Beşeriyeti yaratan, ardından İman ve İslam nuruna kavuşturan Allah’a Hamd, Hidayet önderi ve Rehberi olan Resulüne, O’nun Ehl-i Beytine, Ashabına ve Etbaına Salâtlar ve Selamlar olsun. İman ve İslam nuru yüce Allah’ın İnsanlığa olan en kıymetli iki hediyesidir. Bu iki üstün hediye; Müslümanların İslam vahdetini ve birliğini sağlayıp yaşamakla değerini artırırken, İslam’a ve Müslümanlara karşı kin güden, fitne ve ayrılığa çalışan İslam karşıtlarının/inkârcıların aşağılık ve zilletini artırır. Zillet misyonunu tercih edenler,şimdiye dek Ümmeti ifsat ve iğfale sokmaya çalıştıkları gibi, bundan böylede mesleklerini tüm hızıyla sürdürürler. İslam Ümmeti, feri iç ihtilafları bir yana bırakarak yek vücut olup, çakal huylu düzenbaz ve fitnecilerin tuzaklarına karşı uyanık olmalıdır. Beşeriyeti, Cehaletin-Küfrün bataklığından ve zifiri karanlığından İman ve İslam nuruna hidayet eden Allah (cc), İnsanlığa hediye ettiği İman ve İslamı emanet ederek doğru (bir program çerçevesinde) istifade edilmesi suretiyle, ebedi ahiret hayatını beşeriyet için taahhüt etmekletekrar büyük bir (hediye ihsanında) lütufta bulunmuştur. İman ve İslam nuru, yüce Allah tarafından fark gözetilmeksizin tüm İnsanlığa eşit ölçüde emanet edildi. İnsanoğlunun, emanetine olan hassasiyeti ve dürüstlüğü nispetinde güvenirliliği ve değeri söz konusudur. Bilindiği üzere emaneti şartlarına uygun bir şekilde ve gereken zeminde koruyup sahip çıkanlar, bütün toplumlarda en dürüst ve güvenilir insanlar olarak bilinir ve tarih boyu anılırlar. Buna tarihi bir örnek olarak; Hazreti Muhammed (sav)’in emanete olan sadakat ve güvenirliği yeterlidir. Hz. Peygamber (sav)’in en azılı ve acımasız düşmanları olan Kureyş müşrikleri O’na karşı hiçbir kötülük, düşmanlık ve hileden geri kalmadıkları biranda dahi Hz. Peygamber (sav)’i en güvenilir kişi olarak bilmişler ve değerli varlıklarını O’na emanet etmekten çekinmemişler. İnsanlık tarihinde İman ve İslam emanetine sadık ve samimi kalan birey veya toplumlar, yüce Allah katında en samimi ve liyakatli İnsan örneği olarak (Allah (cc) tarafından taahhüt edilen) Ahiretin ebedi ve emsalsiz yaşamına kavuşurlar. Örnek olan bu İnsan tipi, hangi ırk, renk ve milletten olursa olsun yüce Allah’a yakınlıkta fark gözetilmez. Bu bağlamda heva ve hevese, nefsanî ve şeytani arzulara yenik düşmeyip, İslam ve Müslümanlaradüşmanlık edenlerlefikir birliğinden vehizmetten sakınan Müslüman birey ve toplumun çabası; -yukarda da değindiğim gibi- İslam emanetinigereği gibi korumamakla yüce Allah’ın rızasını kazanıp liyakatli İnsan örneğini teşkil etmenin bir uğraşıdır. Hangi zaman ve mekânda olursa olsun; Müslüman toplumlar birbirine kenetlenip destek vermişlerse mutlaka İlahi takdire şayan büyük başarılar elde edebilmişler.Ve bundan sonrada, İslam vahdeti ve birliğinin önemsenmesi ve korunmasıyla önemli başarılar elde edilebilir. Müteessifane, İslam coğrafyası ve Müslümanlar bugüne dek yerli ve yabancı İslam düşmanları işgalci ve sömürgecilerin pençesinden ve şeytanca entrikalarından kurtulmayı başaramadılar. Bir taraftan İslam coğrafyası ve Müslümanlar istilacı İslam düşmanları tarafından bilfiil işgal edilirken, öte yandan aynı din ve nizam için çalışan-çabalayan “İslam ümmeti” arasında; sıradan bahaneler ve ihtilaflar öne çıkarılarak fitne tohumlarını ektiler ve Müslüman kitleleri, ırkları birbirine kırdırıp düşmanlaştırarak İslam topraklarını muharebe meydanına çevirdiler. Tarih boyunca İslamı ve Müslümanları kendi yaşamları için birinci düşman ve tehdit gören yabancıişgalcive sömürgecilerin kirli geçmişleri ortadayken, nifak kisvesine bürünen yerli sömürgeci diktatör hamileri, kendileriyle beraber dış düşmanlarıda, Müslüman toplumları düşünenbirer dost ve sütten çıkmış ak kaşık gibi göstermekle iğfal ettiler. Tüm İslam topraklarında, yerli ve yabancı sömürgeciler İslam ümmetinin zafiyetlerinden istifade ederekMüslümantoplumları; Dini, İlmi, Siyasi, Kültürel, İktisadi, Askeri ve Ahlaki olarak sömürüp yozlaştırmaya çalıştılar. Şuur ve akıl sahibi her Müslüman bilir ki, İslam ve Müslümanların tarihi düşmanları (Müslüman olarak görünen münafık ve belamlar dâhil) hiçbir zaman dost olmamışlar ve bundan böylede dost olacakları düşünülemez. Zaman zaman yakın görünmeleri dost oluşlarından değil bilakis menfaatleri icabı ve sinsice tuzağa düşürmelerinin bir uğraşıdır. Yüce Allah (cc): “Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hıristiyanlar da asla senden razı olmayacakladır. De ki: doğru yol, ancak Allah’ın yoludur. Sana gelen ilimden -Kur’an dan- sonra onların arzularına uyacak olursan, andolsun ki, Allah’tan sana ne bir dost nede bir yardımcı vardır.”diye buyurarak bütün Müslümanları önemli bir konuda uyarmaktadır. Genel kaide budur, ancak her milletin ve toplumun içindeki müsbetve iyi olanın varlığı inkâr edilemez. Hiçbir zaman müsbet camiayı suçlularla aynı kategoride değerlendirmek doğru bir ahlak biçimi değildir. Evet, düşman, düşman olması hesabıyla daima görevini yapar bu konuda sözümüz yok. Buna mukabil her Müslüman uyanık olmalı, düşmanın söz ve hareketini birçok açıdan değerlendirip teşhis edebilmeli, azimle çalışıp tedbirli davranmalıdır. Ancak işin can alıcı tarafı şu: Müslüman bireyin veya toplumun; bu bilinçli cani sömürgeci güruhun İslam ümmeti arasına saçtığı (Mezhebi, siyasi, ırki, güvenlik tehdidi… gibi) fitne ve fesat çıkarma amaçlı meselelerin içyüzünü tanımayıp, bunların etkisi sonucu dünyanın çeşitli yerlerinde olan Müslüman kardeşlerini tehdit görerek, bilinçsizce onlara fiili veya sözlü saldırıda bulunmasıdır. Bu yanlış bilinçle hareket eden herkim olursa olsun, farkında olmadan yerli ve yabancı İslam saldırganlarına en etkili hizmeti yapmakta ve düşmanın dönmez değirmenine sutaşıma hamallığında bulunmaktadır. Din düşmanlarının hiçbir yolla başaramadığı bir şeyi,bu tip bilinçsizler üzerinden başararak İslama ve Müslümanlara indirdiği darbe, en acı olanıdır. Ayrıca İslam coğrafyasının genelinde, görünürde Müslüman ve İslami kesimden sayılan(!) birçok şahsiyet ve tanınan sima, din düşmanlarının yıkıcı ve öldürücü tuzaklarına -bilinçli yada bilinçsiz- düşerek,“İslama doğru hizmet” söylemi ve görüntüsüyle Müslüman camiayı hedef seçme sonucu kötülemekle, Müslümanların arasına izalesi güç ihtilaflar ve kavgalar soktular. Hâlbuki Müslümanlar arasında İslamın temel meselelerinde, hiçbir dönemde bu adavet sathindekayda değer ihtilaflar söz konusu olmamış. Günümüze dek oluşan ve gündemde tutulmaya çalışılan ihtilafların ekser kahiri, teferruat sayılan meselelerde ve uygulamalar kısmında olmuş. Bilinçli ve mutedil her Müslüman bilir ki, teferruatta oluşan ihtilafların Müslümanlara zararı olmadığı gibi İslamın zenginliği olarak da görülebilir. Mahsusan, bu ihtilaflar tekfir sebebi hiç olamaz! Zararı düşünülse bile, İslam toplumunun birliğini ve beraberliğini engelleyen, kronik kin ve düşmanlıklara yol açan; olaylar, cinayetler, ayrılıklar ve bölünmüşlükler sonucu oluşan müessir zararların yanı sıra, asli din düşmanlarının dost algılanmasıyla meydana gelen yıkıcı zararlar hiçbir şeyle kıyas edilemez. Buna kıyasla, dini meselelerden ötürü Müslümanlar arasında oluşan ihtilafların zararı görünmeyecek kadar az olduğu her bilinçli ve insaflı Müslüman’ın teyit edeceği bir gerçektir. El insaf! Pusuda olan hilebaz çakalların katliamları neyle kıyaslanabilir? Ehem ile mühimi karıştırmak akıl işi olamaz, belki basiretsizlik olur. Hakikatin az bir kısmı (!) bu iken, bunca ihtilaf ve kavganın nedeni ne? Tarih boyunca yapılan kardeş kavgasıyla bir şey hal edildi mi? Kim neyin önüne geçebildi ve neyi düzeltti? Tüm Müslümanların memnun kaldığı hangi mesele çözüme kavuştu? Her mesele dahada katmerleşip kokusu yayılmadı mı? Öyle ise; daha büyük düşmanlıklar ve tehlikeler için davetiye niteliğinde olan “iç ihtilaflar” ateşini söndürmek, her Müslüman birey ve toplumun öncelikli vazifesi olmalıdır. Bilinçli veya bilinçsiz dini ve mezhebi ihtilaflardan vazife çıkaranlar, asli Din düşmanlarının yararına ve emelleri doğrultusunda Müslüman camia ile uğraşmakta olup, mutlaka bir hesap günü ile karşılaşacaklarını unutmamalıdırlar. Davamızın sonu yüce Allah’a hamd etmektir. Abdullah ENES |