Bir Ayet:
Allah ve Resûlü bir ise hüküm verdigi zaman, inanmis bir erkek ve kadina o isi kendi isteklerine göre seçme hakki yoktur. Her kim Allah ve Resûlüne karsi gelirse, apaçik bir sapikliga düsmüs olur. Ahzap/36
Bir Hadis: Bir insanın gerçek zenginliği, onun bu dünyada yaptığı iyiliklerdir.
Başörtüsü inancın gereği olduğu gibi, toplum hayatı içinde de Müslüman kadının sosyal hakkıdır.
Kemalist rejim, Müslüman kadının bu hakkını elinden almış, okul çağındakilerin okumalarına engel olmuştur. Bununla birlikte inancın önüne set çekmeye çalışarak dini vecibelerin yerine getirilmesine yasak koymuştur.
AKP, başörtüsü önündeki yasak ve engeli çok daha önceden gündemine almalı ve halletmeliydi. Her şeyden önce AKP, çoğunluk itibariyle inançlı kesimin oylarıyla iktidara gelmiştir. Onların hak ve taleplerini dikkate alıp çözmeye çalışmalıydı. Şu ana kadar yapmamakta çok gecikmiştir.
Bununla birlikte, sadece üniversitelerde başörtüsü yasağının kalkması (ki bu kısmi çözüm bile daha net değil) sorunları çözmediği gibi, beraberinde başka sorunlar da getirebilir. Anayasa mahkemesi bunu iptal edebilir yada yeni bir yorumla yasağı devam ettirebilir. Nitekim daha önce de bu şekilde yapmıştı. 1989’da, türbanın serbest bırakılmasına ilişkin hükmü; Anayasa’nın laiklik ilkesini düzenleyen 2. maddeye, eşitliği düzenleyen 10. maddeye, din ve vicdan özgürlüğünü düzenleyen 24 . maddeye ve devrim kanunlarının korunmasıyla ilgili 174. maddeye aykırı bulmuştu.
Aynı zamanda; eğer “Üniversitelerde türban serbesttir” şeklinde bir yasal düzenleme getirilirse, Anayasa mahkemesi; “Serbestlik ifadesi sadece üniversiteler için kullanıldığına göre, üniversiteler dışında yasak var demektir” şeklinde mefhum-i muhalif yoluyla çıkarımlarda bulunabilir, yorumlar getirebilir ve yargı kararıyla da uygulanmasını isteyebilir. Peki o zaman ne olacak?
Allah’ın (cc) emrine yasak getirme konusu zaten kabul edilemez. Bu konuda konmuş yasakları kaldırmak için de sadece belli alanlar seçilemez. Şu alanda serbest, bu alanda yasak demek ile tamamen yasak görmek arasında ne fark var ki?
İnsanın olduğu her yerde hüküm Allah’ındır ve Allah’ın (cc) emri önceliklidir. Allah’ın (cc) hüküm koyduğu bir hususta insanların koymuş olduğu hüküm geçeksiz ve batıldır.
Başörtüsü, Allah’ın (cc) emri olduğu ve dolayısıyla Müslümanlar için inancın gereği ve sosyal bir hak olduğu halde, bu hakkın elden alınması bir yana, yasağın ortadan kaldırılması yönünde en ufak bir hareketlilik görüldüğü zaman şu garabete bakın ki nasıl her taraftan saldırılar geliyor. Mesela buna; siyaset, hukuk, basın, yükseköğrenim ve iş piyasasından birkaç tane örnek verelim.
Baykal: “Türkiye din devletine doğru gider. Bu gidişin buraya doğru olduğunu herkes görsün kardeşim. Ben kralın çıplak olduğunu görüyorum.” (Milliyet, 24 Ocak 08) Şeklinde tepkisini ortaya koydu.
CHP milletvekili Canan Arıtman:“Bu tartışmalardan son derece üzgünüm. Bu sorun erkekler tarafından dayatılan bir sorun. Örtünme kadını aşağılayan, eşitsizleştiren bir olgudur ve bu yolla kadına; erkekle eşit değilsin, denilmektedir. Örtünme Sümerlere, Asurlara kadar dayanıyor. Sümerlerde fahişeler örtünmüş, Asurlarda evli kadınlar örtünmüş. Örtünme Mezopotamya’da da var, bütün semavi dinlerde de. Arap toplumunda da Cahiliye döneminde kadın örtünmüş. Örtünmek İslamiyetle ortaya çıkmış bir şey değil” (Haber 7 Com, 09 Ocak 08) diye tepkisini dile getirdi.
Yeni anayasa çalışmaları için oluşturulan heyetin bir üyesi olan Doç Dr Serap Yazıcı: “laik düzende çatlak oluşturacak, çok sakıncalı” (Radikal, 25 Ocak 08) ifadeleriyle tepkisini dile getirdi.
TÜSİAD 38. olağan genel kurul toplantısında hem başkan ve hem de diğer üyeler türbanı değerlendirerek, türbanın mecliste gündem haline getirilmesini eleştirdiler ve “öncelikli başka konular var” (Haber 7 Com, 24 Ocak 08) şeklinde tepkilerini ortaya koydular.
Gazeteci-Yazar Özdemir İnce : “Türban şaklabanlığı Kutsal Kitap’da yer almamaktadır” (Hürriyet, 27 Aralık 07) derken, meslektaşı Avni Özgürel : “Yani kıyafet, erkekler için de kadınlar için de İslam'la var olmuş bir yeni çizgi değildir. İslam öncesinde din ayrımı olmaksızın sadece Mekke ve Medine'de değil bütün Arap coğrafyasında benimsenmiş bir kıyafet anlayışı söz konusudur.” (Radikal, 20 Ocak 08) demektedir.
Selçuk Ün. Rektörü Prof. Dr. Süleyman Okudan : “Yasalar değişmediği müddetçe türban yasağını uygulayacağız”
Akdeniz Ün. Rektörü Prof. Dr. Mustafa Akaydın : “Türban yasağı bizim gündemimizde yok. Gündeme geldiği zaman tavrımızın ne olacağını daha önce beyan etmiştik”
İnönü Ün. Rektörü Prof. Dr. Fatih Hilmioğlu : “Türban yasağını kaldırmaya hiç kimsenin gücü yetmez. Türkiye eğer bir hukuk devletiyse, ulema devleti değilse bu kararlar hepimizi bağlar.”
ODTÜ Rektörü Prof. Dr. Ural Akbulut : “Üniversitelerde yasakların kalkmasında fayda var. Ancak burada türban kastediliyorsa bu konu hassas ve tehlikelidir.” (Hürriyet, 14 Aralık 07) şeklinde tepkilerini ortaya koydular. Bu örnekler daha da çoğaltılabilir. Ancak numune olsun diye bunları verdim.
Başörtüsüne karşı çıkmak medeniyet gereği mi, dinsizlik mi, din düşmanlığı mı?
Bu insanlar neden baş örtüsüne karşı çıkıyorlar? Kadınlar örtünse, toplum medeniyetten ve ilerlemekten mahrum mu kalır? Toplumun zekası mı geriler, aklı mı donar ? Yoksa türban şeytani dürtüleri azaltıp şehvet iştahlarını kapattığı için hoşlarına mı gitmiyor? Yoksa ilerlemeyi ve medeniyeti çıplaklık üzerine mi bina edecekler?
Başörtüsü;
a) Siyasi bir sembol değildir,
b) Sadece bir gelenek veya herhangi bir topluma nispet edilebilen bir kültür ürünü değildir,
c) Allah’ın (cc) ve O’nun Rasulünün (sav) kesin ve şüphe götürmez emirleridir,
d) Dolayısıyla imanın bir gereği ve dini bir vecibedir…
Buna mukabil;
a) Başörtüsünün Kur’an’da, sünnette ve dolayısıyla İslam’da olmadığını bilerek savunan,
b) Başörtüsünü, Allah’ın (cc) emri olarak görmeyip bir topluma, bir kesime, salt geleneğe bağlayan veya siyasi bir sembol olarak değerlendiren,
c) Başörtüsüne karşı çıkan, ortadan kalkması için bilerek ve isteyerek gayret sarf eden,
d) Başörtüsünü küçümseyen, onunla alay eden veya kötüleyen…….kimsenin kesinlikle İslam ile alakası kalmamıştır. Böyle yapanlar, Allah (cc) ile bağlarını koparmış, O’na isyan etmişlerdir.
İslam, Allah’ın (cc) dinidir. Kul tarafından (tümü veya bir kısmı) değiştirilemez, yasaklanamaz. Aynı zamanda İslam; bütün toplumu, toplumun bütün unsur ve katmanlarını, sosyal hayatın bütününü kapsar ve kuşatır. Allah’ın (cc) emir ve yasakları konusunda, şu alanda serbest, bu alanda yasak diye bir şey olamaz. Bunun hakikat açısından hiçbir makul izahı ve dayanağı yoktur.
Bundan dolayı, üniversitelerde serbest olsun, diğer yerlerde yasak devam etsin demek yada yasağın devam etmesine ses çıkarmamak, (her ne sebeple olursa olsun) Müslümanların haklarını da taleplerini de karşılamaz.
Elbette başörtüsünün üniversitelerde serbest olması, yasak olmasından iyidir. Tüm okul ve kurumlarda yasak olmasındansa, sadece üniversitelerde bile olsa serbest olması muhakkak ki daha iyidir. AKP’nin (geç kaldığı ve son derece pasif davrandığı halde) bu yöndeki çabalarını olumlu görmek gerek. Ancak hadiseye sadece bu açıdan bakılmaması gerekir. Meseleyi tüm boyutlarıyla görmeye ve İslami bir bakış açısıyla değerlendirmeye Müslüman olarak ihtiyacımız var. İşte bu noktaya dikkat çekilmesi gerekiyor. Çünkü burada; “ölümü gösterip sıtmaya razı etme” gibi sinsi bir uygulamayla da karşı karşıya gelinebilir. Yani türban yasağını, toplumun diğer alanlarında (önce zihinlerde, sonra uygulama alanlarında) meşrulaştırmak için üniversitelerde serbest bırakabilirler. Bu şekliyle; “her tarafta yasak olacağına, bari üniversitelerde serbest olsun” diye nispi ve sun’i bir rahatlama sağlayarak, üniversite dışında kalan alanlardaki yasak, sanki haklılık veya meşruiyet kazanmış gibi görünebilir. Bu yanılgıya düşmemek gerek.
Burada ince bir nokta vardır ki; dikkatten uzak tutulmamalı ve unutulmamalıdır.
Hak, elde edilinceye kadar aranır (Bu yolda mücadele edilir)
Hak aramak ile hakkı elde etmek arasında fark vardır.
Birincisi; gayreti, ikincisi ise güç, imkan ve fırsatı gerektirir.
Üniversitelerde türbanın serbest kılınmasıyla hak elde edilmediği halde, hak arayışının rafa kaldırılmak istendiğinin bilincinde olunmalıdır. Aksi halde bu, inançlı kesim için bir sus payı olmaktan öteye geçmez.
Müslümanların inançlarını, ibadetlerini ve sosyal yaşam biçimlerini kabullenemeyenler, bunları hazmedemeyip saldıranlar, yasak ve engel koyarak haksız müdahalelerle düşmanlıklarını ve hoşgörüsüzlüklerini ortaya koyanlar; Müslümanlardan sükunet, uysallık, uyum ve hoşgörü bekleme hakkına sahip olamazlar. İslam’ın emir ve yasaklarını çirkin gösterip saldıranlar, bilgi yoksunu ve İslam’ın kör düşmanlarıdır.
Halkının % 99’unun Müslüman olduğu iddia edilen Türkiye’de, İslam’ın yasaklı bir din, Müslümanların da terörist haline getirilmesi kabul edilemez ve asla hoş görülemez.
Burada birileri çıkıp; “bunlar siyasi amaçlı söylenen kasıtlı ifadelerdir. Bakın, Türkiye’de Diyanet var, camiler açık, ezanlar beş vakit okunuyor, evlerde, camilerde Kur’an’lar okunuyor, kimsenin imanına, namazına, orucuna karışılmıyor, camilerdeki imamların maaşları dahi devlet tarafından ödeniyor” diyebilir.
Hakikatler gizlenemez. Bunlar, siyasi amaçla ve kasıtlı olarak söylenen ifadeler olmadığı gibi, böyle söyleyenler de (üzülerek ifade edeyim ki) inanç veya bilgi yoksunu kişilerdir.
Eğer İslam sadece bunlardan ibaret olsaydı; 114 sureden ve 6600’den fazla ayet içeren Kur’an’ın indirilmesine ne gerek vardı? Peygamber gelir, (ferdi aşmayan soyut manasıyla) imanın altı ve İslam’ın beş şartını tek celsede tebliğ eder, uygulamasını gösterirdi. Artık inanan inanır ve gereğini yapar, inanmayan da inanmaz ve beri dururdu. Din, herkes için ferdi bir yaşam biçimi olacağından, kimsenin sahası kimseninkiyle çakışmazdı. O zaman Peygamberin (sav) ve ashabının bu kadar mücadelesi, savaşları ve seferlerine ne gerek kalırdı? Bu gün bizlerin bu kadar tartışmamıza, didişmemize, kavgamıza, can verip kan dökmemize ne gerek vardı?
Peki o halde İslam bunlardan ibaret değilse nedir? İslam bizden ne istiyor? Müslümanın yapması gereken başka neler var?
Bunlar, şimdiki konumuzdan ayrı ve geniş izahat istediğinden, burada değinmeyeceğim. Zaten yazan ve okuyan açısından da yer ve zaman yeterli gelmez. Bu nedenle bu konuları başka bir başlık altında, akli ve nakli delilleriyle izah etmeye çalışacağım inşaallah. Siz takip etmeye ve okumaya devam edin. Yeter ki kavramlar, konular, olgu ve olaylar bilinmeden, tanınmadan değerlendirilmesin. Kabul eden de bilerek kabul etsin, reddeden de bilerek reddetsin. İşte o zaman kavram, olay ve yorumlar anlam kazanır.
Selam ve dua ile…