkesi gereğince açıklamaya gerek görmüyoruz. İslam'ı ve dindarları tehlike olarak görüp bunlarla ilgili her türlü tedbiri alma paranoyası halen devam etmektedir. Bu doğrultuda bütün köşe başlarını tutmak suretiyle medya gücünü elinde bulunduran azgın laikçiler, birer hafiye gibi çalışmaktadırlar. Örneğin; bir lisede üç beş öğrenci namaz kılarken görüntülense, sanki uyuşturucu partisi düzenleniyormuş veya aleni fuhuş yapılıyormuş gibi TV spikerleri gözlerinden şimşek, ağızlarından tükürük saçarak bu korkunç (!) haberleri verirler. Bir başörtülü hanımdan bahsedilirken adeta bir cüzamlıdan söz ediliyormuş izlenimine kapılırsınız. Hatta haber bültenlerinde geçen 'türbanlı' kelimesinin yerine 'cüzamlı' ifadesini koyarsanız, mananın bozulmayacağını ibretle görürsünüz. Oysa bu uygulamalara maruz kalan Anadolu'nun Müslüman Türk ve Kürtleri; sırf ezanlar susmasın, mabedlerînin göğsüne namahrem eli değmesin, İslam bu topraklarda baki kalsın, İslamî yaşama dokunulmasın, şehit kanlarıyla sulanan bu topraklar kâfirlerin çizmesi altında ezilmesin, Müslüman kadınların ırzları çiğnenmesin, namuslar heder edilmesin, iffet ve namus sembolü olan başörtüsüne dokunulmasın ve kutsallığı ayaklar altına alınmasın diye canıyla, malıyla, dişiyle tırnağıyla, kazmasıyla, küreğiyle işgalcilere karşı cihad etmiş ve onları yurtlarından söküp atmıştı. Müslüman halk din, vatan, namus endişesiyle cihad bayrağını yükseltirken, muhtemelen bugün Müslümanlara saldıran, Müslümanları birer suçlu gibi afişe eden, örtü ve tesettür düşmanlığı yapan, kamusal alanlar ihdas edip laikliğin kutsal mabedlerini inşa edenlerin babaları ve dedeleri, işgalcilerle birlikte kadeh tokuşturup onların başarılı olmaları için dilekte bulunuyorlardı. Sözün burasında Necip Fazıl'ın; "Öz yurdunda garipsin, öz yurdunda parya" dizelerini hatırlamamak elde değil. Türkiye'de laik Kemalistler, irtica kavramını adeta bir parola olarak kullanırlar. Hiç kuşkusuz onların "İrtica" kelimesinden kasıtları, İslam'dır. Telaffuz ederken adeta kin kustukları, yüzlerinin renkten renge girdiği, mimiklerinin korkunç bir hal aldığı "İrtica" kelimesinden kastettikleri, mukaddes İslam dininden başka bir şey değildir. Herhangi bir kurumda, mesela orduda, yargıda, YÖK'te, hatta laik odaklardan icaze alma beklentisi içinde olan ve laiklik ile Atatürkçülüğü, mel'anetleri için bir kalkan olarak gören dernek, vakıf, işveren örgütleri ve sendikalarda dahi göreve yeni atanan veya devir-teslim yapan her memur veya her yönetici Kemalizm'e ve laikliğe iman tazelercesine, irtica adı altında, aziz İslam dinine küfretmektedir. Onlara göre Türkiye'de laiklik her zaman tehlikededir, halk başıboş bırakılmaya gelmez, hemen raydan çıkar. Aslında böyle düşünmelerine hak vermemek de mümkün değil... Zira laikçi militanlar yıllardır her şeyi halka zorla, baskıyla ve zulmederek yaptırdıklarının pekâlâ farkındadırlar. Halkın özgür bırakılması durumunda, yeniden aslına dönüp kendisine dayatılan bütün ithal ve suni uygulamaları, kanun ve yasaları paçavra gibi atacaklarının ve neticede İslam'ın çağlar üstü yaşam modeline gönül hoşluğuyla teslim olacağının bilincinde olduklarından, onların deyimiyle her zaman irtica tehlikesi vardır ve olacaktır. Aslında birkaç gerçek laikçi dışında; laiklik ve Atatürkçülüğü amaçları için kalkan yapanlar, laiklik ve Atatürkçülüğün ne olduğu konusunda da fikir sahibi değillerdir. Bu kişilerin tek derdinin koltuk ve menfaat meselesi olduğunu, laiklik ve Atatürkçülüğü menfaatlerine kılıf yaptıklarını da vurgulamak gerekir. Yani işin aslı kişisel menfaatlerdir. Tartışma programlarında, laiklik ve Atatürkçülüğü savunan kişilerin görüş itibariyle ne kadar sağ, fikir kabızlığı çeken, dünyaya kapalı, birkaç sloganik cümleden başka söyleyecek sözü olmayan ve bu yüzden de agresif bir portre çizip saldırganlaşan, savunduğu düşüncenin haklılığını nesnel bağlamda ispat edemeyen, bundan dolayı da karşıt fikir savunucularını rejim düşmanlığıyla niteleyip bir yerlere mesaj veren kişiler olduklarını ibretle görüyoruz. Üniversite 8/99 |