Sizler de şahit olmaktasınız; İslam yasaklıdır, Müslümanlar dinlerini rahatça yaşayamıyor diyenler eleştirilmektedir. Bu eleştirileri yapan laik kesim, camilerin açık olduğunu, her kesin rahatlıkla namazını kılabildiğini, inancında ve fikrinde hür olup rahatlıkla ifade edebildiğini yüksek sesle dile getirmektedirler ve Müslümanlar dinlerini yaşayamıyor diyenleri, dini siyasete alet etmekle ve fitne çıkarmakla suçluyorlar.
Ancak bunlar, bilinçli bir şekilde hakikatleri saptırıyorlar. Bir yandan İslam’ın toplum hayatından tamamen silinmesi, hatta eserinin dahi kalmaması için ellerinden geleni yaparken, diğer yandan İslam’ı bireysel hayatla sınırlamaya ve İslam’ın aslında bireysel yaşamla alakalı olduğuna, toplum hayatını düzenleme konusunda bir otorite ve sistem olmadığına inandırmaya çalışmaktadırlar. Namaz, oruç, hac gibi. Çünkü İslam’ı sadece bunlardan ibaret sanıp yaşayanlarla bir sorunlarının olmayacağını ve bu şekildeki bireyselleştirilmiş İslam’ın, düzenleriyle çatışmayacağını biliyorlar.
Halbuki İslam bir bütündür ve insanoğlunun hayatını her yönüyle kapsamakta, hayatının her yönüne müdahale edip şekil vermektedir. İnsanın ferdi, ailevi ve sosyal hayatını tevhid inancı üzerine şekillendirmekte ve toplumu baştanbaşa kuşatarak boşluk bırakmayacak şekilde bir sosyal düzen ve yaşam biçimi emretmektedir.
Bir Müslüman; bu dünyanın bir sınav yeri olduğuna, Allah’ın (cc) gönderdiği kitabın hükümlerine inanılması ve hayatında tatbik edilmesi gerektiğine, İslam dininin Allah tarafından insanoğluna sunulmuş bir yaşam biçimi olduğuna, Rasulullah’ın (sav), hayatın her hususunda örnek alınması ve sünnetine uyulması gereken bir önder ve rehber olduğuna inanmakla ve bunları tatbik etmekle mükellef olduğuna, aynı zamanda bunları tatbik edip etmeme hususunda bir hayat sınavından geçirildiğine inanmaktadır. Bunlara inanıp hayatında tatbik ettiğinde Allah’ın (cc) rızasına nail olup hayat sınavını başarıyla vermiş ve ölümsüz saadet diyarı olan cennetle mükafatlandırılacağına, aksi halde ise sınavını veremeyip ebedi azap yurdu olan cehennemle cezalandırılacağına inanmaktadır. Kısacası, hayatın hakikatinin bu olduğuna ve tek kurtuluş yolunun İslam olduğuna iman etmektedir.
İşte Müslümanın hayatı, bu inanç ve bakış açısıyla şekillenmektedir. Dolayısıyla Müslümanlar, Allah’a karşı kulluk vazifelerini yerine getirme bilinci ve sorumluluğuyla hareket edip İslam’ı hayatlarında tatbik etmeye çalışmaktadırlar. Ancak Allah’ın (cc) emir ve yasaklarına rağmen, laik düzenin beşeri ve gayri İslami kanunlarına uymaya mecbur bırakıldıklarından, inançlarının bir gereği olarak buna muhalefet etmekte ve tepki vermektedirler. Çünkü her alanda laik düzenin yasalarıyla, yasaklarıyla ve engelleriyle karşılaşmaktadırlar.
Ancak İslam’a inanmayanlar yada İslam’ı hayatlarında temel yaşam biçimi görmeyenler veya inandıklarını söyledikleri halde İslam’ı bir bütün olarak alıp yaşamlarına geçirmeyenler veyahut uysam da olur, uymasam da olur türünden ortamın havasına göre şekil alanlar, İslami hükümleri yerine getirme konusunda kendilerini mecbur hissetmezler. İşte bunların, laik düzenin yasalarıyla karşı karşıya gelmeleri, çatışma veya uyuşmazlık içine girmeleri söz konusu değildir. Dolayısıyla bunlar inanç ve manevi değerler açısından bir sıkıntı veya zorluk hissetmezler.
Bu açıklamadan sonra şimdi bakalım; bir Müslümanın laik düzenin gayri İslami yasalarıyla çatışmadan ve bunlara muhalefet etmeden dinini hakkıyla yaşayabilip yaşayamayacağını, ne gibi zorluklar ve sıkıntılar çekeceğini birkaç konuyu örnek vererek özetle irdelemeye çalışalım.
Eğitim-öğretim, iş, ticaret, borçlar, evlilik, boşanma, miras, davalar, suçlar, şahitlik, alış-veriş ve benzeri insan hayatını oluşturan temel hususların, İslam ahkamının ve Müslümanların varlığının dikkate alınmadan düzenlenmiş olması bir yana, bu hususlardaki İslami hükümlere de yasaklar getirilerek, sistemde İslam’a ve Müslümanların İslami yaşantılarına yer bırakılmamıştır. Çünkü nasıl ki İslam insan hayatını bütünüyle, ferdi, ailevi ve sosyal boyutuyla düzenliyorsa ve sosyal hayat için bir sistem emrediyorsa, aynen öyle laik düzen de toplumu baştanbaşa boşluk bırakmamaya çalışarak kanun, yasa ve yönetmeliklerle düzenlemektedir. Toplum düzeni için İslam’ın hüküm verdiği her konuda, laik düzenin de koymuş olduğu bir hüküm söz konusu ve laik düzenin koymuş olduğu hükümler İslami hükümlere taban tabana zıt. Hükümlerinin birçoğunda ise İslami hükümlere getirilen yasaklar mevcut. Dolayısıyla bu hükümler birbirleriyle çatışmaktadırlar.
Düşünün ki bir Müslüman baba kız çocuğunu okula göndermek istemektedir. Karşısına hemen tesettür yasağı çıkacaktır. Bir yandan Allah’ın kesin emri, diğer yandan laik düzenin gayri İslami kanunları. Şimdi hangisine uysun? Herhalde Allah’ın emirlerini bir kenara bırakıp laik düzenin kanunlarına uymayı imanıyla bağdaştırmaz ve Allah’ın emrine rağmen laik düzenin emrine boyun eğmez.
Müslüman, çocuğuna İslami temel bilgileri vermekle mükelleftir, bu onun bir görevidir. Okula gönderdiği zaman bunlar verilmemekte, çünkü müfredat programında yok, üstüne üstlük Allah’ı inkara dayalı materyalist düşünceyi esas alan bir eğitim sistemi söz konusu. Şimdi bu Müslüman ne yapsın? Çocuğuna, mükellef olduğu temel İslami bilgileri ya kendisi verecektir yada kendisi bunda yetersiz ise veya bunu yerine getirme imkanından yoksun ise cami, kurs, özel eğitim merkezleri vs gibi yerlerde bunu yapmaya ihtiyaç duymayacak mıdır? Eğer bu yönde Müslümanların bir gayreti olmazsa ne olur? Ancak bu yöndeki gayretlerin tümü yasaklarla karşılaşmaktadır. Devlet bir yandan vatandaşlarına karşı görevlerini yerine getirmezken, diğer yandan onların kendi gayretleriyle de yapmalarına engel olmaktadır.
İslam faizi şiddetle men etmektedir ve faize bulaşanları büyük ceza ile tehdit etmektedir. Ancak laik düzenin ekonomik sisteminin temelinde faiz vardır. İçinde faiz olmayan hiçbir ekonomik kuruluşu ve hiçbir ticari faaliyeti yoktur. Böyle bir ortam ve şartlarda bir Müslüman ne yapsın? Esnaftır, tüccardır, banka ile işi olacaktır, borç alacaktır vs. Devletin her şeyi yasalarla kontrol altına aldığı ve almaya çalıştığı laik düzende, devletin hiçbir kurumuna ve hiçbir ticari faaliyet alanına bulaşmadan yaşamak mümkün mü? Bir Müslüman faize bulaşmamak için kendini ne kadar soyutlayabilir?
Devlet dairelerinde çalışan Müslüman bir bayan, İslam’ın emrettiği tesettüre riayet edemez. Sadece bayanlar değil, erkeklerin dahi uymak zorunda oldukları kılık ve kıyafet yönetmeliği vardır. Cuma namazlarına gitmek isteyenler, mesai saati dahilinde gidemezler. Çalışma usul ve zamanları düzenlenirken bunların hiçbiri dikkate alınmadığı gibi engellenmektedir.
Evlilik, boşanma, miras, cinayet, dava, şahitlik, alış-veriş ve benzeri hususlar da aynen öyle. Bütün bu konularda İslam’ın hükümleri varken ve Müslüman bunlara uymakla mükellef iken, laik düzenin de bu hususlarda koymuş olduğu kanunlar vardır ve herkesin bu kanunlara göre hareket edip uymasını zorunlu kılmaktadır.
Yani Müslüman, laik düzende inancından ve dininden dolayı büyük sıkıntı ve zorluklarla karşılaşmaktadır. Hayatın her alanında ve yaşamın her noktasında; bir tarafta inandığı, teslim olduğu ve itaat etmekle mükellef olduğu Allah’ın (cc) emirleri, İslam dininin hükümleri, diğer tarafta laik düzenin kul yapısı gayri İslami kanunları. İnancının gereği, laik düzenin gayri İslami dayatmalarına direnip uymamaya çalışırken bunlardan tam olarak kendini soyutlayamadığı gibi, İslam’ın emirlerini de yasak ve engellemeler nedeniyle hakkıyla yerine getirememektedir.
Özetle söyleyecek olursak; laik düzende hakkıyla İslami bir yaşam sürmek mümkün görünmemektedir. Hele laik düzenin gayri İslami kanunlarına muhalefet etmeden ve dayattığı yasak ve engellemelere direnmeden hiç mümkün değildir.
Peki o halde laik düzende Müslüman ne yapsın, ne yapmalıdır? Bu da bir başka yazı konusu olsun.
Allah’a emanet olun. M. ALİ NUR
|