Allah’ın adıyla!
Bilindiği gibi İran’da geçtiğimiz Haziran ayında cumhurbaşkanlığı seçimleri yapılmış, ardından itirazlar yükselmiş ve bu itirazları gösteriler takip etmişti. Aradan geçen altı aylık zamana rağmen muhalefet kanadı susmadı ve her vesileyle Tahran sokaklarında boy göstermeye devam etti.
Her ülkede seçimler yapılır. Seçimler, halkın yönetime katılmasının yegane yoludur. Bununla birlikte yapılan seçimlerin çoğunun ardından, muhalefet kanadını temsil edenlerce çeşitli itirazlarda bulunulur. Çünkü birçok ülkede seçimlere hileler karıştırılmaktadır veya karıştırıldığı iddia edilmektedir. Dolayısıyla bu itirazlar, günümüz seçimlerinin bir parçası haline gelmiştir ve son derece tabii bir haldir.
Ancak tabii olmayan şey, Amerika’nın bunu kullanarak hedef tahtasına oturttuğu ülkelerin iç işlerine karışması, o ülkelerde karışıklık çıkarması, hatta yönetimlerine müdahale etmesidir. Gürcistan’daki kadife devrimi bunun tipik bir örneğidir.
Amerika, kendisini dünyanın jandarması gibi görmekte, mevcut uluslar arası kurum ve yasalara rağmen dünyaya yeni düzen vermeye çalışmaktadır. Karşı çıkan ülkeleri hedef almakta, direkt veya dolaylı yoldan o ülkelere müdahale etmektedir. Şu anda 150 dolayındaki ülkede asker bulundurmakta ve askeri faaliyet yürütmektedir. Bu değişimin ana hedefini ise İslam coğrafyası oluşturmaktadır. Çünkü Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği’nin dağılmasından sonra, İslam’ı en büyük tehdit olarak kabul etmektedir. Bu yüzden İslam coğrafyasındaki, özellikle de Ortadoğu’daki İslami unsurları ve hareketleri düşman hedefler olarak görmekte ve yok etmeye çalışmaktadır. İran ise, düşman hedeflerin merkezinde bulunmaktadır. Dolayısıyla Amerika için İran, oluşturmak istediği yenidünya düzeninde yeri olmayan ve yok edilmesi gereken bir konumdadır.
Amerika’nın; oluşturmak istediği yenidünya düzeni çerçevesinde, hedef aldığı ülkelerde uyguladığı iki stratejisi vardır.
Birincisi, askeri müdahaledir ve bunu doğrudan yapmaktadır. İkincisi ise siyasi müdahaledir ki, bunu da dolaylı yapmaktadır.
Hedefindeki ülkenin durumuna göre strateji belirlemekte ve bu iki seçenekten uygun olanı uygulamaya koymaktadır. Kontrol altına alamadığı ülkelerde askeri müdahale imkanı bulursa, bunu uygulamaya koyar ve askeri müdahaleyle ülkeyi her yönüyle kontrolüne almaya ve şekil vermeye çalışır. Çünkü bu, onun için en etkili yoldur. Afganistan ve Irak, bunun en canlı örneğidir.
Ancak askeri müdahale imkanı bulamadığı ülkelerde ise ikinci seçenek olan siyasi müdahaleyi devreye koyar. İşte İran’da seçim bahanesiyle baş gösteren hadiseler, Amerika’nın devreye koyduğu bu ikinci stratejinin tezahürleridir.
Amerika, İslam İnkılabının gerçekleştiği daha ilk günlerde İran’a müdahale etmiş, ancak başarısız olmuştu. Yıllardır İran’a karşı ambargo uygulamakta, onu her yönüyle uluslar arası camiadan tecrit etmeye ve zayıflatıp ayakta duramaz hale getirmeye çalışmaktadır. Son birkaç yıldır sürekli askeri müdahaleden bahsetmekte, İran’ın her hareketini ve İran’daki her gelişmeyi bunun için bir bahane ve gerekçe yapmaya çalışmaktadır. Ancak tüm bunlara rağmen İran’ı zayıflatamadığı gibi, başta askeri olmak üzere siyasi, sanayi, ekonomik ve fen alanındaki gelişmelerine de mani olamadı. Bununla birlikte, İran’a karşı askeri müdahale imkanını da gün geçtikçe kaybetmektedir. Çünkü İran, askeri açıdan Ortadoğu’nun en güçlü ülkesi durumuna çoktan yükselmiş ve askeri müdahalelerle çökertilemeyecek seviyeye çoktan ulaşmış bulunmaktadır. Bu nedenle Amerika, askeri seçeneği uygulamanın zarardan başka bir neticesi olmayacağını iyi biliyor. Dolayısıyla tek seçeneği, ikinci müdahale yoludur.
Amerika, başta İsrail ve İngiltere olmak üzere, batılı birçok ülkeyi de arkasına alarak İran’da yönetimi değiştirme yönünde seçimleri bahane ederek ikinci yolu devreye koydu ancak, hata üstüne hata yaparak bunu yüzüne gözüne bulaştırdı. Yapılan bütün girişimler deşifre oldu. Seçimlerde, İslam inkılabının içerdeki en büyük muhalifi ve düşmanı olan halkın mücahitlerini (halkın münafıklarını) ve diğer muhalif unsurları harekete geçirdi. Bunlar, Ahmedinecad karşısındaki adayları destekleyeceklerdi. Seçime az bir zaman kala, Ahmedinecad karşısındaki aday olan Mir Hüseyin Musevi’nin kazanacağı şeklinde kuvvetli bir görüntü oluşturulmaya çalışıldı. Aslında bu sadece bir senaryoydu. Çünkü Musevi’nin kazanamayacağını biliyorlardı. Ancak bu, seçim sonrasında yapılacak itiraz ve ardındaki sokak gösterileri için bir hazırlıktı. Zayıf bir ihtimal bile olsa, eğer bu görüntülerden halk etkilense ve Musevi kazanacak olsa, onu kullanarak rejim aleyhindeki planlarını aşamalı olarak devreye koyacaklardı. Ancak kazanmazsa, ki bunu biliyorlardı, o zaman seçimlere hile karışmış diyerek itirazlarda bulunacaklar, gösteriler yapacaklar, bir yandan halkın rejime ve rejim kurumlarına olan güvenini sarsacak, diğer yandan rejimi tartışılır hale getirip itibarını düşürerek zayıflatacak, öte yandan da uluslar arası camianın olaylara müdahalesi için zemin hazırlayacaklardı. Seçim sonuçlarının açıklanmasından hemen sonra başta Amerika, İsrail ve İngiltere olmak üzere birçok batılı devlet yetkililerinin seçimlere itiraz edenleri desteklemeleri ve bunları açıkça dile getirmeleri, bunun açık bir göstergesiydi ve aslında İran’a karşı girişilen planın arkasındaki senaristler olduklarıyla ilgili verdikleri ilk açıklarıydı.
Tabi İran bunu fark etmekte gecikmedi. Bir yandan muhalif unsurların eline koz vermemek için yapılan itirazları dikkate alarak bazı seçim bölgelerinde tekrar sayım yaptırdı ve seçimlere hile karışmadığını gösterdi. Diğer yandan bu plan içinde yer alanları yakalayıp faaliyetlerini deşifre etti, yaptıkları itirafları Televizyon vasıtasıyla kamuoyuyla paylaştı.
İlk etapta son derece doğal ve masumane gibi gösterilen bu itiraz ve gösterilerden netice alamadıklarını gören muhalifler, ne yapacaklarını şaşırdılar. Deşifre olmuşlardı ve planları akamete uğramıştı. Ellerinde koz kalmadığı için de üst üste taktik hatalar yaptılar ve bu hatalar, onların gerçek niyetlerini daha belirgin bir şekilde ortaya çıkardı. Gösterilerde halkı huzursuz eden taşkınlıklarda bulundular, İmam Humeyni’nin posterini yırttılar, Kur’an’ı yaktılar, Rehber Hameney’i direkt hedef alan sloganlar attılar, ona katil dediler, Velayet-i Fakih’i hedef alıp kahrolsun asl-i velayet-i fakih (Velayet-i Fakih sisteminin esası) şeklinde slogan attılar, Cumhuriyê İslamiyê İran (İran İslam Cumhuriyeti) olarak inkılaptan bu yana sürekli dile getirilen temel bir slogana karşı Cumhuriyê İran (İran Cumhuriyeti) şeklinde slogan atarak İslam’ı İran için istemediklerini haykırdılar. Böylelikle halk da bunların niyetlerinin seçim olmadığı, İran İslam İnkılabına yönelik bir girişimde bulundukları, yakalananların yaptıkları itiraflarla perde gerisinde başta Amerika, İngiltere ve İsrail olmak üzere bazı batılı devletlerin olduğu ortaya çıkmış oldu. Bardağı taşıran son damla ise, İran Müslüman halkının son derece duyarlı olduğu ve hürmet gösterdiği Aşura merasimlerinde sokaklara çıkıp Velayet-i Fakih ve İslam Cumhuriyeti aleyhinde slogan atmaları, etrafı ateşe verip taşkınlıklarda bulunmalarıydı. Aşura gününde yapılan taşkınlık ve Aşuraya hürmetsizlik üzerine ise, milyonlarca halk kitlesi sokağa döküldü, onların aleyhinde sloganlar attı, yakalanıp idam edilmeleri gerektiğini haykırdı.
Neticede, yapılan bu girişim ve faaliyetlerin seçimlerle bir ilgisinin olmadığı, aslında seçimlerin bahane edilerek İslam İnkılabının hedef olduğu ve İran’da bir kadife devrim gerçekleştirilmek istendiği her yönüyle ortaya çıktı ve deşifre oldu, halk bunları gördü ve tanık oldu. Bu girişimi planlayanlar bunda başarısız oldular, niyetlerini gizlemeyi başaramadılar, hata üstüne hata işlediler ve halkın tepkisiyle karşılaştılar.
Dolayısıyla bu girişim; İran’ın bu ve buna benzer olaylara karşı hassasiyetinin artmasına, daha uyanık olmasına sebep olarak silkinmesine vesile oldu, halkın bu konularda bilinçlenmesine ve bu yöndeki girişimlere karşı uyanık olmasına, dolayısıyla İran’a yönelik bu ve benzeri girişimlerin başarılı olmasının önünün tıkanmasına ve başarısızlığa mahkum olmasına sebep oldu.
Ancak tüm bunlarla birlikte, bu yöndeki girişimler devam edecektir. Amerika bunun için ciddi bir bütçe ayırmıştır. İçerdeki ve dışarıdaki muhaliflerin seslerini daha da yükseltmeleri için ciddi çaba harcayacaktır. Her şey deşifre olduğu ve içerdeki muhaliflerin seçimleri bahane eden sözde itiraz ve istekleri bahane olup gerçek niyetleri ortaya çıktığı için, doğrudan rejim aleyhinde sloganlar geliştirecekler, gösteriler yapacaklar, her vesileyi kullanarak sokaklara çıkacaklar, var olduklarını, İran içinde güçlü olduklarını ima etmeye çalışacaklardır. Tabi bunlara karşı İran yetkilileri de öyle zannediyorum ki sert tepki vereceklerdir. Çünkü deşifre olup her şeyleri ortaya çıkmasına ve onlara karşı gösterilen geniş müsamahaya rağmen söz konusu girişimlerine devam etmeleri, İran’ı buna sevk edecektir, özellikle de silahlı unsurları. Devlet yetkilileri, halkın desteğini de arkasına almış durumdadır ve muhaliflerin hiç şansı görünmemektedir.
Allah’a emanet olun.
M. ALİ NUR
|