Allah’ın adıyla!

Fıtrat; kelime manası olarak, yaratılış, tabiat, karakter, mizaç, içgüdü, tabii eğilim, adetullah gibi manalara gelir.

Istılahtaki manası ise; Allah’ın, mahlukatı kendisini bilip tanıyacak ve inanıp itaat edecek özellik ve kabiliyet üzere yaratmasıdır.

İnsanın fıtratı; Allah’ın (cc) kendisinde yaratılış itibariyle var ettiği özelliklerdir ki bunlar, tevhid inancının özünü ve İslam’ın temelini oluşturan özelliklerdir. Çünkü İslam, fıtrat dinidir. Dolayısıyla İslam’ın emrettiği şeyler, aynı zamanda insanın tabiatının da onayladığı ve isteyip arzu ettiği şeylerdir.

Hadiste buyrulduğu üzere; “her insan, İslam fıtratı üzerine doğar.” Yani Allah’a (cc) inanmaya, O’na ibadet etmeye, ana ve babaya, kadın ve çocuklara, akrabaya, komşulara, kimsesizlere, fakir ve muhtaçlara iyilikte bulunup yardım etmeye, insanlara karşı hak ve adaleti gözetmeye, can ve mallarına zarar vermemeye, iyilik etme ve iyiliği emretmeye, kötülükten sakınma ve kötülüğü men etmeye……eğilimli olarak doğar.

İslam; fıtratı korur, onu geliştirir, hayattaki pratiğe, özüne uygun bir şekilde tezahür etmesi için yönlendirir ve yol gösterir.

Mesela; ses sanatçılarını düşünün. Doğuştan beraberlerinde getirdikleri güzel sesleri vardır. Ancak ses sanatçısı olmak için konservatuarlarda müzik ustalarının yanında eğitim görürler. Sazın tellerine akort düzeni verir gibi adeta sesleri terbiye edilir. Böylelikle özü itibariyle güzel olan o sesin sahibi, şarkılar söylerken makamları nasıl çıkaracağını, sesinin güzelliğini melodiler eşliğinde nasıl yansıtacağını öğrenmiş olur.

Şimdi şöyle bir kritik yapalım. Bu şahıs;

Eğer müzik eğitimi alır ve aldığı eğitim üzere hareket ederse, şarkıları söylerken sesi melodiler eşliğinde en güzel şekliyle tezahür eder ve kulaklara hoş gelir.

Eğer müzik eğitimi almaz ve kendi çabalarıyla yetinirse, sesinin güzelliğini muhafaza edebilir ancak müzik parçalarının makamlarını istendiği şekliyle yansıtamaz ve sesi melodilere cevherindeki güzelliğiyle tezahür etmez, kulaklara da eğitim aldığı şekli gibi hoş gelmez.

Eğer müzik eğitimi almaz, bununla birlikte sürekli alkol, uyuşturucu, sigara gibi maddeleri kullanır ve sesinin muhafazası için hiçbir gayret göstermezse, doğuştan sahip olduğu o güzel sesi tahrip eder ve bozar. Güzelliğinden eser bırakmaz. Artık melodilere hiçbir güzellik yansımadığı gibi kulaklara da hoş gelmez, hatta rahatsız eder.

İşte aynen böyle; fıtratını korumayan ve tahrip edip bozan birinin fikir ve eylemlerinde iyilik ve güzellikten eser kalmaz. Güzel düşünmesini, iyi şeyler yapmasını ve kötü şeyler yapmasına engel olmasını sağlayan fıtri özelliklerden uzaklaştığı için; direksiyon, gaz pedalı, fren pedalı ve vites kolu gibi unsurları devre dışı kalıp buz üzerinde kontrolden çıkarak sağa sola kayan araba misali, iç kontrol mekanizmasının devre dışı kaldığı bir hal üzere hareket eder ki bu, insanın tamamen vahşileşmesi demektir.

Fıtrattan tamamen uzaklaşan insanların, genellikle Allah’a (cc) inanmayan ateist kişilikler olduğunu görüyoruz. Fıtrattan tamamen uzaklaşanlar hiçbir ölçü, kural ve kaide tanımazlar. Bunların fikir ve eylemlerinde insanlık dışı her türlü kötülük ve zarara rastlanır. 

Bunlar; kendi başlarına karar verip bireysel hareket ettikleri zaman, zararları genellikle kendilerine, aile bireylerine, komşu veya yakın çevrelerine olur ve nihayet topluma nazaran dar kapsamlı olur.

Ancak bunlar bir amaç etrafında birleşir ve örgütlü hareket ederlerse, hedeflerine ulaşmak için pek çok kesime zarar verirler ve zararları toplumun büyük kesimine yansır.

Bununla beraber, bu kişiliklerin kullandığı yada onlarla birlikte hareket eden veya onların kontrolünde olan bazı bireyler de inanç ve düşünce açısından olmasa bile, eylem noktasında onların tuzağına düşüp aynı duruma girebilmektedirler. Mardin ili Mazıdağı ilçesi Bilge köyündeki olayda olduğu gibi.

Bu gün Türkiye’de, bir yandan rejimin resmi unsurları tarafından diğer yandan ilhadi örgütler tarafından insanlar İslam’dan ve aynı zamanda fıtratlarından uzaklaştırılmaya çalışılmaktadır. Rejim unsurları; resmi yoldan, genele hitap eden kurum, kuruluş ve yöntemlerle bunu yaparken, gayri resmi yollarla da özele hitap etmekte, hedeflediği birey veya kitleyi dinden ve fıtrattan tamamen uzaklaştırıp her türlü kirli işlere bulaştırmaktadır. Gayri resmi yollarla insanlıktan çıkardığı bu konuşan cisimler vasıtasıyla, insanların din, namus, can ve mallarına yönelik akla hayale gelmeyen türlü türlü vahşeti sergilemektedir. Ergenekon türü yapıların, jitem, polis istihbaratı ve terörle mücadele adı altındaki oluşumların, yıllardır coğrafyamızda insanlarımıza, özellikle de Müslüman kesime yönelik insanlık dışı uygulamaları bunun bir göstergesidir.

Kişi Müslüman olmasa da; kadınlara, çocuklara, yaşlılara, hastalara, fakir, muhtaç ve kimsesizlere karşı şefkatli ve merhametli olabilir. Başkasının malına ve canına zarar vermeyi hoş görmeyebilir. İnsanlarla münasebetlerinde dürüst davranabilir…….bütün bunlar kişinin, Allah’ın (cc) kendisine verdiği fıtri özelliklerin bir kısmını muhafaza ettiğini ve fıtrattan tamamen uzaklaşmadığını göstermektedir.

Ancak gerek rejim unsurları ve gerekse mülhid örgüt tarafından Müslüman halka ve topluma yönelik sergilenen saldırı, eylem, operasyon ve yürütülen faaliyetlere bakıldığında, kendi toplumumuzda daha önce örneğine hiç rastlamadığımız, toplum yapımızın, kültürümüzün, hatta cahili sayılabilecek adetlerin dahi kabul etmediği türden çirkin, kirli, insanlık izzet ve onurunu ayaklar altına alan yöntemler görülür. Bütün bunlar; yapanların, özellikle de yaptıranların İslam’dan koptukları gibi, fıtrattan da tamamen uzaklaştıklarını gösterir. Fıtrattan tamamen uzaklaşan insandan ise, hiçbir kural, kaide ve ölçü beklenmeksizin her türlü insanlık dışı zulüm ve çirkinlik beklenir. Eşref-i mahlukat olarak yaratılan insan, fıtrattan uzaklaşınca esfeles-safiline düşer. Yaratılmışların en şereflisi ve en yüksek makamında iken, en zelili ve aşağıların da aşağısına düşer.

Düşmanlığın hiçbir çeşidi, savaşın hiçbir nedeni ve hiçbir amaç; insanların dinlerini, namuslarını, izzet ve onurlarını ayaklar altına almayı ve mücadeleyi ahlak dışı yöntemler ve iftiralar üzerine bina etmeyi haklı kılmaz ve meşrulaştırmaz. Bunu haklı ve meşru görenler, meşrulaştıranlar ve bu hakkı kendilerinde görüp icra edenler, insanlığın üzerine yaratıldığı fıtrattan tamamen uzaklaşan ve hiçbir ölçüsü kalmayanlardır. Bunlar; kendilerini helaka sürükledikleri gibi, etrafındakileri ve toplumu da helaka sürüklemektedirler.

Dolayısıyla toplumun akl-ı selim sahibi bütün bireylerinin ve özellikle Müslümanım diyen her kesin, bu tahribatlara karşı durma noktasında sorumluluğu vardır.

Allah’a emanet olun.

M. ALİ NUR