6.
BÖLÜM
CEMAATİN KURULUŞUNDAN SONRAKİ MÜCADELE HAYATI
BATMAN SÜRECİ
Cemaat
kurulduktan sonra Şehid Rehber, Batman ve çevresindeki il ve ilçelerde
Cemaatleşme ve davet çalışmalarına başladı. Beraberindeki arkadaşlarla, başta
Batman ve çevresi olmak üzere İslami hassasiyeti olup gidebilecekleri şahıslara
gitmeye çalıştılar. Cemaat işini çok gizli tutuyor ve bu amaçla yaptıkları
çalışma ve gidiş gelişleri de gizli yapıyorlardı. Cemaat kuruluşunda gizliliği
esas almışlardı. Bu kısa süre zarfında, birçok kişi Cemaate katıldı ve Cemaat
bünyesinde çalışmalara başladı.
1980 tarihinde Şehid Rehber Okulu bitirdi. Ancak özel bir şirkette çalıştığından
Ankara’daki ikameti bir müddet daha devam etti. Bu arada 12 Eylül askeri darbesi
oldu.
Askeri darbenin bölgeye ve bölge insanına tesiri büyük olmuştu. Bölgenin siyasi
atmosferini tamamen değiştirmişti. Sıkıyönetim ilan edilmiş ve bölgeyi korku ve
sessizlik kaplamıştı. Yoğun fikri tartışmaların ve çatışmaların yaşandığı,
geceleri silahların susmadığı, her gün kanlı çatışmaların olduğu bölge, tamamen
sessizliğe bürünmüştü. Bütün grup ve örgütler sindirilmiş, İslami kesimin de
sesi soluğu kesilmişti. Ve ortam tamamen sakinleşmişti. Ancak Cemaat hem çok
yeni ve hem de gizli olduğu için, 12 Eylül askeri darbesinin şerrinden nispeten
kendisini muhafaza etmeyi başarmıştı.
Bu arada Batman’da Cemaat çalışmaları devam etmekle birlikte, darbenin de
tesiriyle tebliğ faaliyetleri ağır işliyordu ve çok gizli yürütülüyordu. Şehid
Rehber’in Ankara’da kaldığı bu süre zarfında, merhum İsmail Altsoy çalışmaların
başındaydı ve tebliğ faaliyetlerini o doğrudan idare ediyordu.
İsmail Altsoy, Batman TPAO’da mühendisti, Şehid Rehber ile tanışmışlığı ortaokul
yıllarına dayanıyordu. Bir yandan TPAO’daki işlerini yürütürken, diğer yandan da
geceli gündüzlü Cemaatsel faaliyetlerin organizesinde, davet ve tebliğ
çalışmalarında bulunuyordu. Batman’daki molla, şeyh ve ileri gelenleri
tanıyordu, onlarla ilişkileri vardı, aynı zamanda tanınıyor ve seviliyordu. O
dönemde İsmail Altsoy’un çalışmalara ve Cemaatsel faaliyetlere büyük katkısı
oldu.
Şehid Rehber Ankara’dan gelip Batman’a temelli yerleştikten sonra, artık Cemaat
işleri dışında her şeyle ilgisini kesti ve kendisini bütün varlığıyla Cemaatsel
faaliyetlere verdi.
Bu arada Mart 1982 yılında zorunlu olarak askerliğe gitti. Gitmemiş olsaydı
mahkum duruma girecekti ve tamamen gizlenmek zorunda kalacaktı ki bu durumda
çalışmalarına rahatlıkla devam edemeyecekti ve üstelik çalışmalar daha çok
yeniydi. Bu yüzden kısa dönem olarak Manisa’nın Kırkağaç ilçesine gitti ve dört
aylık olarak askerlik yapıp döndü. Askerlik dönüşü sakal bırakmış ve bir daha da
kesmemişti.
Şehid Rehber ve arkadaşları Askeri darbeyi de dikkate alarak daha temkinli ve
dikkatli bir şekilde, gizlilik esasına ve tebliğe dayalı olarak Cemaatsel
faaliyetlere ciddiyet ve kararlılıkla ağırlık verdiler. Bölge genelinde mümkün
olan tüm yerlere ulaşmaya çalıştılar.
İlk etapta tanıdıkları Müslüman şahıslara gitmekle birlikte, özellikle Batman,
Diyarbakır ve Mardin çevresindeki medreselere, mollalara ve İslami şahsiyet
olarak tanınanlara yöneldiler, onlara gittiler. Şehid Rehber, geceli–gündüzlü
bir şekilde hiç ara vermeden ama son derece gizli ve dikkatlerden uzak kalmaya
çalışarak, yanına aldığı birkaç arkadaşı ile birlikte camilere gidiyor, gece
saatlerinde cami hücrelerinde imamlarla görüşüyordu. Arabaları olmadığı halde
köyleri tek tek dolaşıyor, köy imamlarının yanına gidip onlarla tek tek görüşüp
konuşuyordu. Tanıdığı, bildiği ya da duyduğu veya yakın arkadaşlarının bildiği
Müslüman şahsiyetlere tek tek uğruyor, onlarla gece boyunca sohbetlerde
bulunuyordu. Böylece çok kısa bir zaman zarfında çok sayıda insan ile konuşuldu
ve birlikte hareket etmeye, İslam davasına hizmet etmeye davet edildi.
Cemaatin kurulduğu dönemde, Kürdistan’da toplumu kültürel ve ideolojik olarak
etkileyen kesimlerden biri İslami ilim merkezi olan medreselerde okuyanlar,
diğeri de sistemin eğitim kurumlarında okumuş kesimdir. Bu iki kesim akidevi,
kültürel ve fikri açıdan toplumu etkileyen kesimler olagelmişlerdir. Dolayısıyla
Şehid Rehber bu iki kesime çok önem veriyordu. Bunların davada yerlerini
almalarını ve davanın öncülüğünü yapmalarını arzuluyordu. Memleketteki
medreselerin ve ilmi havzaların tarihi süreç içerisinde İslam’a olan
hizmetlerine karşılık, yakın tarihte gördükleri kötü muamele ve içine düştükleri
geri kalmışlık nedeniyle, medrese ve ehline özellikle önem veriyor, bunların
üzerinde ehemmiyetle duruyordu.
Bu sebeple Şehid Rehber ve beraberindekiler, harekete öncülük edecek olan bu iki
kesimi, diğer bir tabirle MEDRESELİLER ile MEKTEPLİLER olan iki
kesimi özel muhatap aldılar ve öncelikle bunlara tebliğ götürüp davaya aktif
olarak katılmalarını istediler. Bunun için gerçekten büyük ve yoğun çaba
harcadılar. O dönemde, her ne suretle olursa olsun, bölge genelinde ulaşılabilen
bütün il, ilçe köy ve mezralara gittiler. Nerede bir medrese, imam, feqi, İslami
hassasiyeti olan, okumuş ve İslami kültüre sahip olan biri varsa, hepsi bir
yandan araştırılıyor, diğer yandan da mutlaka onlara ulaşılmaya çalışılıyor ve
tebliğ götürülüyordu.
Bu nedenle; bütün bölge bir arama–taramadan geçirildi, özellikle bütün imam ve
feqilere gidildi, gidilmeyen molla ve medrese kalmadı dense yeridir. Kendisini
müsaitleştiren, davete katkı sunabilen ve kabul edenler bir yandan da
toparlanmaya çalışıldı.
Bir ara N.İ. Adlı Cemaat mensubu Şehid Rehber’e; “Ağabey, köyleri dolaşalım,
davamızı onlara söyleyelim…” demişti ve buna karşılık Şehid Rehber; “Bu
memlekette hemen hemen gitmediğim köy kalmamış” karşılığını vermişti. N.İ.
diyor ki: “Ondan hangi mollayı soruyor idiysek, o mollayı ve köyünün ismini
söylüyordu. Biz bu haline şaşıyorduk. O zaman pek araba da yoktu. Nasıl oluyor
da o bu kadar dağları dolaşmıştı hayret!”
Bu durumdan dolayı, o zamanlar Cemaat mensupları arasında; “Mollalar Birliği”,
“Alimler Birliği” gibi isimler telaffuz ediliyor ve Cemaate isim olarak
konuşuluyordu.
Şehid Rehber, gittiği ve konuştuğu kişilere öncelikle İslami sorumluluğu
hatırlatıyor, İslami mücadele konusunda ikna etmeye çalışıyor ve birlikte
hareket etmeye davet ediyordu. Cemaatleşme konusu üzerinde ısrarla duruyordu. Bu
konuda uzun uzadıya ve bıkmadan, yorulmadan muhatabıyla konuşuyor, ayet ve
hadislerle birlikte İslam alimlerinin hüküm ve görüşlerini ortaya koyuyordu.
Mesela bir köye gidip oradaki cami imamıyla konuşmak istediğinde; yanına bir iki
arkadaşını da alır ve giderdi. Tabi gittiğinde, camiye gelen köylüler olurdu,
camide okuyan feqiler olurdu. Bu nedenle yatsı namazından sonra geç saatlere
kadar İslami genel konular üzerinde karşılıklı konuşup sohbetlerde bulunurlardı.
Ancak insanlar dağılıp evlerine gidince ve camideki feqiler de odalarına
çekilince, o zaman imam ile görüşür ve özel olarak onunla konuşmak istediği
konulara değinirdi. Geceyi bu şekilde geçirdikten sonra sabah erken saatlerde
oradan ayrılırdı.
Tabi o dönemin Türkiye şartları zordu. Özellikle Kürdistan’daki şartlar çok
ağırdı. İmkânlar yoktu, arabalar azdı, birçok köyün arabası ya yoktu, ya
traktörle gidilip geliniyordu ya da köyün bir taksisi, minibüsü olur, sabah
akşam servis yapardı. Birçok köyün telefonu, elektriği, hatta yolu yoktu.
Cemaatin imkânları da o dönemde hiç yoktu. Şehid Rehber ve beraberindeki yakın
arkadaşlarının özel arabaları yoktu. Dolayısıyla gidiş gelişler ve özellikle
köyleri ziyaret etme işi çok zor oluyordu. Bir dağ köyünde bir imam olduğu
öğrenilse; bazen otostopla, bazen yürüyerek, bazen traktörle, bazen sepetli
motosikletle ve hakeza önlerine çıkan o anki imkân ve fırsatlardan istifade
ederek köye gidilir ve kendisine dava anlatılır, Cemaate çağrılırdı.
Muhterem İ. Bagasi, Cemaat çalışmalarından bahsederken o dönemle ilgili olarak
şöyle anlatıyor:
“Bazen bir köye gidiyorduk, araba belli bir yere kadar gidiyor, mecburen inip
bazen iki, üç saat yaya yol yürüyorduk. Dicle nehrinin diğer yakasında kalan
köylere gittiğimizde kayıklarla geçiyorduk, bazen kayık bulamıyorduk veya
gelinceye kadar uzun süre bekliyorduk. Bahar ve kış aylarında yollar çamur
olurdu, kardan kapanırdı, birçok kere ya araba yolda kalır veya biz o halde
saatlerce yaya giderdik. Bazı yerlerde ise mahsur kalıyorduk. Bizim imkânlarımız
ve özel arabalarımız yoktu.”
“Batman’da trene biniyorduk. Trenin geçtiği güzergah üzerinde olan veya o
güzergaha yakın köylere gidiyorduk. Ekspres, o zaman en lüksü idi. Tabi ekspres
bize her zaman denk gelmiyordu. Onun için biz daha çok Diyarbakır ile Kurtalan
arası sefer yapan ara trenlerle gidip geliyorduk. Sabah erkenden Diyarbakır’a
gidiyordu, akşam Batman’a geliyordu. Ona ‘Tren a mast’ (Yoğurt Treni)
diyorlardı. Bu tren, iki günde bir arızalanıyordu. Üç gün üst üste arıza
vermeden gidip geldiğini hatırlamıyorum. Tren arızalandığında, hava müsait ise
halk inip etrafa yayılıyor, piknik yapıyordu. Çünkü tamir uzun sürüyordu. Bu
arızalara pek çok defa denk gelmiş ve bu arada zamanı değerlendirip yakın
köylere gidip oradaki imam, cami talebeleri veya tanıdıklarla görüşüyorduk.
Bazen trenden ümidimizi kesip yaya olarak o mıntıkadaki birkaç köyü dolaşır ve
en son birinden kalkan bir servis arabasıyla geri dönüyorduk.”
Devam edecek…
|