Alet
edevatta ve çevrede yaşanan değişimlere rağmen temelde birçok şeyin varlığını
koruyarak günümüze kadar geldiğini görüyoruz. Menfaatlerini merkeze alıp daha
fazla güç sahibi olmak ve daha müreffeh yaşamak için çabalayanlar, başkalarının
ezilmesine hatta ölümüne mal olsa da kendi hayat şekillerinin çerçevesini çizip
kanunlarını dizayn ederken, bunlara karşı duran, insanların fıtrat ve yaratılış
özellikleri esasında çerçevesi çizilmiş kanunlarla önlerine çıkan Allah’ın
elçileri yeryüzünde adaletin sağlanması ve insanların adalet içinde yaşaması
için çabaladılar. Zalimlerin saltanatına karşı çıkan ve haksızlığın hiçbir
şekliyle uzlaşmayan ilahi çağrıya savaş açan hakim rejimler, işin henüz başında
peygamberlerin sesini kısmak için yoğun çaba harcadılar. Müslümanların
detaylarına haberdar olduğu Hz. Resul-i Ekrem (sav)’in hayatı incelendiğinde
küçük Mekke devletinin kodamanlarının köle ile efendiyi, işçi ile patronu eşit
gören çağrıyı susturmak için hangi yöntemleri kullandıkları rahatlıkla görülür.
Peygamber (sav)’in elinde sihirli bir değnek yoktu. Ancak onların altın çağını
yaşayan şiirini etkisiz kılan ve düzenlerinin bir hiç olduğunu ortaya koyan
Allah’ın kitabı elindeydi. Resul–i Ekrem (sav)’in azim ve sabrı zorluklara karşı
direnen büyük bir iradeyi ortaya koymasına sebep oluyordu.
Resul-i Ekrem (sav), hayatımızın bütün aşamalarında bizim için örnek ve olgu
olduğundan hedeflerimize ulaşmak için O’nun azmini, iradesini, sabrını ve
yorulma bilmez çabasını dikkate alıp yararlanarak hareketimizi şekillendirmeli
ve yöntemimizi belirlemeliyiz.
Büyük bir değerler savaşıyla karşı karşıyayız. Hayat felsefemizi oluşturan, bize
yön veren ve varlığımıza anlam katan Allah’ın kitabı karşıtlarımızın hesaplarını
altüst etmektedir. Bu nedenle Kur’an’a şiddetli bir düşmanlık beslemektedirler.
Çoğu zaman maskeleri düşer korkusuyla düşmanlıklarını açıkça beyan etmekten
çekinirler. Kur’an-ı Kerim’in Resul-i Ekrem (sav)’e gönderildiği gibi
sağlamlığını ve tazeliğini koruması, özellikle bolluk içinde yaşadığı halde ruhi
sorunlarla boğuşan Batı insanının gönlündeki yaraların merhemi olması İslam
düşmanlarının korkularını daha fazla arttırmaktadır. Hayattan hiçbir zevk
almayan ve çaresizliğe gömülen Batı insanının İslam’dan azıcık haberdar
olmasıyla güneşin yakıcılığından parça parça olmuş toprakların suya hasreti gibi
İslam’ın cazibesine kapıldığı görülür. İslam’ın safının güçlenmesini kudret ve
saltanatları için tehlikeli gören İslam düşmanları her alanda İslam’a karşı
yoğun bir propaganda savaşı yürütüyorlar. Bunu Avrupa ve ABD’de doğrudan İslam
düşmanlığı olarak ortaya koymaktan çekinmezken, İslam dünyasında ise farklı
şekillerle düşmanlıklarını yürütüyorlar. Örneğin iftiralarla ve yalan
propagandalarla Müslümanları halkların gözünden düşürüp uzlete mahkûm etmeyi
hedefliyorlar.
Gelecekleri için tehlikeli ve potansiyel suçlu gördükleri Müslümanları
olduğundan fazla önemsediklerinden, Müslümanlar sürekli Batının ilk gündemini
oluşturur. İslam’ın çağın sorunlarına ve hastalıklarına çare bulacak
yeterlilikte olduğunu ve düzenlerinin İslam karşısında direnemeyeceğini çok iyi
biliyorlar. Sihirli bir değnek olarak ileri sürdükleri demokrasi, insan hakları
ve özgürlüklerle ilgili söylemlerinin işkence, kan, gözyaşı ve işgalden
başkasını getirmediğinin halklar tarafından anlaşılması kendilerini güvensiz ve
yalancı hale getirdiğinden halkları etkilemek ve inandırıcı olmak için yeni
yöntemler kullanıyorlar.
Yeryüzünün yaratılışından beri hak ile batıl mücadelesinin devam ettiği
dünyamızda, zevkine göre yaşamak, güç ve kudret elde etmek için kendi
kanunlarını kendileri yapan ve insan hayatını bir hiçe sayan batıl güçler kimi
zaman gerçek yüzlerini örtme gereği duymadan zulmetmeyi yeğlediler. Oysa
günümüzde daha fazla etkin olmak ve daha derinden sömürmek için gerçek yüzlerin
örtmeyi tercih ediyorlar.
Batıl taraftarlarının etkin olduğu, hak taraftarlarının ise varlık
gösteremedikleri bir dünyada adaletten ve insanca yaşamadan söz edilebilir mi?
Batıl taraftarları her alanda etkin olmak için yoğun çaba harcıyorlar.
Müslümanların etkisini kırıp uzlete mahkum etmek için çabalıyorlar. Oysa bugün
yaşanılır bir dünya için halkların Müslümanlara ihtiyacı her zamankinden daha
fazladır.
Uzun yıllar ağır dinsizlik dayatmalarıyla karşı karşıya kalan ülkemizde İslami
hayat büyük ölçüde toplum hayatından çıkarıldı. Baskı, zulüm ve dayatmalarla
kurulan cumhuriyetin amaçlarından biri İslam’ı toplum hayatından silip dinsiz
bir toplum oluşturmaktı. Bu tehlikeyi fark eden bilinçli Müslümanlar, özellikle
de ulemadan bir kısmı ağır bedelleri göze alarak karşı çıktılar. Bir döneme
damgasını vuran Üstad Bediüzzaman, halktan koparılıp tecride mahkum edildiği
halde, risaleleri gizliden gizliye halka ulaştırarak dinsizlik akımının önünde
durmaya çalışmış, bu tehlikeyi projeyi önemli ölçüde akamete uğratmıştı. Üstadın
yorulma bilmez, kararlı ve azimli çabalarının izlerini bugün toplumumuzda görmek
mümkündür.
Üstad’ın ifade ettiği gibi bugün şahs–ı maneviye sahip İslami cemaat toplumda
İslam’ı ihya etmek için önemli bir misyon yüklendi. Cemaat mensuplarının İslam’ı
toplum hayatında canlandırma uğruna atacakları her adım küfür cephesinin
insanlığı boğmak için ördüğü zincirden halkaları bir bir parçalayacaktır. Bunun
için en geçerli yol hayata Kur’an-i şekil vermektir. Bir sonraki adım zamanı
Kur’an’ın hizmetine verip insanlarla tek tek ilgilenerek, vahyin mesajını
kavratıp Kur’an yolunun yolcuları olmalarını sağlamaktır. İslam’a büyük bir azim
ve gayretle sarıldığımız ve en yakınlarımızdan başlayarak toplumumuzun hayatını
Kur’an’a yönlendirdiğimiz zaman toplum büyük bir dönüşüm yaşayacak ve İslam
layık olduğu yere yerleşecektir.
Elimizde Kur’an’dan neş’et eden hakikatler var. Önemli olan bunları layıkıyla
insanlara ulaştırabilmek! Ancak bir yaşama şekline alışmış insanların bundan
kolayca vazgeçip yeni bir yaşam şekline yönelmeleri zordur. İz bırakmak,
toplumun yaşam şeklini değiştirmek ve Kur’an hakikatlerine göre insan
yetiştirmeyi hedefliyorsak bugüne kadar topluma yön vermeye muktedir olamayan
çabalarımızın bu işler için yeterli olmadığını anlamalıyız. Öyleyse bir topluma
yön vermek için başka çabalar gerekmektedir. O da Hz. Resul-i Ekrem (sav)’in
yaptığı gibi insanlarla bire bir ilgilenerek, onlara hakikatleri kavratarak ve
İslami hayatı derk etmelerini sağlayarak çalışmalarımıza yeni bir yön
verebiliriz. İz bırakmanın tek yolu daha fazla çalışmak ve insanlarla inceden
inceye ilgilenip hakikatlerle tanışmalarını sağlamaktır.
Böylece, insanlar hakikatler doğrultusunda yaşamaktan zevk alacaklar. Kur’an
hakikatleri toplumu kuşattığında, yitirilmiş değerler bir bir toplum hayatına
dönüp yaşama imkânı bulacak. Yeryüzü bir kez daha yaşanılır hale gelecek ve
Allah’ın adaleti dört tarafı kuşatacak. Bunun için de bilinçli, azimli, gayretli
ve sabırlı çalışmalara ihtiyacımız var.
M. Emin ÇELİK
|