Allah’ın
adıyla!
KÜLTÜREL YOZLAŞTIRMA YÖNTEMLERİ
Laik Kemalist Rejimin, toplumun sosyal dokusunu bozmak için uyguladığı
yöntemlerden biri de kültürel yozlaştırmadır.
Halkımız
Müslümandır ve dinine büyük bağlılığı vardır. Halkımızın en belirgin iki
özelliği; dinine ve namusuna olan bağlılık ve düşkünlüğüdür. Bu özelliği,
yüzyıllardan beri bilinmektedir. Dolayısıyla halkımızın kültürü İslam’a göre
şekillenmiştir. Aile bireyleri arasındaki ilişkiler, komşuluk ilişkileri, akraba
ilişkileri, düğünler, taziyeler, alış–veriş adabı, hatta mimari yapısına kadar
toplumun sosyal dokusu tamamen İslam gölgesinde şekil almıştır.
Laik Kemalist Rejim ise İslam düşmanlığı ve Türk milliyetçiliği üzerine bina
edilmiştir. Hal böyle olunca, Müslüman halkın inanç ve kültürüne tamamen
yabancı, arzu ve iradelerine muhalif, dolayısıyla razı olmadıkları bir sistem
olmuştur. Bu yüzden, kuruluşundan günümüze kadar söz konusu rejim ile Müslüman
halk hiçbir zaman barışık olmamış, halk sürekli huzursuz olmuş, rejim ise
sürekli baskı ve dayatmalarda bulunmuştur.
Laik Kemalist Rejim, halkın inanç ve taleplerini dikkate alıp ona göre hareket
edeceğine ve devlet organlarını halkın hizmetine vereceğine, sistemi halka zorla
dayatmaya çalışmış, boyun eğdirmek, sindirip itaat ettirmek için büyük zulümler
yapmıştır.
Günümüzde de aynı zihniyet devam etmekte olup, toplumu kendi istediği hizaya
getirmek için çeşitli yöntemlere başvurmaktadır ki bunların bir kısmı geçen
bölümlerde anlatıldı. Bu yöntemlerden biri de toplumu kültürel yönden
yozlaştırmaktır. Toplumun kültürü İslam ile şekillendiği için; İslam’ın
toplumdaki dinamiklerini tahrip edip ortadan kaldırarak toplum ile İslam arasına
mesafeler koymaya, toplumun İslam algısını değiştirmeğe, topluma gayri İslami
yaşantı biçimlerini dayatarak İslami yaşantıyı ortadan kaldırmaya çalışmaktadır.
Bunu da planlı, programlı ve sistemli bir şekilde yapmaktadır.
Toplum içinde önemli kademelerde bulunan bazı şahsiyetleri, tanınmış ve meşhur
olmuş bazı akademisyen, sanatçı, gazeteci ve yazarları kullanarak toplumun
inancını tahrip edip kültürünü yozlaştırmaya çalışmaktadır. Bunun için bazı TV
kanalları, gazeteler, radyolar, STK adı altında kurulan bazı kuruluşlar ve bazı
üniversitelerin bünyesindeki bölümleri kullanmaktadır. Polis ve jitemin ise bu
faaliyetlerde rolü son derece büyüktür çünkü doğrudan rol almaktadır.
Türkiye’de bu faaliyetler çerçevesinde kullanılan çok sayıdaki insanlardan biri
olan K. K. ; konuyla ilgili verdiği bilgilerin bir bölümünde şunları söylüyor:
“…. . Evet, askeri şura bunları uygulattıktan sonra bizi de psikolojik
harekâtın içerisine çekmek için toplantılarına çağırdı. Yüksek rütbeli bir
askerin bize brifing vermesi için bir toplantı yapıldı. Ve bize o brifingde
Müslümanların Türkiye Cumhuriyetinin temellerine dinamit koyduğu ve bunun önünü
kesmemiz gerekli olduğu ve bilhassa Hizbullahi hareketin öncülüğünde bunların
yapıldığı ve bundan dolayı da Türkiye Cumhuriyetinin ayakta kalabilmesi için
bunların uygulanması gerekli olduğu söylendi ve bize verilen brifingde bir takım
isteklerde bulundular. Ve biz de bu brifingde bulunduk. Ve benim bildiğim
kadarıyla bu brifingde bulunanlardan, ilahiyatçı Y. , gazeteci N., A. ve C. ile
ilahiyatçı İ. gibi insanların da bu gibi işlerde görev aldıklarını biliyorum.
Ramazan ayı seçildi. Yani denildi ki, Ramazan ayında işte çıkacaksın, Müslüman
feminizm adına şunları, şunları anlatacaksın. Ben de bu görevi seve seve o zaman
kabul ettim. Ve önce, bir Ramazan öncesi bir iki gün beni halkın karşısına
çıkartılar. Ve Ramazanda da periyodik aralıklarla bana programlarında yer
verdiler. Ve ben de çıkıp işte, önce Türkçe ibadeti gündeme getirdim. Dedim ki;
“Türkçe ibadet yapmak zorundayız” çünkü brifingde bize ilk verilen görev buydu.
Ve ben ayetlerle, hadislerle de kendimce bunları ortaya koydum. Ve ardından
kadınlarla erkeklerin karışık namaz kılmasını, işte Cuma namazı, cenaze namazı,
kadın erkek birlikte olmalı diyerek bunları gündeme getirdim. Hemen arkasından
tabiî ki sistemin yetiştirdiği hocalar ve müftüler aracılığı ile işte birlikte
cenaze namazları tertiplendi, ön saflarda kadınlara yer verilerek bunlar derhal
uygulandı. Çok da hoşuna gitmişti laik kesimin. Ve onlardan beni sokakta
görenler alkışlıyordu, beni öpüyordu, teşekkür ediyordu, gerçekten biz
bilmiyorduk böyle olduğunu diyorlardı. Yaptığım işi başarı ile bitirmiştim.
Ondan sonra tabi ki bu işin içerisinde görev alan gazeteci A. ki Amerika’da
öğrenim görmüş, bir CIA ajanı, sistem onu bilhassa oraya göndermiş, yetiştirmiş
ve Türkiye’ye geldiğinde ona talk şovlar verilmişti. Ne yapıyordu, bilhassa Cuma
sohbetleri adı altında ilahiyatçı Y. ile birlikte programlar düzenliyorlardı.
İnsanların kafalarına işte reankarnasyon, büyücülük, cincilik, muskacılık, şu bu
diyerek insanları anlatıyorlardı. Ve insanlar da evet diyorlardı, hoca bu işi
bilir, bu işin ilmini almış, bize düşen onu dinlemek, onun kitaplarını okumak,
biz de buna itaat edeceğiz diye düşünüyordu bilinçsiz bir şekilde. Ve böylece Y.
‘ye sistem üç kanalda birden program vermişti. Birinde kanal …. . , bu kanal
Avrupa’ya yayın yapıyordu. Avrupa’daki Müslümanlara yönelikti. İki kanal da
Türkiye’deydi.
Ve ardından, bağlı bulunduğum ……………. derneğine, Amerikan kültür ateşesi Endro
Portez ve Nilgün denilen bir bayan geldiler, bizim derneğimizi ziyaret ettiler.
Tabi ki ben orada görev aldığım için. O ziyaretin görünüşteki amacı derneğe
yardım yapmaktı. İşte, siz kadınlara dönük faaliyet yaparsanız size yardım
edeceğiz dediler. Ve bize öğleden sonra oturup bir konuşma yaptılar ve gittiler,
aradan şöyle 10–15 gün geçti bize davetiyeler geldi. Davetiye dernek
başkanımıza, bana ve bir de başka bir üye arkadaşımıza gelmişti. Bu davetiyede
biz Dedeman oteline davet edilmiştik. Orada ‘sivil toplum kuruluşlarının
örgütlenmesi’ adı altında seminerler verilecekti iki gün ve biz bu toplantıya
davet edildik. Gittik, orada Türkçe bilen bir arkadaş bize yardımcı olarak, ona
çeviri yaptı, beni tanıttı, o da beni basından zaten çok iyi tanıdığını, beni
takdirle karşıladığını, çalışmalarımın çok iyi olduğunu ve bundan dolayı
Amerika’ya davet ettiğini söyledi.
Dedeman otelindeki toplantıya Amerikan’dan iki kişiyi getirmişlerdi. Birisi
masondu. İnsanları örgütleme üzerinde durdu. Toplantı iki gün sürdü. Biz
dağılmadan önce, Endro Portez ve o Türkçe bilen arkadaşıyla birlikte beni bir
kenara çektiler, ayrı bir oturumumuz oldu. Ve dediler ki; “İşte seni biz
Amerika’ya götüreceğiz, çalışmalarında başarılı olman için sana bazı konularda
eğitim vereceğiz, psikolojik ve sosyolojik olarak da insanlar üzerinde bir etki
kurabilmen için. Yani tıpkı Selman Rüştü ve Edip Yüksel gibi insanların konumuna
getirmek için seni Amerika’ya götüreceğiz. Ve döndüğünde aldığın eğitim ve
düşüncelerle Müslümanlar üzerinde bir takım çalışmalar yapacaksın” denildi. Ve
ben bunu severek kabul ettim. Amerika’ya da götürülecektim, bu insanlarla da
birlikte olacaktım. Ve gelecektim bir takım çalışmalarda bulunacaktım. . . …”
Allah’a emanet olun.
M. ALİ NUR
|