AHLAKİ YAPISI VE SOSYAL İLİŞKİLERİ
Bir cümleyle özetlemek gerekirse Şehid Rehber, Hizbullahi davanın mücessem
haliydi.
İlişkilerinde oldukça tabii ve muhatabına da olabildiğince saygılıydı. İnsanları
çok kısa zamanda tanır ve onlarla durumlarına göre muamele ederdi. Bulunduğu
ortamda tabii olarak öne çıkar, cezbeden karizması hemen ortaya çıkardı.
Görüşmelerinde muhakkak kağıt kalem bulundurur, konuşmalardan notlar alırdı. İlk
tanıştığı insanların davranışlarına, kalkıp oturmalarına dikkat eder, bundan
sonuçlar çıkarırdı. Yine muhatabına değer verip, sorumluluk yükler, en alttaki
birisi bile, onunla görüştükten sonra davaya bağlılık ve sorumluluk duyguları
gelişmiş bir şekilde yanından ayrılırdı.
Şehid Rehber, Cemaatin tüm fertlerini sever, sorunlarıyla ilgilenir, hatta
gönderilen kapalı notlar kendisine okunduğunda ve notta geçen ‘Cemaate selam’
ibaresine gelindiğinde, her defasında bıkmadan elini göğsüne koyar ve hafif
kalkarak ‘Ve aleykümüsselam’ diye cevap verirdi. Özellikle muhacir
olanlara ve Şehid–tutuklu ailelerine özel bir düşkünlüğü vardı. Ancak buna
rağmen Cemaat mensupları arasında ayrım yapmazdı.
B. V. adlı Cemaat mensubu şunları söylemektedir: “Bir avam köylü ile rahatlıkla
arkadaşlık edebiliyordu. Onların seviyelerine inebiliyor, onların dilini
konuşuyor, yöresel adetlerini dikkate alıyordu. Onlarla ilgileniyor, davaya
kazandırmak için samimi arkadaşlık yapıp, onlarla geziyor ve haşir neşir
oluyordu. Evlerine misafir olup sofralarına oturuyor, sıkıntılarını
paylaşıyordu. Onun için köylülerden ve kırsaldan çok dostu vardı.
Hiç kimseyi küçümsemediği gibi makamı, tahsili ve mevkii ne olursa olsun hiçbir
insanı büyüterek ona ayrıcalık tanımazdı. İnsanlarla, seviyelerine göre konuşur
ve muamele ederdi. Aydınlarla aydın, siyasilerle siyasi, bilginlerle bilgin,
köylülerle köylü, öğrencilerle öğrenci olurdu. Hiç kimseye karşı kendini küçük
görüp eziklik hissetmediği gibi, büyüklük taslayıp gururlanmazdı da.
Ücra bir köyde bulunan bir insan için kilometrelerce yol yürürdü. Kış, yaz,
soğuk, sıcak, kar veya yağmur dinlemezdi. Dost ve arkadaşlarını sürekli ziyaret
edip onları görürdü. Onları unutmazdı ve imkan dahilinde sorardı. Nereye, hangi
şehre gitse yol üzerinde veya yola yakın bulunan dost ve arkadaşlarını mutlaka
ziyaret ederdi. Evden çıktığında bazen günlerce, haftalarca ve hatta aylarca eve
dönmediği olurdu. Düzenli bir aile hayatı yoktu, fakat düzenli bir dava hayatı
vardı.
Bir insana, ilahi davaya sadık ve ihlaslı olduğu derecede önem verir ve onu
severdi. Onun ölçüsü davaya sadakat ve ihlastı. Sürekli ilahi davayı düşünür ve
davetçi yetiştirmeye çok önem verirdi. Bir insanda davaya hizmet noktasında
kabiliyet sezmiş olsaydı, onun peşine takılır ve davaya kazandırmak için yoğun
emek sarf ederdi. Bir mensupta cevher ve kabiliyet sezerse onu kendine
yakınlaştırır, onunla haşir neşir olur ve istifade etmeye çalışırdı.
Seksenli yılların sonuna kadar davet ve tebliğ faaliyetlerinin bilfiil
içindeydi. Çoğu arkadaşların derslerine bizzat katılıyordu. İlim Kitapevinde
oturup gelen gidenlerle ilgileniyordu. Mütevazıydı ve evinde misafirlere hizmet
ederdi. Vasat bir seviyede ikramlarda bulunurdu. Çocuklarına, “Gelin
amcalarınızın elini öpün size dua etsinler” diyerek çocuklarını mütevazılığa
alıştırıp misafirin dualarını aldırırdı. Evi mütevazı ve çok sadeydi. Lüks ve
şatafata önem vermezdi. Dünya metaına hiç önem vermezdi. Ruhu ve kalbi dünyadan
azade idi. Hediyeleşmeyi severdi. Arkadaşların dert ve sıkıntılarıyla ilgilenir,
imkân dâhilinde çözmeden durmazdı. İlk tanıştığı, görüştüğü dostlarını hediye
ile uğurlardı.
Gözlerden uzak, sessiz ve gürültüsüz iş yapmayı severdi. Çünkü sözden değil,
amelden, konuşmaktan değil, yapmaktan hoşlanırdı. Reklamdan ve kendini öne
çıkarmaktan hiç hoşlanmazdı.
Hiçbir zaman bir insanın hatasını yüzüne vurmazdı. Genellikle bir hikaye
anlatarak veya isim vermeden: “Biri vardı şöyle yapardı, böyle yapardı”
deyip bu şekilde menfilikleri söyleyerek kişinin dikkatini hatasına çekerdi.
Bazen de: “Bazı insanlar niye böyle veya şöyle yapıyorlar. Böyle yapmamaları
lazımdır. Şöyle yapmaları gerekir” derdi.
S. V. adlı Cemaat mensubu şöyle söylemektedir: “Şehid Rehber çok vefakardı,
eskiden gördüğü insanları sürekli sorardı. Anılarını yad ederdi. Ailelerimizi,
çocuklarımızı sorup iltifat ederdi. Çok tabii ve içten bizi sevdiğini
hissederdik. Sağlığımızı ciddiye alıp yakından ilgilenirdi. Bir tehlike ile
karşılaşsak veya bir kaza geçirsek kurban keserdi. Bir baba şefkatiyle
yaklaşırdı.”
D. Y. adlı Cemaat mensubu şunları ifade etmektedir: “Şehid Rehber üsluba çok
önem verir, çok vurgulardı. İnsani ilişkilerde tutarlı ve uygun üslubu adeta bir
ilke gibi ön plana çıkarırdı. Şahıslardaki hata, kusur ve pürüzleri direk
yüzlerine vurmaz, ancak göz ardı da etmezdi. Uygun bir üslupla düzeltme yoluna
giderdi. Hatta bu konuda şöyle tavsiyede bulunurdu. “Pürüzler; hikmet ile
ikna ile izah ile ve yanlış anlaşılmalar giderilerek halledilir.” Yalnız
şunu da ilave etmeden geçemeyeceğim; hatasında ısrar edeni, hele bir de hatasını
savunmaya kalkışanı hoş görmezdi. Eğer olumlu üslup karşılık bulmamış ve çözüm
olmamışsa üslubu da değiştirirdi. “Hata yapanların akıllıları, ikaz
edildiklerinde hemen kendilerine gelirler. Akılsızlar ise hatalarını savunurlar”
derdi. İnsanın edep ve adabı gözetmesini önemserdi. Sohbetlerinde kendi üslubu
ve el hareketleri ile: “Kişi hadd–ı hududunu iyi bilmelidir” derdi.”
Muhterem İ. Bagasi şöyle diyor: “Şehid Rehber, takriben 1991’den sonra ta
şehadetine kadar sürekli arkadaşlar arasında kaldı, onlarla birlikte yaşadı.
Sürekli ev ortamındaydı. Dışarı çıkmıyordu. Yanına gelen arkadaşlar bazen
beraberlerinde ona elbise getiriyorlardı. Ancak o çoğunu diğer arkadaşlara
veriyordu. Bazılarını da çok az giyer ve diğer arkadaşlara verirdi. O elbiseleri
bir kardeşe vermek istediği zaman ona seslenir, al bu sana iyi yakışır diyerek
ona verirdi.
Kaldığı yerlerde ortamın düzenli olmasına önem verirdi. Çok düzenliydi. Kalınan
evin çalışma ortamına uygun hareket edilmesini isterdi. Sabah uyandığında sanki
başka bir yere işe gidecekmiş gibi elbiselerini giyer, saatini takar ve
arkadaşların da böyle olmasını isterdi. ”
H. H. adlı Cemaat mensubu şunları aktarmaktadır: “Uykudan uyandığında abdest
alır, saç ve sakalını tarar, sanki dışarı çıkacak gibi üstünü başını düzeltirdi.
Halbuki bir yere gittiği yoktu sürekli evin içindeydi.”
Yine H. H. adlı Cemaat mensubu şunları ifade etmektedir: “Hata ve yanlışlarımız
olduğu zaman, taalluk ettiği şeye göre ya sohbet eder ve hikmetle buna dikkat
çekip düzeltmeye çalışırdı veya görmezden gelir, bizi kırmamak için bir şey
demezdi. En küçük sorunlarımızla ilgilenirdi. Çocuklarımızın durumunu, hatta
okuldaki başarı durumlarını sorardı. Bize babamız gibi davranırdı. Çalışma
esnasında, aniden yerinden kalkar ve mutfağa gidip su içer, gelirdi. Bunu
yapmamasını, bizden istemesini, bu durumun bizi rahatsız ettiğini her defasında
söylediğimiz halde “önemli değil” derdi ve aynı şeyi tekrar yapardı. Canı
çay istediği zaman: “Canınız çay istemiyor mu?” ya da “Bu havada çay iyi
gitmez mi?” gibi ifadelerle çay isteğini belli ederdi.” |