7. BÖLÜM
17 OCAK SÜRECİ VE ŞEHADET
17 Ocak 2000 tarihinde İstanbul Beykoz’da yapılan ve Rehber Hüseyin Velioğlu’nun
şehid edildiği operasyonla ilgili olarak bu güne kadar birçok şey yazıldı, pek
çok iddia ileri sürüldü ve senaryolar üretildi. Tüm bunlar, Kemalist rejimin
Cemaate karşı yürüttüğü savaştan ayrı düşünülmemelidir. Bir taraftan istihbarat
teşkilatları diğer taraftan medya kullanılarak bu çok yönlü yıpratma savaşı
halen devam etmektedir.
Gerek Şehid Rehber ve gerekse Cemaat hakkında bu operasyon üzerinden ileri
sürülen iddialar ve üretilen senaryolar ile oluşturulmak istenen şüpheleri
dikkate alarak, bu önemli hadiseyi müstakil bir başlık halinde ele almayı uygun
gördük. Ta ki Şehid Rehber ve Cemaat hakkında bilinçli olarak yapılan bu yalan
ve iftiraları Allah’ın izniyle bertaraf edelim ve hakikatleri ortaya koyalım.
Bu münasebetle önce; Muhterem İ. Bagasi’nin
“Kendi Dilinden Hizbullah ve
Mücadele Tarihinden Önemli Kesitler” adlı kitabından konuyla ilgili yapılan
değerlendirmenin bir kısmını buraya alıyoruz. Detaylarına bakmak isteyen ilgili
kitaba başvurabilir.
Ardından; bu operasyonda Şehid Rehber ile aynı evde bulunan Muhterem Edip Gümüş
ve Cemal Tutar’ın operasyon boyunca görüp yaşadıklarını, Edip Gümüş ağabeyimizin
bizzat anlatımıyla buraya alacağız.
“…Operasyondan bu yana geçen süre içinde ortaya çıkan durum ve elde edilen
bilgiler ışığında bu operasyonu tahlil ederek, operasyonun nasıl ve nereden
kaynaklandığı hususunda bir neticeye ulaşma imkânına sahibiz. Tahlil ve
değerlendirme neticesinde kesin olarak şu sonuca varıyoruz ki; bu operasyon
direkt Cemaat merkezi ve merkezle irtibatlı elemanlardan herhangi birisinin
takibi sonucu gerçekleşmediği gibi, Cemaat merkezi ve Rehber’iyle irtibatlı üst
sorumlular arasına TC’nin sızması da olmamıştır…
…ihtimal ve sebepler ne kadar çok olursa olsun bu gerçeği ve vardığımız neticeyi
değiştirmez. Bizim için burada önemli olan, bu operasyonun TC’nin kesin bilgi ve
istihbaratı sonucu gerçekleşmediğidir.
…Bugüne kadar bunun aksini gösterecek hiçbir delil ve bilgiye ulaşılmamıştır…
Her ne olursa olsun, takdiri ilahi bu şekilde tecelli etti. Bu bizim için
Rabbimizin bir imtihanı olup, bundan ders ve tecrübe almamız gerekir. Kadir–i
mutlak olan Allah’a sığınıp tevekkül ederek ve İslami davamıza olan
bağlılığımızı daha da güçlendirerek mücadelemize ve yolumuza devam edeceğiz. En
gizli sırlar dahil, her şeyin hakikatini en iyi bilen ve gören Allah–u
Teala’dır…” (Kendi Dilinden Hizbullah ve Mücadele Tarihinden Önemli Kesitler, İ. Bagasi, Sayfa 102)
MUHTEREM EDİP GÜMÜŞ’ÜN ANLATIMIYLA 17 OCAK GÜNÜ BEYKOZ’DA YAŞANANLAR
Muhterem Edip Gümüş şöyle anlatıyor: “Operasyondan 10 gün önce Beykoz’daki eve
yeni taşınmıştık. Evde Şehid abi ve iki arkadaş ile birlikte kalıyorduk. Cemal
operasyondan bir gün önce yanımıza geldi.
Akşam silahları bodrumdan yukarı çıkarıp bakımını yaptık. Tüm silahlarımızı
çıkarıp bakımını yapmamız, bodrumda olması gerekirken bulunduğumuz kata getirmiş
olmamız kanaatimce gaybi yardımlardan sadece biriydi. Normal şartlarda bu
silahları ev içerisinde gözden uzak bir yerde muhafaza ederdik.
Gece saat 1. 30 sularında Şehid Rehber uyandı, abdest alıp namaz kıldı. Cemal
ile hal hatır sorup biraz sohbet ettiler. Bu esnada Şehid Abi eline bir Keleş
alıp; “bu, hiçbir zaman Kuran’dan ayrılmamalı” dedi. Daha sonra O uyanık kaldı
biz de uyuduk.
Operasyon günü öğleden önce yanımızda kalan iki arkadaş bazı ihtiyaçlar için
dışarı çıkmışlardı. Öğleden sonra namaz kıldık. Ben kendi odamda, Cemal ile
Şehit Abi de kendi odalarında çalışıyorlardı.
Bu arada evin dış kapısı yumruklarla çalmaya başladı. Aynı anda zile de
basıyorlardı. Perdenin kenarından dışarıya baktım ve karşı kaldırımda polisleri
ve bir kameramanı gördüm. Bu arada kapı hızlı bir şekilde çalmaya devam
ediyordu. Ben; “Dışarıda polisler var” deyince Şehid Rehber; “Açmayacağız” dedi.
O esnada Şehid Rehber; “Rahêlin Keleşa!” (silahları alın) diyerek duvara
yaslanmış keleşlerden birini aldı ana salona doğru yöneldi. Ben ve Cemal de
pencerenin yanından çekilip silahlara doğru giderken bir anda silah sesleri
gelmeye başladı.
Meğerse o esnada polisler pencereyi kırarak içeriye girmiş, Şehid Rehber ile
karşılaşmış ve aynı anda silahlarını ateşlemişler. Şehid Rehber de 2–3 el kadar
ateş edebilmiş ve mermileri polisin bulunduğu noktanın hizasında tavana
saplanmıştı. Silahların sesiyle ben ile Cemal Şehid abinin bulunduğu tarafa
yöneldik. Şehid Abi’yi yerde yatıyor gördük. Polisler Abi’nin şehit olduğunu
fark etmemiş olacak ki “Elinde keleş var, elinde keleş var!” diye
bağırıyorlardı. Polisi görmemizle onun aşağıya fırlaması bir oldu. Arkasından
seri halde ateş ettik. Artık içeriye giremediler.
Tüm bunlar en çok bir dakika içinde cereyan etti. Her şey bir anda oldu.
Polisleri püskürten Şehid Rehber, çatı katına çıkan merdivenin hemen başında
yerde yatıyordu. Onun o durumu karşısında, bir anda ne yapacağımızı şaşırdık.
Onunla mı ilgilenelim, dokümanlarla mı ilgilenelim bilemedik. Ancak bu durum
iki–üç dakika kadar sürdü ve Şehid olarak ruhunu teslim etti.
Onun Şehid olduğunu görünce, biz de dokümanlara yöneldik. İlk anda Cemal
merdiven başında nöbet bekledi. O sırada polisin gelebileceği tek yer
merdivenlerdi. Buranın korunması gerekiyordu. İkimizden birinin daha şehid
edilmesi, geriye kalanın hiçbir şey yapamaması anlamına geliyordu.
Ondan sonra polisler telaşla dışarıya doğru koşuşmaya başladılar. Cemal korumaya
geçti. Ben de imha etmemiz gereken eşyaları karıştırmaya başladım. Nihayet
CD’leri gördüm ve tamamını ufak parçalar halinde kırdım.
Öncelikli belgelerin imhasından sonra aşağıya indim ve Cemal’in nöbet beklediği
merdiven başında bu kez ben bekledim. Bir iki kez polis, merdiven sahanlığında
gözüktüyse de ateş edince artık çıkmaya cesaret edemediler. Cemal da evde
bulunan çalışır vaziyetteki altı adet bilgisayarın hard disklerine format atmaya
başladı. Format attığı hard diskleri yuvasından çıkarıp çatı katına giden
merdiven sahanlığına atıyordu. Çünkü format işi bittikten sonra aşağıda işimiz
kalmayacak ve çatı katına çıkıp bunları kurşunlayacaktık.
Artık çatı katına çıkmıştık. Orada kapalı bir oda vardı. Polisin tarayabildiği
ve el bombası attığı odalarda işimiz yoktu. Bulunduğumuz yere de biz onları
yaklaştırmıyorduk. Sonradan mevcut video ve teyp kasetlerini imha etme, yırtma
ve bozulurlar diye banyo küvetine su doldurarak içine atma ile uğraştık.
Bütün mermilerimizi korumaya ve hard diskleri kurşunlamaya harcadık. Elimizde
hiç mermi kalmadı.
Aşağı katta Şehid abiye ait bir bilgisayar vardı. Çatışma başlayınca bu kat ile
ilişkimiz kesildiğinden o bilgisayar hard diskini imha etme imkanı bulamadık.
Çıkan bazı bilgiler bu makinadan ele geçti.
Şehid abinin mübarek bedeninin bulunduğu yer tam da polislerin içeriye doluştuğu
odanın kapısının önüydü. Orada mübarek bedeni bulunduğu için kapı açılmıyordu ve
içeriye giremiyorlardı. Yani hayattayken tedbirleriyle bizi korumaya çalıştığı
gibi şehadetinden sonra da mübarek bedeniyle bizi korumuş, işimizi yaparken
kolaylık sağlamıştı.
Pek çok kişi oradan sağ kurtulmamızı hayretle karşılamıştır. Bu hususta
düşmanlarımız akla hayale gelmeyecek komplolar üretmiş, bizleri karalamış ve
Cemaatimizi de bizi de üzmüştür. Elbette burada söylediklerim, Allah tarafından
gözleri kör edilmişleri, kalpleri mühürlenmişleri ikna amacı taşımıyor. Amacım
bizi seven, hüsn–ü zanla meseleleri değerlendiren dostlarımızı aydınlatmaktır.
Şehid Rehber, şahadet aşığıydı. Dualarında şahadeti istediği hep duyulurdu. Bu
talep ve arzusunu Rabbine cehri olarak da çoğu kez iletirdi. “İnşaallah
düşmanın eline sağ düşmeyeceğim.” diyordu. Bu konuda çok emindi. Arzusu
kabul oldu ve ölümlerin en güzeli olan şehadetle Rabbine kavuştu.
Devam edecek…
|