HİZBULLAH CEMAATİ'NİN KURULUŞU
Bir yapının, teşkilatın veya organizasyonun ortada hiçbir sebep yokken kurulması, aklen mümkün değildir. Elbette Hizbullah Cemaati de durup dururken kurulmamıştır. Hizbullah Cemaati'nin kuruluşuna ve ortaya çıkmasına neden olan çok önemli ve haklı sayısız sebepler sıralayabiliriz. Ancak hepsini ayrı ayrı ele almak yerine, tüm bu sebepleri; tarihi nedenler ve İslamî yükümlülükler olmak üzere iki ana temelde toplayabiliriz. Bunlara daha yakından baktığımızda, Hizbullah Cemaati'nin niçin kurulduğu, böyle bir Cemaat'in varlığına niçin ihtiyaç duyulduğu ve Hizbullah Cemaati gibi bir yapılanmanın zarureti daha iyi anlaşılacaktır.
1-Tarihi Sebepler
Cumhuriyetin kurulduğu günden bu yana, bilhassa ilk yıllarında neredeyse yapılan her icraat; İslam ve Müslümanların aleyhine yapılıyordu. İlk yıllardan beri İslam ve dindar Müslümanlar; yeni kurulan cumhuriyet rejimi ve bu yeni rejimin bekası için çok ciddi bir tehlike olarak görülmüş, yapılan her devrimde söz konusu bu tehlikenin bertaraf edilmesi amaçlanmıştır. Vicdanlı ve tarafsız bakabilen herkesin rahatlıkla kabul edeceği gibi o yıllardan ta günümüze kadar yapılan bütün devrimler, inkılâplar, kanun ve anayasa değişikliklerinin neredeyse tamamı; toplumu köklerinden uzaklaştırıp halkın dini inançlarını yaşamasına yasak getirmeyi veya inançlı bir şekilde yaşamayı olabildiğince zorlaştırmayı hedeflemiştir. Tek Parti rejiminin ceberut uygulamalarına bakıldığında, bu durum çok açık bir şekilde görülecektir. Tek Parti rejiminden sonra gelen iktidarlar da uygulamalarına birtakım kılıf ve ambalajlar geçirerek halkı uyutma ve aldatma yoluyla aynı hedef ve maksada ulaşma yoluna girmişlerdir. Yani iktidarlar değişmiş, ancak halkı dinden soğutma, dini değerleri yozlaştırma, İslam'ı toplum hayatından tamamen çıkarma, özetle İslam'a düşmanlık noktasında değişen bir şey olmamıştır.
Böylesi bir durum karşısında halkın refleks göstermemesi düşünülemezdi. Dini yaşama yapılan saldırıların, hiçbir toplumda tepkisiz karşılanmadığı tarihi bir gerçektir. Yüzyıllardır İslam'ı yaşamış, İslam'ı özümsemiş, bütün yaşam biçimleri İslam'a göre düzenlenmiş, gelenek ve görenekleri İslam'a göre şekillenmiş Müslüman halkların da dinlerine yapılan saldırılara tepkisiz kalması elbette düşünülemezdi. Nitekim öyle de oldu. Halk; canını, malını, evladını vererek kurtardığı toprakların üzerinde kurulan yeni rejimin kendi inançlarına yaptığı düşmanlığa Anadolu'nun her yerinde direnç göstermeye başladı. Ancak İslam düşmanlığı temelleri üzerinde yükselmeyi hedefleyen Cumhuriyet rejimi, halka rağmen değişim-dönüşüm devrimlerini hayata geçirmeye kararlıydı. Bu hedefe ulaşma konusunda hiçbir muhalefete tahammülü olmayan ve en küçük bir muhalefeti bile en acımasız yöntemlerle bertaraf etmeyi prensip edinen Cumhuriyet kurucuları, halkın devrimlere gösterdiği direnci, benzeri görülmemiş zulüm ve katliamlarla bertaraf etti. Memleketin her tarafında darağaçları kuruldu. İstiklal mahkemelerinde; "Sanığın İdamına, tanıkların bilahare dinlenmesine!" şeklinde söylenmiş söz, o dönemdeki adaletsizliği ve zulmün geldiği noktayı göstermesi açısından manidardır.
Yapılan devrimler adım adım ilerlemiş, halkın devrimlere karşı vereceği olası direncin ve tepkinin büyüklüğü veya küçüklüğü, yöneticilerin kararlarında belirleyici olmamıştır. Ve aslında ta en başından nihai hedef düşünülmüş, her icraat belli bir plan ve program dâhilinde hesaplı bir şekilde hayata geçirilmiştir. Esasen yapılan devrimlerin büyük çoğunluğu, Cumhuriyetin kurucu kadrolarına has fikirler de değildi. Cumhuriyetin kuruluşundan önce, sırtını İslam'a, yüzünü Batıya dönüp Batıcı bir hayat tarzını şiddetle savunan Jöntürkler ile bunların devamı niteliğinde olan İttihat ve Terakki de böylesi devrimleri savunmuşlardı. Ayrıca halifeliğin kaldırılması gibi uygulamalar, tamamen İngiliz ve Avrupa baskısıyla gerçekleşmiştir.
1 Kasım 1922'de saltanat kaldırılırken, aslında halifeliğin kaldırılması için de uygun zemin hazırlanmış oluyordu. Nitekim 3 Mart 1924'te hilafet de kaldırıldı. Tüm İslam ülkelerinin sembolik de olsa bağlı olduğu bir kurumu ortadan kaldırmak, Atatürk'ün ifadesiyle "Akıl kârı" değildi aslında.
4/99
geri ileri |