Saldırılar,
karalamalar, iftiralar kısaca bilumum düşmanlıklar zirve yapmıştı. Devlet
güçleri hak hukuk tanımadan ve kanun dinlemeden bütün acımasızlıklarıyla
yüklendiler. Binlercesi işkenceden geçti. Kimini sakat bıraktılar. Camiye
gitmekten başka suçu olmayan birçok insan ömür boyu zindana mahkûm edildi. Bütün
bunlarla tarihin sayfalarına gömüleceği ve bir daha varlık göstermeyeceği
hesapları yapılıyordu. Bu kadar şiddete maruz kalmadıkları halde başkalarının
esamisi bile okunmazken, bu derece sistemli yok etme operasyonlarıyla İslami
cemaatin bir daha hayat bulacağı kimsenin aklından bile geçmiyordu. Ancak Allah
Teâla’nın hesabı başkaydı. Yok etme heveslilerinin arzu ve beklentilerini
kursaklarında bırakıp İslami cemaati bir kez daha ayağa kaldırdı. Allah
Teâlâ’nın bahşettiği bu güzellikler i’la’yı kelimetullah için canlarını feda
eden şehitlerin kanı ve gece gündüz demeden koşuşturan ihlaslı insanların
çabalarının bereketiydi.
Bütün bu nimetler sürekli şükrü gerektiriyor. Bu lütuf, sorumlulukları kat kat
arttırıyor. İslam’a ait bu coğrafyada akıl ve bilinçlerin İslamileşmesini,
İslam’a ait olmayan tutum ve davranışların hayatlardan çıkarılmasını ve
bedenleri harekete geçiren ruh mesabesindeki İslam’ın hayatımıza bir kez daha
dönüşü için gerekli zeminin hazırlanmasını gerekli kılıyor.
Zor bir zamanda yaşıyoruz. Zaman ve şartların zorluğu çaba ve uğraşıların
yoğunluğunu gerektirir. Büyük engeller büyük çabalarla aşılabilir.
İslam düşmanlarının güçlü silahları ve bozgunculuk üzere bina edilmiş sistemleri
aşılmaz değildir. Tarih içinde ihlaslı bir avuç Mü’minin zamanlarının güçlü
yapılarının önünde durduğu, hatta bunları köklerinden koparıp tarihin
çöplüklerine fırlattıklarıyla ilgili misaller oldukça fazladır. Bugün güç Allah
düşmanlarının elindeyse ve bina ettikleri teknolojiyle önemli işleri
becerebiliyorlarsa, bütün bunlar istedikleri her şeyi yapabileceklerinin delili
değildir. Her şey güce dayansaydı yeryüzünü tasarruflarına almaları ve Allah
Teâlâ’ya kullukta kararlı insanları diri diri gömmeleri gerekirdi. Bu amaçla, 11
Eylül saldırılarından sonra dünyanın en güçlü ülkelerinin bir araya gelerek
kurdukları devasa ordularla İslam dünyasını işgale başladılar. Guantanamo, Ebu
Gureyb ve adı açıklanmayan onlarca işkence merkezi, sistemlerine karşı çıkan
Müslümanların ibret–i alem olsun diye sorgusuz sualsiz ömür boyu tutulmaları ya
da işkence ile öldürülmeleri için kurulmuştu.
On binlerce Müslümanı katliamdan geçirdiler. Binlercesini zindanlara
doldurdular. Tam da dünya düzenini kurduklarını düşünürken çıkmazlara girdiler.
Bir yerlerde bir avuç Müslümanın direnişiyle karşılaştıklarında sihirleri
bozuluyordu. Dünyanın en güçlü orduları Irak ve Afganistan’ın Müslüman halkının
direnişi karşısında şaşırtıcı derecede çözülmeye başlamıştı. Altı günde üç
ülkeyi yerle bir ettiğini her fırsatta dile getiren Siyonist rejimin imhacı
ordusunun gücü Hamas ve Hizbullah’a bağlı birkaç yüz kişilik ihlaslı Müslüman
karşısında köpük gibi rüzgâra kapılmıştı. İhlas ve samimiyetle çabalayan
Mü’minlerin çelikleşen iradelerinin modern silahlarla donanmış orduları
sürükledikleri zillet bütün insanlığın gözü önünde cereyan ediyordu. Bu samimi
adımlar, İslam’a karşı mücadele eden güçleri engellemenin biricik yolunun
Mü’minlerin ihlaslı çabaları olduğunu gösteriyor.
Bir taraftan iletişim araçlarıyla Müslümanların evlerinin içine kadar girip
onları adım adım kendilerine benzetmek için çabalarken, diğer taraftan
Müslümanlar arasında kavmi ve mezhebi ayrılıkları körüklemek için var güçleriyle
çalışıyorlar. Fazla da zorluk çekmeden istedikleri neticeleri elde
edebiliyorlar. Bugün Müslümanları iki kutba ayıran ve uç noktalara sürükleyen
Suriye krizi, İslam düşmanlarının ekmeğine yağ süren, Müslümanlar arasındaki
parçalanmaları tetikleyen en önemli kozlardan biri haline getirildi. Bir
taraftan Esed’in muhaliflerini desteklerden, diğer taraftan daha fazla Müslüman
kanının akıtılması için Eset rejimini muhaliflerin üzerine yönlendiriyorlar.
Neticede Müslüman kanı akıtılırken, Suriye konusu Müslümanlar arasında her geçen
gün daha fazla kopuşa sebep olmaktadır.
Diğer taraftan emperyalist hegemonyayla problemi olmayan ve Batılı güçleri
olduğu gibi kabul eden, onlar tarafından “ılımlı” olarak nitelendirilen İslami
görüntülü grupları geliştirip İslam dünyasına alternatif olarak sunmaya
çalışıyorlar. Bu işe kendilerini hazırlayan bu yapıların emperyalist ve siyonist
güçlerin zulümlerine karşı sessizliği tercih ettikleri, dünyanın herhangi bir
köşesinde topraklarını işgalcilerden temizlemek isteyen ve onur ve izzetlerini
korumak için çabalayan Müslümanların direnişi söz konusu olunca kraldan çok
kralcı kesilip terörist damgasını vurmaktan çekinmedikleri görünmektedir.
Kur’an–ı Kerimle temellendirilmiş, içinde cihadı ve şehadeti barındıran ve her
türlü zulme başkaldırıyı esas alan İslam’ın yerine İslam’ın bazı sembollerine
sahip ancak İslami ruhtan tamamıyla arındırılmış her türlü bozgunculuğa ve
nifaka hoşgörüyle bakan hastalıklı bir kültürü geliştirmeye çalışıyorlar.
Allah için çabalayan samimi ve ihlaslı Müslümanlar her yer ve zamanda
çalışmalarının semeresini aldılar. Bunu bizzat yaşayarak görüyoruz. Allah Teâlâ
kendisi için atılan samimi hiçbir adımı boşa çıkarmıyor. Onların şeytani oyun ve
tuzakları Kur’an temelli ihlasa dayanan adımlar karşısında iflas etmeye
mahkûmdur. Zaman ve imkânlarını İslam için seferber edecek insanlarımızın
varlığı coğrafyamızın İslam’la ruh bulmasına zemin hazırlayacak. Ancak,
Müslümanlara karşı geliştirilen bu derece büyük oyunlara karşı durmanın tek yolu
hiçbir kınayıcının kınamasına ve hiçbir engelleyicinin engellemesine takılmadan
gece ve gündüz çalışmaktır. İhlaslı ve samimi çalışmanın olduğu yerde İslam’a
aykırı hiçbir yapı direnemeyecektir.
M. Emin Çelik
|