Bir toplum; inanç ve değer yargılarıyla, kültürüyle, örf ve adetleriyle, gelenek ve görenekleriyle kimlik kazanır. Bu özellikler, onun nasıl bir toplum olduğunu belirler. Bir toplumun salih olması ve İslami bir kimlik kazanması, ancak İslam’ın o topluma şekil vermesiyle, diğer bir ifadeyle, o toplumun İslam’a göre şekillenmesiyle olur. Bu da; toplumdaki kültürün, örf ve adetlerin, gelenek ve göreneklerin, inanç ve değer yargılarının, kısaca sosyal yaşantının İslam’ın sunduğu yaşam tarzına göre şekillenmesiyle söz konusudur. Ancak bu, kendiliğinden olmaz. O toplumdaki bireylerin çoğunluğunun İslam’ı ilahi bir din olarak kabul etmesi, İslami bilinç sahibi olması ve İslam’ı hayata geçirmeleriyle olur. Bu hususlar, İslami toplum (yada Müslüman toplum) olmanın temel şartlarıdır. Ancak şu var ki; birey olsun toplum olsun, bilmediği, tanımadığı, hakkında yeteri kadar malumat sahibi olmadığı bir hususu, gereği gibi yerine getiremez ve icra edemez. Bu, İslam için de söz konusudur. Birey veya toplum, İslam’ı yeteri kadar tanımaz ve hakkında yeteri kadar bilgi sahibi olmazsa, haliyle İslam kendisine yabancı kalır. İslam’ı yeterince tanımadığı müddetçe kendisi de İslam’dan uzak kalır. Neticede İslam’ı yaşayamaz. Bu yüzdendir ki Allah (cc), her dönemde ilahi kitaplar ve peygamberler gönderdiği gibi, en son gönderdiği ilahi kitap olan Kur’an ve hatem-ül enbiya Hz. Muhammed (sav) vasıtasıyla insana; niçin yaratıldığını, Rabbinin kim olduğunu, hayatın hakikatlerini, ölüm ve sonrasını, insanın ferdi, ailevi ve sosyal sorumlulukları ile Rabbine karşı kulluk vazifesini haber vermiş, iman esaslarıyla ibadet yollarını göstermiştir. İnsana, inanç sistemi ve yaşam biçimini düzenleyen İslam dinini göndererek hidayet ve kurtuluş yolunu göstermiştir. Bununla birlikte Müslümanları, İslam dinini sadece öğrenmek ve yaşamakla değil, aynı zamanda tebliğ etmek ve toplumda hakim kılmakla da mükellef tutarak, insanların İslam’dan uzak ve habersiz kalmamaları, öğrenme, tanıma ve dolayısıyla yaşama konusunda mahrumiyet yaşamamaları, İslam’ın sürekli insanların ulaşabileceği, öğrenebileceği ve yaşayabileceği bir pozisyonda olmasını dilemiştir. İşte böyle bir ortamda insan; vahiyle bildirilen hakikatlerle ve bunların cümlesi olan ilahi dinle tanışmış olur ki; bu tanışmışlık sayesinde ona inanmanın ve gereklerini yerine getirmenin yolu açılır, bilgisizlik ve tanımamaktan kaynaklanan engel ortadan kalkmış olur. Bu gün Müslümanların toplum olarak önlerindeki en büyük engellerden biri, hiç şüphesiz bu husustur. İslam’ı gereği gibi tanımamak ve bilmemek. Toplum İslam’ı tanıdıkça ona yakınlaşır, yakınlaştıkça yaşar ve yaşadıkça İslami toplum özelliğini kazanır. Aynı şekilde, toplum İslam’ı tanımaktan uzaklaştıkça onu yaşamaktan da uzaklaşır, onu yaşamaktan uzaklaştıkça ona yabancılaşır ve böylece İslami toplum özelliğini kaybeder. Dolayısıyla; İslam’ın hakkıyla tanınıp bilinmesi, İslami toplum oluşumundaki ilk ve belki de en önemli basamağı oluşturmaktadır. Onun için bir toplumda İslami bilinç oluşmadan, o toplum İslami bir kimlik kazanamaz. Bunu iyi bilen ve tespit eden İslam düşmanları, toplumu İslami özelliğinden ve İslami kimliğinden uzaklaştırmak için, toplumun İslam’ı tanıma ve öğrenme yollarını ve İslam’ın toplumdaki eserlerini ortadan kaldırarak toplum ile İslam’ı birbirlerinden koparıp uzaklaştırmaya çalışırlar. Toplum ile İslam ve İslam kaynakları arasındaki bağ ve köprüleri yıkıp, toplumu İslam konusunda bilgisiz ve bilinçsiz bir hale getirip İslam’a yabancılaştırmaya çalışırlar. Kemalist rejim, kurulduğu günden itibaren bununla ciddi bir şekilde meşgul olmuştur. 1920’de yeni bir Meclisin ilan edilmesiyle başlayan ve 1937 yılında Laikliğin son şeklini alıp kabul edilmesine kadar süren süreçte; Cumhuriyetin ilan edilmesi, Halifeliğin kaldırılması, Şeriyye ve Evkaf Vekaletinin kaldırılması, Tevhid-i Tedrisat kanunu ile karma eğitime geçilmesi, Şapka ve kıyafet kanununun çıkarılması, Tekke ve Zaviyelerin kaldırılması, Medeni Kanun adı altında Batı hukukunun getirilmesi, Latin Harflerinin kabulü, Dil devriminin yapılması, Takvim ve Saat değişikliğinin yapılması, Tarih değişikliğinin yapılması, Laikliğin getirilmesi ve bunlara paralel çıkarılan pek çok yasalar ile İslami yönetime kapılar kapanmış, ümmet anlayışına son verilip ulus anlayışı yerleştirilmiş, İslami eğitim-öğretim müfredatı kaldırılarak yerine materyalist felsefeyi esas alan batı eğitim-öğretim müfredatı yerleştirilerek eğitim kurumlarında İslam’ın öğrenilmesinin önüne geçilmiş, İslami kıyafet ve dolayısıyla sünnet olan libas yasaklanmış, İslami hükümler tamamen ortadan kaldırılıp yasaklanarak yerine batı endeksli beşeri hukuk sistemi konulmuş, Kur’an ve o güne kadar Arap alfabesiyle yazılmış İslami kaynakları okuyup anlama hususunda toplum adeta bir anda ümmileştirilmiş ve böylelikle İslam’ın toplumdaki kültürel, siyasi, sosyal ve hukuki dinamikleri ortadan kaldırılmış ve tabiri caiz ise İslam toplumdan dışarı atılmıştır. Böylece İslam; toplumdan uzaklaştırılmaya ve yabancılaştırılmaya çalışılmıştır. Aynı zamanda toplum, İslam konusunda bilgisiz ve bilinçsizleştirilmeye çalışılmış ve dolayısıyla gerçek İslam ile toplum arasında mesafe konulmaya çalışılmıştır. İlhadi örgütlerin çıkışıyla, özellikle de bölgedeki mülhid örgütün ortaya çıkıp faaliyetlere başlamasıyla, Kemalist rejimin 60 yılda yapamadığı İslam’dan uzaklaştırma ve yabancılaştırmayı (yani dinsizleştirmeyi) 20 yılda yapmıştır. Toplumu, kendi manevi değerlerinden ve öz benliğinden uzaklaştırmaya ve dinsizleştirmeye çalışmıştır. Eğer ihlas ve gayret sahibi Müslümanların örgütlü faaliyetleri, İslam ve İslami değerleri muhafaza konusundaki gayretleri olmamış olsaydı, bu coğrafyada şu an İslam ve Müslümanların hali, belki de bitkisel hayatını yaşıyor olacaktı. Ancak bütün bu gayretlere rağmen, toplumumuz ciddi bir şekilde manevi değerleri hususunda tahribata uğramıştır. İslami bilgi ve bilinç konusunda önemli derecede kayba ve hatta önemli bir kesimi yozlaşmaya uğramıştır. Bir toplum maddi yönden ilerleyebilir. Zengin olabilir. Fen ve teknik açıdan gelişmiş olabilir ve hakeza. Evet, bunlar dünya hayatını kolaylaştıran, yaşamı süsleyip güzelleştiren şeylerdir. İslam buna engel olmadığı gibi teşvik etmektedir. Ancak eğer böyle bir toplum, İslam’dan uzak bir hal üzereyse, doğru yolda sayılmaz. Bu topluma salih bir toplumdur denemez. Her şey amacına uygun olmalıdır ve kendisinden beklenen hususiyetler cihetinde işlev görmelidir. Ancak böyle bir durumda iyilikten, salahtan, doğru yoldan ve doğru istikametten söz edilebilir. İnsanoğlu, bu dünyada bir hayat sınavından geçirilmektedir ve hayatın her alanında (ferdi, ailevi, sosyal) Allah’ın emir ve yasaklarını dikkate alarak hareket etmekle, Allah’a kulluk vazifelerini yerine getirmekle mükelleftir. Bu dünyada var edilmesinin amacı budur. Eğer insan (ve de toplum) bu vazifesini icra etmezse, var oluş amacına aykırı hareket etmiş, olması gereken yoldan çıkmış ve rotasından sapmış olur. Allah’a kulluğu esas alan bir toplum, ancak bu özelliğiyle salih bir toplum olur ve bu toplum, maddi yönden gelişmiş veya gelişmekte ise, işte o zaman ‘nurun a’lan-nur’ olur ki, bunlar o toplumun kemalatına işarettir. Ve şimdi, gelinen nokta itibariyle biz Müslümanların temel bir görevi öyle zannediyorum ki; toplumdaki inanç ve fikri yozlaşmayı bertaraf edecek, İslam ve İslam davası etrafında bilinçli bir şekilde oluşturulan yanlış inanç, düşünce ve görüşleri çürütecek, sosyal dokuyu İslam’dan uzaklaştırma çabalarını ve Müslümanlara yönelik kültürel savaşı boşa çıkaracak şekilde toplumda İslami bilinç oluşturmaktır. Ferdin de toplumun da kurtuluşu ancak İslam iledir. İslam’a inanan ve pratize eden bir toplum, gerçek rotasını bulmuş, olması gereken hakiki yola girmiş olur. Allah’a emanet olun. M. ALİ NUR |