Hükümetin başlattığı ve ısrarla devlet politikası dediği açılım, başlangıçtaki söylemlere ve halkta oluşturulan beklentilere zıt bir hal almış bulunuyor. “Demokratik açılım” adı altında, Türkiye’de var olan sosyal sorunların çözüme kavuşturulacağı, temel insan hakları noktasında haksızlıkların giderileceği ve böylelikle toplumun rahata kavuşturulacağı ısrarla dile getirildi. Bu çerçevede, Kürd sorununa da kalıcı bir çözüm getirileceği ve Kürd halkına yönelik ayrımcılığın ortadan kaldırılacağı vurgulandı.
Bu noktada; Türkiye’de iki temel sorunun var olduğunu, bunlardan birinin etnik sorun, diğerinin dini sorun olduğunu ve bu sorunlara bir bütün olarak bakılıp kapsamlı bir yasa değişikliğiyle çözüme kavuşturulması gerektiğini, bununla birlikte DTP ve PKK’nin Müslüman Kürd halkının tamamının temsilcisi olmadığını, ancak kendilerine gönül verenleri temsil hakkına sahip olduğunu, Kürd sorununun PKK ile birlikte ortaya çıkmadığını, ondan önce de var olduğunu, dolayısıyla Kürd sorunu konusunda PKK’nin tek muhatap olamayacağını, Türkiye’de Müslüman Türklerin dinlerinden dolayı, Müslüman Kürd halkının ise hem dinlerinden ve hem de milliyetlerinden dolayı Kemalist rejim tarafından günümüze kadar zulüm, baskı ve engellemelere maruz kaldığını, onun için Kürd sorunu denince, dini ve etnik boyutuyla bir bütün olarak ele alınması gerektiğini, aksi halde daha baştan beri sorunun teşhisinde yanlışlık yapılmış olacağını ısrarla dile getirmiştim ve getirmeye de devam edeceğim.
Hükümet, söz konusu açılım sürecinde sorunun muhatabının halk olduğunu, İçişleri bakanının bölgeye gideceğini, oradaki halkın bütün kesimleriyle görüşeceğini, herkesin görüşünü alıp genel bir mutabakat çerçevesinde çözüm oluşturmaya çalışacaklarını ifade etmiş ve halkın çeşitli kesimlerinde umutlu bir beklentiye neden olmuştu.
Ancak öyle olmadı. Hükümet yanlış icraatlarda bulundu. Soruna yanlı ve taraflı yaklaştı, Kürd sorununu PKK sorununa indirgedi ve münferitleştirdi. İşin vahim tarafı ise, söz konusu açılım sürecinde sürekli dile getirilen ve dolayısıyla her kesin hafızasında “Kürd sorunu” şeklinde yer eden sorunun, yanlış icraatlar neticesinde PKK ile özdeşleşmeye doğru bir seyir içine girmesidir.
İçişleri bakanı hükümet adına D.Bakır’a giderken bölgenin bütün kesimleriyle görüşmesi beklenirken, Rotary ve Lions kulüpleri dahil olmak üzere irili ufaklı 40’a yakın dernek temsilcileriyle görüştüğü halde, bölgedeki geniş halk kitleleri üzerinde saygın bir etkisi olan ve yüzleri bulan dernekleriyle bölgede aktif ve etkin olan Müslümanlar, İslami şahsiyetler ve dindar ileri gelenlerin hiç birini muhatap bile almadı. Bölgenin en etkili unsuru İslam ve dolayısıyla en güçlü sesi Müslümanlar olduğu halde, bölgedeki sorunlar konusunda ve Kürd sorunu konusunda görmezlikten gelindi, geliniyor.
Hükümet işi öyle bir noktaya getirdi ki, sanki Kürd sorunu PKK ile Hükümet arasındaki bir sorunmuş gibi bir atmosfer oluştu. Hükümetin, PKK’yi merkez alan bir süreci işletmesi yanlış ve son derece tehlikelidir. Görünen o ki; hükümetin başlattığı bu açılım, Kürd sorunun çözümüne dönük demokratik açılım değil, belki PKK’yı dağdan indirme projesidir.
Aslında bu süreç, 1999 yılında Öcalan’ın Türkiye’ye teslim edilmesiyle başlamıştı. Öcalan’ın teslim edilmesiyle birlikte Türkiye’den bazı açılımlar yapması istenmişti. PKK elemanlarına af, sorumlu düzeydekilerini İskandinav ülkelerine yerleştirme ve Öcalan’ın da ya serbest bırakılması yada Türkiye dışında bir ülkede kontrol altında tutulması söz konusu edilmişti. Bu husus, birçok defa basına yansıdı, üzerinde konuşuldu, yazıldı, çizildi. Ancak Hükümet, ısrarla “Demokratik açılım” dedi, “Kürd sorunu” dedi, “bu konuda bizim muhatabımız milletir” dedi, “her kesimle konuşup geniş bir mutabakat sağlayamaya çalışacağız” dedi. Fakat görünen o ki; bir süreden beridir PKK konusunda kendisine hamledileni icraata koymak için zemin oluşturmaktaydı.
Hükümet bu yanlışları yaparken; PKK de sürecin verdiği fırsatı kullanarak kendisini Kürd halkının tek temsilcisi olarak göstermeye çalışmakta, süreci bu yönde bir görüntüye sokmakta, öte yandan, gerek askeri ve gerekse siyasi yönden zafer kazanmış ve taleplerini devlete kabul ettirmiş havasını verip adeta şov yapmaktadır. Bölgenin, PKK’nin dışındaki yüzde seksenlik İnançlı kesimi ve Müslümanları da bu olup bitenleri derin bir endişe ve sessizlik içinde seyretmektedir.
Gerek hükümetin devlet adına yürüttüğü yaklaşım ve politikalarda ve gerekse PKK’nin kendince bütün Kürd halkı adına ortaya koyduğu tavır ve yaklaşımlarda sergiledikleri hatalar devam ederse, söz konusu sorunlar çözüme kavuşmayacağı gibi daha da derinleşecektir.
Bu sürecin bir neticesi olarak yakında sadece PKK’lıları kapsayan ve diğer siyasi mahkumları devre dışı bırakan bir af çıkarsa, hiç kimse şaşırmasın.
Allah’a emanet olun.
M. ALİ NUR |