Ana Menü
   ANA SAYFA

   İLETİŞİM

   SİTEDE ARA

   SİTEYİ ÖNER

   BASIN BÜROSU

   ŞEHİTLER ALBUMÜ
Bir Ayet - Bir Hadis
Bir Ayet:
Allah ve Resûlü bir ise hüküm verdigi zaman, inanmis bir erkek ve kadina o isi kendi isteklerine göre seçme hakki yoktur. Her kim Allah ve Resûlüne karsi gelirse, apaçik bir sapikliga düsmüs olur. Ahzap/36

Bir Hadis:
Bir insanın gerçek zenginliği, onun bu dünyada yaptığı iyiliklerdir.
En Son Eklenenler
Hizbullah Cemaati...

Hizbullah Cemaati...

Hizbullah Cemaati...

Hizbullah Cemaati...

Hizbullah Cemaati...

Cemaati Rehberi M...

Hizbullah Cemaati...

Hizbullah Cemaati...

HİZBULLAH REHBERİ...

Hizbullah Rehberi...

Hizbullah Cemaati...

Hizbullah Cemaati...

ŞEHADETİNİN 23. Y...

HİZBULLAH CEMAATİ...

HİZBULLAH CEMAATİ...

HİZBULLAH CEMAATİ...

MUHTEREM EDİP GÜM...

ŞEHADETİNİN 22. Y...

Hizbullah Cemaati...

MUHTEREM EDİP GÜM...

MUHTEREM EDİP GÜM...

ŞEHADETİNİN 21. Y...

HİZBULLAH REHBERİ...

HİZBULLAH REHBERİ...

HİZBULLAH BASIN B...

HİZBULLAH REHBERİ...

HİZBULLAH REHBERİ...

HİZBULLAH REHBERİ...

HİZBULLAH REHBERİ...

HİZBULLAH REHBERİ...

YENİ ZELANDA’DAKİ...

ŞEHADETİNİN 19. Y...

AİDİYET (BİZ NEREYE AİDİZ?)

BİZ NEREYE AİDİZ?

Allah’ın adıyla!

Aidiyet neye göredir? Bunun ölçüsü, kıstası, mikyası nedir? Neye göre belirlenir?
Dile göre mi?
Renge göre mi?
Soya/ırka göre mi?
Toprağa göre mi?
Fikre göre mi?
Dine göre mi?
Bunların hangisi bizim aidiyetimizi ve nereye ait olduğumuzu belirler veya hangisi belirlemelidir?

Bunların hepsi iç içe geçmiş halkalar gibidir. Hepsi de aidiyetimiz ve nereye ait olduğumuz konusunda belirleyici özelliğe sahiptir.

Ancak burada öncelik hususu önem arz etmektedir. Yani bu halkaların merkezi hangisidir, hangisi önceliklidir yada öncelik hangisine verilmelidir.

Elbette ki bu husus; sahip olduğu inanca göre insandan insana farklılık arz eder. Kimi dili esas alır, kimi fikri, kimisi diğer bir hususu…

Ancak biz Müslümanız ve bizim için önemli olan ilahi vahyin öğretileridir. Kim hangi görüşe sahip olursa olsun, kim hangi iddiada bulunursa bulunsun ve kim aidiyeti neye göre belirlerse belirlesin, bizim inancımız odur ki; insanları yaratan ve bu dünyada bir hayat sınavından geçiren Allah (cc), onlar için en doğru yolu göstermiştir. Neye, nasıl inanmaları gerektiğini ve dolayısıyla inanç sistemini, hayatın hakikatlerini ve dolayısıyla hayata bakış açısını, ibadet yollarını ve yaşam biçimini, ferdi, ailevi ve sosyal alandaki sorumluluklarını, kısacası inancıyla, amelleriyle ve sorumluluklarıyla kimliklerini ve görevlerini onlara teferruatıyla haber vermiş, bu konuda emir ve yasaklarını beyan etmiştir. O halde, Allah’a (cc) iman eden ve ben Müslümanım diyen kişinin, her şeyde olduğu gibi bu konuda da ilahi vahiyle bildirilenleri esas alması ve ona göre hareket etmesi gerekir.

Kişi kendisini neye nispet ederse, niyet ve amelleri de ona göre istikamet kazanır. O bakımdan aidiyet insan hayatında önemli bir yer tutar.

O halde biz de; bu konuda ilahi vahiyle bildirilenlere bakalım ve bize nasıl yol gösteriyor görelim.

İşte Rabbiniz Allah O'dur. O'ndan başka ilah yoktur. O, her şeyin yaratıcısıdır. Öyle ise O'na kulluk edin, O her şeye vekildir (güvenilip dayanılacak tek varlık O'dur). (En’am 102)

De ki: Şüphesiz benim namazım, ibadetlerim, hayatım ve ölümüm hepsi âlemlerin Rabbi Allah içindir. (En’am 162)

Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım. (Zariyat 56)

Evvela; biz Allah’ın (cc) kullarıyız ve her şeyimizle O’na aidiz. O, bizim sahibimiz, malikimiz ve Rabbimizdir. Hüküm O’nundur, emir O’nundur ve biz O’na bağlıyız. O’na inanır, O’na itaat ve ibadet ederiz. Bu, bizim Rabbimize karşı olan kulluk vazifemizdir ve biz bundan dolayı mükellefiz.

Bana Müslümanlardan olmam emredildi. (Neml 92)

Size Müslüman adını veren O'dur. O halde namaz kılın, zekat verin, Allah'a sarılın. O sizin sahibinizdir. (Hac 78)

Ey iman edenler! Allah'tan, O'na yaraşır şekilde korkun ve ancak Müslümanlar olarak can verin. (Al-i İmran 102)

Müminler ancak kardeştirler. (Hucurat 10)

Sizin dostunuz ancak Allah, O'nun Peygamberi ve namaz kılan, zekat veren ve rüku eden müminlerdir. (Maide 55)

Mü’minler, Müminleri bırakıp da kâfirleri dost edinmesin. Kim bunu yaparsa, artık onun Allah nezdinde hiçbir değeri yoktur. (Al-i İmran 28)


Bir hadiste şöyle buyurulmaktadır: Birbirlerini sevmede, birbirlerine merhamette, birbirlerine şefkatte Mü’minlerin misali; bir bedenin misalidir. Ondan bir uzuv rahatsız olsa, diğer uzuvlar uykusuzluk ve hararette ona iştirak ederler (Buhari, Müslim)

Sonra; biz Müslümanız. Dinimiz İslam, kitabımız Kur’an, Peygamberimiz Muhammed (sav)’dir.

Bu inanç ve din, Mü’min ve Müslümanların ortak inanç ve dinidir. Onları bir araya getirir, birleştirir, aynı safta yerleştirir ve kardeş yapar. Dolayısıyla imanın ve İslam’ın şartlarında ifadesini bulan hususiyetlere hakkıyla inanıp gereğini yerine getirmeye çalışanlar, inanmayanlardan ayrı bir topluluktur. Bu, İslam ümmetidir. O halde Müslüman, İslam ümmetinin mensubudur, yeri Müslümanların yanıdır.

Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı bir ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten men edersiniz ve Allah'a inanırsınız (Al-i İmran 110)

Bir hadiste şöyle buyurulmuştur: Mü'minlerin kanı eşittir. Onlar kendilerinden başkalarına karşı tek bir el gibidirler. (Ebu Davud, Nesai)

Rasulullah (sav) bir başka hadiste şöyle buyurmuşlardır: Her ümmet kendi peygamberine tabi olur (Buhari)

O gün her ümmeti, diz çökmüş görürsün. Her ümmet kendi kitabına çağırılır, (onlara şöyle denilir:) "Bu gün, yaptıklarınızla cezalandırılacaksınız!" (Casiye 28)

Bu yüzden İslam, ümmete vurgu yapar; aynı dili konuşanları, aynı renkte olanları veya aynı soydan gelenleri değil, hangi peygambere tabi oldukları ve hangi dine mensup olduklarına göre onlara hitap etmektedir.

Göklerin ve yerin yaratılması ile dillerinizin ve renklerinizin farklı olması O'nun ayetlerindendir. (Rum 22)

Ey insanlar! Doğrusu biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Ve birbirinizle tanışmanız için sizi kavimlere ve kabilelere ayırdık. (Hucurat 13)

Peygamber, müminlere kendi canlarından daha yakındır. Eşleri, onların analarıdır. Akraba olanlar, Allah'ın Kitabına göre, (mirasçılık bakımından) birbirlerine diğer müminlerden ve muhacirlerden daha yakındırlar. (Ahzap 6)

Muhakkak ki Allah, adaleti, iyiliği, akrabaya yardım etmeyi emreder, çirkin işleri, fenalık ve azgınlığı da yasaklar. O, düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor. (Nahl 90)

Onda sükunet bulup huzura kavuşmanız için, size kendi nefislerinizden eşler yaratması ve aranızda bir sevgi ve merhamet var etmesi de O'nun ayetlerindendir. (Rum 21)

Ey insanlar! Kendinizi ve ailenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun. (Tahrim 6)

Sonra; bir dilimiz vardır
Sonra; bir kavmimiz
Sonra; bir kabilemiz, akrabalarımız
Ve sonra bir ailemiz vardır.

Bunlar; insanlar arasında onları birbirlerine bağlayan bağlardır, onların ortak yanlarıdır. İnsanlar arasında bu bağlar çoğaldıkça ve ortak yanlar arttıkça, birbirleri üzerindeki hak ve sorumlulukları da artar.

Ancak bu bağların merkezinde inanç vardır. İnanç bağı olduktan sonra diğer bağlar ehemmiyet kazanır. İnanç bağı olmayınca diğer bağların hiçbir hükmü ve değeri kalmaz.

Allah'a ve ahiret gününe inanan bir toplumun babaları, oğulları, kardeşleri ya da akrabaları da olsa, Allah'a ve Resulüne düşman olanlarla dostluk ettiğini görmezsin (Mücadele 22)

O halde Müslümanım diyen için, aidiyeti belirleyen esas unsur inanç ve dindir. Öncelik inanç ve dindedir. Diğer unsurlar inanç ve dinden sonra gelmektedir.

Aynı dili konuşuyor olsalar da, aynı renkten, aynı soydan ve hatta aynı aileden olsalar bile, Müslümanlar inanmayanlardan tamamen ayrılmakta ve onlarla hiçbir ortak bağları kalmamaktadır. Çünkü din bağını koparan kişi; dil, kan ve renk gibi bağlarını da koparmış olur. Din bağı yok iken, diğer bağların hiçbir hükmü kalmamaktadır.

Nuh (as), kendisine iman etmeyerek gemiye binmeyen ve tufanda boğulan oğlu için Allah’tan onu kendisine geri vermesini isteyince ve Allah’ın, ailesini ve inananları boğulmaktan kurtaracağı konusundaki vadini hatırlatınca Allah (cc), sözü edilen kişinin iman etmediğini ve dolayısıyla O’nun oğlu olmadığını emir buyurmuştur.

Nuh Rabbine dua edip dedi ki: Ey Rabbim! Şüphesiz oğlum da ailemdendir. Senin vâdin ise elbette haktır. Sen hakimler hakimisin. Allah buyurdu ki: Ey Nuh! O asla senin ailenden değildir. Çünkü onun yaptığı kötü bir iştir. O halde hakkında bilgin olmayan bir şeyi benden isteme! Ben sana cahillerden olmamanı tavsiye ederim. (Hud 45,46)

Ey iman edenler! Eğer babalarınız ve kardeşleriniz imana karşılık küfürden hoşlanıyorlarsa, onları dost edinmeyiniz. Sizden her kim onları dost edinirse işte onlar da zalimlerin ta kendileridir. (Tevbe 23)

Rasulullah (sav) Medine’ye hicret ettiği zaman yaptığı ilk işlerden biri Müslümanlar arasında kardeşlik tesis etmesiydi. Ardından, Medine vesikası diye meşhur olan ilk yazılı metni yazdırıp bütün halka ilan etti. Bu yazılı metinde; Müslümanların sair insanlardan ayrı ve bağımsız bir topluluk oldukları, Müslümanların kan diyetlerini kendi aralarında ortaklaşa ödeyecekleri, hiçbir Mü’minin diğer bir Mü’min aleyhinde başkalarıyla anlaşma yapamayacağı ve hiçbir Mü’minin diğer bir Mü’min aleyhinde kafire yardım edemeyeceği, İslam’a ve Müslümanlara karşı azgınlık edenlere karşı bütün Müslümanların tek bir el olarak kalkacağı, hiçbir Mü’minin diğer Mü’minlerden ayrı olarak hareket edemeyeceği ve Allah yolundaki bir savaşta onlardan ayrı olarak barış yapamayacağı, Mü’minlerin birbirlerinin Allah yolunda dökülen kanlarının öcünü almakla mükellef olduğu, kısasın uygulanacağı, ihtilaf halinde ve sorunların çözümünde konunun Allah’a ve Rasulüne havale olunacağı…..gibi konular içeriyordu. (İbni İshak, İbni Hişam)

Ancak bu gün, Müslümanım dediği halde ve içinde yaşadığı ortamda İslam aleyhinde faaliyetler yürütüldüğü ve Müslümanlara zulüm yapıldığı halde, bunlara karşı duyarsız kalabilen ve fakat kavmiyet davasını güden insanlar vardır.

Bu gün, Müslümanım dediği halde Müslümanların birliğinden kopan ve gayri İslami fikir mensuplarıyla amaç birliği içinde hareket eden insanlar vardır.

Bu gün, Müslümanım dediği halde beşeri sistemlere hizmet eden ve ilahi sistem olan İslam’a karşı çıkan insanlar vardır.

Ve bu gün, Müslüman çocuğu olduğu ve Müslüman bir toplumda yetiştiği halde İslam’a ve Müslümanlara sırt çeviren ve düşmanlık yapan insanlar vardır.

Peki bunlar kendilerini neye nispet ediyorlar? Neden öyle yapıyorlar?

İslam’ı hayatlarının merkezinden çıkarıp bilinçli veya bilinçsiz geri plana itiyorlar. Hayatlarının merkezine İslam inancını değil; dili, kavmi, beşeri ideolojiyi yerleştiriyorlar ve bu, onların düşünce, niyet ve amellerine istikamet veriyor.

Müslümanlar için belirleyici faktör ancak İslam’dır, İslam inancıdır.

İslam’da kavmiyetçilik yoktur. Ancak kavimlerin inkarı da yoktur. Bir kavim için kavmiyet mücadelesi vermek yoktur. Ancak bir kavme zulmedilmesine, yok sayılmasına ve sindirilmeye çalışılmasına seyirci kalmak da yoktur. Hele bu kavim Müslüman bir kavim olursa, eli yetişen hiçbir Müslümanın buna karşı sessiz ve duyarsız kalmasını İslam kabul etmez ve onaylamaz.

Dil, kavim, kabile, aile, renk….bunlar, bir insanın nispet edilebileceği ve bir insanın kendisini nispet edebileceği tabii şeylerdir. Bir Müslüman kendisini tabii olarak mensubu bulunduğu kavme, kabileye, dile veya aileye nispet edebilir. Ancak bunları, kültürünün oluşmasında, hayatına yön vermede, yaşamının şekillenmesinde, dava ve mücadelesinde eksen yapamaz ve referans alamaz.

Kişinin kendisini kavmine nispet etmesi yada kavmine sahip çıkarak haklarını müdafaa etmeye çalışması ayrı bir şeydir, hayatını, mücadelesini, fikir ve düşüncelerini tamamen kavme adaması, kavmiyetçilik gütmesi ve kavmi bunlara eksen yapması ayrı bir şeydir.

Allah’ın (cc) Rasulü (sav) şöyle buyurmuştur: İnsanları bir asabiyet için toplanmaya çağıran, bir asabiyet için savaşan ve asabiyet uğrunda ölen bizden değildir. Bu ölüm cahiliye ölümüdür. (Müslim, Nesaî, İbn Mace)

İmanın ve İslam’ın şartlarında ifadesini bulan hususlara inanan ve ben Müslümanlardanım diyen biri, dili, rengi ve soyu ne olursa olsun İslam ümmetinin bir ferdidir ve İslam ümmeti, dili, rengi ve soyu ne olursa olsun bütün Müslümanlar için bir şemsiye ve çatı konumundadır. Ümmet bir aile, kavimler bu ailenin bireyleri ve Müslümanlar, bu bireylerin bedenlerindeki uzuvlardırlar. Dolayısıyla ümmet içinde hiçbir kavmin diğer bir kavme göre üstünlüğü yada ayrıcalığı yoktur. Ümmet içindeki her kavim, dil, kabile veya renk; zenginlik, çeşitlilik ve dolayısıyla güzelliktir, kuvvettir.

Rasulullah (sav) şöyle buyurmuştur: Ey insanlar! Dikkat edin, Rabbiniz birdir. Hiçbir Arabın Arap olmayana üstünlüğü yoktur ve hiçbir Arap olmayanın da hiçbir Araba üstünlüğü yoktur. Siyah renkte olanın hiçbir beyaz renkte olana, beyaz renkte olanın da hiçbir siyah renkte olana üstünlüğü yoktur. Üstünlükler ancak takva iledir. Şüphesiz ki Allah katında en değerliniz Allah'tan en çok sakınanınızdır. ……" (Beyhaki)

Başka bir hadiste de yine şöyle buyurmuştur: Allah Teala kıyamet günü sizin soyunuzdan sopunuzdan sormayacaktır. Şüphesiz ki Allah katında en üstün olanınız kötülüklerden en çok sakınanınızdır. Diğer bir hadisin ifadesi de şöyledir: Allah sizin mallarınıza ve şekillerinize bakmaz, fakat o sizin kalplerinize ve amellerinize bakar. (Müslim, İbn Mace)

Ancak bu, Müslümanların ümmet içinde kendi kavimlerine, dillerine ve gayri İslami olmayan kültürlerine karşı sorumluluklarını ortadan kaldırmaz ve bunlara sahip çıkmalarına engel olmaz.

Ümmeti bir orduya benzetecek olursak; ümmet içindeki kavimlerin her biri, ordunun farklı birer birlik ve kuvvet unsurlarıdır. Bu farklı birlik ve unsurlar, birlikte orduyu meydana getirir ve ordunun bütününü oluştururlar. Dolayısıyla her unsur nasıl ki kendi düzen, intizam ve işleyişlerinden sorumlu ise ve aynı zamanda ordunun genel düzen, intizam ve işleyişine göre hareket etmekle mükellef ise ve ondan ayrı ve bağımsız hareket edemiyorsa, aynen öyle de ümmet içindeki her kavim, ümmetten ayrı ve bağımsız düşünülemez.

Onun içindir ki İslam, ümmete vurgu yapar. İnananların bir ümmet ve inanmayanlardan tamamen ayrı bir topluluk olduğunu söyler. Hem bu dünyada ve hem de ahirette onları aynı dinin mensupları olarak ve İslam ümmeti olarak muhatap alır. Bu dünyada ortak sorumluluklar yükler ve ahirette sorumlu tutuldukları hususiyetlerden onları hesaba çeker.

Bir Müslüman; sırasıyla, kendisinden, ailesinden, yakın akrabalarından, uzak akrabalarından ve nihayet kendi kavminden dolayı sorumluluk sahibidir. Bunlara karşı İslam’ı tebliğ etmek, İslam’ın çatısı altında birleşip İslami bir hayat sürmek ve İslam’ın hakimiyeti için çalışıp gayret göstermekle mükelleftir.

Bu, imkan elverdiği müddetçe ve diğerleri ipleri tamamen koparmadığı sürece devam edecektir. Ancak her şeye rağmen diğerleri ipleri tamamen koparınca, aynı kavimden, akraba veya aynı aileden olsalar bile Müslümanın onlarla ortak hiçbir şeyi kalmaz. Onlar din bağını kopardıkları için, Müslümanın onlarla dünyalık başka hiçbir bağı kalmamış olur.

Nitekim Rasulullah’ın (sav) hayatında bu husus bariz bir şekilde görülmektedir. Ebu Leheb O’nun öz amcası olduğu ve Ebu Cehil O’nun yakın akrabası olduğu halde, bunlara karşı savaşmıştır.

Şimdi bu bilgiler ışığında bazı hususlara işaret etmek istiyorum.

Bu gün bizim hakkımızda, söz konusu ettiğimiz husus ile ilgili pek çok kesimden birçok yorum ve değerlendirmeler yapılmaktadır. Özellikle birbirine tamamen zıd olan şu iki görüş dikkat çekicidir.

Bir kesime göre; biz Kürdistan’lı olduğumuz halde, Kürdlere karşı ilgisiz kalmakta, Kürdlere yapılan zulüm ve baskılara karşı bir şey yapmamaktayız.

Diğer bir kesime göre ise; Kürdüz ve Kürdçülük yapmaktayız.

İşin hakikati ise bunların hiçbirisi gibi değildir. Biz ırkçı olmadığımız ve dolayısıyla Kürdçülük yapmadığımız gibi, Müslüman Kürd halkının dini ve insani temel haklarına karşı da ilgisiz ve duyarsız değiliz.

İlahi vahyi esas almayan ve Allah’a ulaştırmayan hiçbir icraat ve yolda hayır yoktur. Bu dünyada bir fayda sağlamadığı gibi ahirette de hesaba takılacaktır. Biz, amaç, hedef ve bütün faaliyetlerimizde; insanlara, içinde yaşadığımız topluma ve Müslüman halka karşı bu bakış açısıyla yaklaşmakta ve bu sorumluluk duygusuyla hareket etmekteyiz. Onların hem dünya ve hem de ahiret saadet ve kurtuluşu için çaba sarf etmekteyiz.

Biz, sorumlu hareket etmekteyiz, etmek zorundayız. Kürdistan merkezli olmamız hasebiyle Kürdistan’da yaşayan halka ve dolayısıyla Müslüman Kürd halkına karşı sorumluluklarımızı yerine getirmeye çalışmaktayız. Ancak bu bizi, ümmetin mensubu diğer kavimlere karşı ilgisiz kılmamakta, Müslüman Kürd halkına karşı sorumluluğumuzu yerine getirirken, onları ümmetten tamamen ayrı ve bağımsız düşünmemekteyiz. Aksine onların, ümmetin bir parçası ve asli bir unsuru olduğunu savunmakta ve ümmet içindeki yerini almasını istemekteyiz.

Kürdler; İslam’ın zuhurundan kısa bir müddet sonra İslam’ı seçmiş ve 1300 yıldır ümmet içinde İslami kimliğini muhafaza ederek yaşamış ve hizmet etmiştir. Ancak bir asırdır bilinçli ve sistemli bir şekilde dininden ve aynı zamanda etnik kimliğinden uzaklaştırılmaya ve sindirilmeye çalışılmaktadır. Bu çerçevede kesintisiz bir baskı, zulüm ve sindirmeye tabi tutulmuş ve tutulmaktadır.

Müslümanların buna karşı sessiz ve duyarsız kalması düşünülemez. Dolayısıyla bizlerin, böyle bir konuda sorumluluğunu yerine getirmeden ve üzerine düşeni yapmadan seyirci kalması beklenmemelidir.

Biz; halkımıza karşı sorumluluk taşımaktayız. Bu halk, Müslüman bir halktır. Bu halkın dininden uzaklaştırılmasına müsaade etmeyeceğiz. Bu halkın dinine, namusuna ve insani haklarına yönelik saldırılara karşı İslami mücadelemizi sürdürecek ve halkın yanında yer alacağız. İslami mücadelede hiç kimseden talimat almaya, yol ve yöntem öğrenmeye ihtiyacımız da yoktur. Rasulullah’ın (sav) hayatı ve mücadelesi ortadadır. Bizim referansımız O’dur ve dayanağımız Allah’ın (cc) kitabıdır.

Allah’a emanet olun.
M. ALİ NUR

Diger Basliklar
   POLİS VE JİTEMİN İFSAT YÖNTEMLERİ -43
   POLİS VE JİTEMİN İFSAT YÖNTEMLERİ -42
   POLİS VE JİTEMİN İFSAT YÖNTEMLERİ -41
   POLİS VE JİTEMİN İFSAT YÖNTEMLERİ -40
   POLİS VE JİTEMİN İFSAT YÖNTEMLERİ -39
   POLİS VE JİTEMİN İFSAT YÖNTEMLERİ -38
   POLİS VE JİTEMİN İFSAT YÖNTEMLERİ -37
   POLİS VE JİTEMİN İFSAT YÖNTEMLERİ -36
   POLİS VE JİTEMİN İFSAT YÖNTEMLERİ -35
   POLİS VE JİTEMİN İFSAT YÖNTEMLERİ -34
   POLİS VE JİTEMİN İFSAT YÖNTEMLERİ -33
   POLİS VE JİTEMİN İFSAT YÖNTEMLERİ -32
   POLİS VE JİTEMİN İFSAT YÖNTEMLERİ -31
   POLİS VE JİTEMİN İFSAT YÖNTEMLERİ -30
   POLİS VE JİTEMİN İFSAT YÖNTEMLERİ -29
   POLİS VE JİTEMİN İFSAT YÖNTEMLERİ -28
   POLİS VE JİTEMİN İFSAT YÖNTEMLERİ -27
   POLİS VE JİTEMİN İFSAT YÖNTEMLERİ -26
   POLİS VE JİTEMİN İFSAT YÖNTEMLERİ -25
   POLİS VE JİTEMİN İFSAT YÖNTEMLERİ -24
İlan ve Mesajlar
 
 
 
Şehid Rehber
Şehidlerin Hayatı
Savunmalar
Manifesto


K. Dilinden Hizbullah


Anasayfa | Videolar | Arama | Siteyi Öner | Mobil | İletişim | Yukarı Git