Söylemle de sınırlı olsa bu ülkeyi yönetenlerin bir topluluğa, bir kavme zulmedildiğini, haklarının çiğnendiğini ve hatta katliama uğratıldığını itiraf etmeleri güzel gelişmelerden haber vermektedir. Yapılan zulümlerin katliam boyutuna ulaştığını ülkenin başbakanının dile getirip özür dilemesinden rakiplerini alt etme kokuları gelse de yapılan onca vahşetten bir bölümünün itirafı olduğundan önemli bir adım sayılır. Bu ülkenin insanları Kürd olduklarından ve Müslüman olduklarından dolayı uzunca yıllar zulme uğradılar. Kürd kimliklerine İslami kimlik de eklenince zulmün katmerleştiğini, bu iki vasfı taşıyan insanların iki kere suçlu görüldüğünü bugün katliam emri veren insanların makamlarında oturan insanlar bile itiraf edebiliyorlar. İktidar koltuğunda oturan insanlar İslami geçmişten geldiklerinden, rejimin hedefinin bir parçasını oluşturuyorlardı. Aileleri katliamlara uğramasa da taşıdıkları İslami rengin suç sayıldığı, yerildiği, hakaretlere uğradığı bir geçmişe sahip olduklarından zalimlerin yaktığı ateşin alevlerinin bir nebze de olsa onlara dokunduğu ve birçok alanda üvey evlat muamelesi gördükleri bir gerçektir. Cumhurbaşkanının eşinin başörtüsü mağduru olması, başbakanın okuduğu şiirden dolayı hapsedilmesi zulmün ucunun onlara da dokunduğunu göstermektedir. Türkiye’nin iktidarı on yıldır böyle bir geçmişten gelen insanların elinde. Bazı alanlarda ciddi değişikliklere imza attılar. Ancak rejimin zulme maruz bıraktığı insanlar düşük yoğunlukta da olsa zulümden kurtulmadılar. Kürdler halen kendilerini “Kürd” coğrafyalarını da “Kürdistan” olarak ifade etmekten korkuyorlar. Anadilleriyle eğitim hakkı tanınmadı. Yaşadıkları şehirlerin tepelerine kalplerine hançer gibi saplanan faşizan ifadelerin bulunduğu koca koca yazılara bakınca yüzlerinin rengi değişiyor, yüreklerini sıkıntı basıyor. Değiştirilen köy isimleri henüz iade edilmedi. İktidar, Kürd halkıyla masaya oturup 90 yıldır gasp edilen haklarını geri verme gibi bir iradeyi gösteremedi. Kürdlerin hakkı söz konusu olduğu zaman iktidar partisi derhal TRT-6’i gündeme getirip, televizyonun Kürtçeleştirildiğini ileri sürüp övünmeye başlıyor. Yasal bir dayanağı olmayan, yöresel bir mahkemenin yasaklamasıyla ya da Ak Partinin yerini alacak başka bir hükümetin girişimiyle buharlaşacak bir projeyi 90 yıldır hakları çiğnenen ve yok sayılan bir millet için minnet yapmak ayıp ve günahtır. Kürdlerle Türkler asırlardır birlikte yaşamış, bedenlerini siper edip ülkeyi düşmanın şerrinden korumuşlarsa, Kürdler, İslami kardeşliğine dayanarak başka milletler gibi ayrı vatan derdine düşmemiş ve dolayısıyla isyan etmemişlerse bunun karşılığı inkar, asimilasyon, haklarının gasp edilmesi ve katliam mı olmalıydı? Bütün bunlara rağmen devleti yönetenlerin Kürdlere yapılan zulmü ve haksızlıkları kabul etmeleri önemli bir adımdır. Ancak asıl güzellikler fiiliyatla ortaya çıkar. Allah’ın bir kulunun insan olarak ihtiyaç duyduğu bütün hakları iade edildiği, yani çalınıp gasp edilen değerleri geri verildiği zaman iktidarın adaletinden ve samimiyetinden bahsedilebilir. Aksi takdirde eskiden olduğu gibi verilen sözler boş ve havada kalır. Diğer taraftan Müslüman halkın Müslümanca yaşamasının önündeki engeller de olduğu gibi durmaktadır. Üniversitelerde söz konusu örtü serbestliği YÖK başkanının şahsi iradesinden öteye geçemedi. Kanuni bir dayanağa oturtulamadı. Katsayının kaldırılması için de kanuni bir dayanak oluşturulmadı. Sonraki iktidarlar ya da yerel bir mahkemenin kararı bütün bu adımları bir çırpıda sona erdirebilir. İktidar partisi, ustalık dönemi dediği üçüncü döneminde olduğu halde 28 Şubatta Müslümanlara getirilen yasaklar aynen devam ediyor. Üniversitelerin bir kısmında tesettürlü öğrenciler sınıflara alınmıyor. İlköğretim ve liselerde başörtüsü yasağı bütün katılığıyla devam ediyor. Birçok okul, milli eğitimle el ele verip çocukları azarlıyor, tehdit ediyor ve ardından okuldan kovabiliyor. Veliler ve sivil toplum kuruluşlarının çağrıları nedense duyulmuyor. Okullarda faşizan dayatma olan “andımız” isimli şirki sözlerin katı kurallara sahip komünist rejimlerde bile bulunmayacak kadar ilkel ve gülünç olduğu bilindiği halde, çocuklarımıza zorla okutuluyor. İnancımıza aykırı olduğundan çocuklarımızın “andımız” törenine göndermeme gibi çaba “devlet düşmanlığı” ve “illegal örgüt faaliyeti” olarak nitelendirilip dengesini yitirmiş teraziyi elinde bulunduran adalet müesseselerinde te’dip edilmek için birkaç yıllığına zindana mahkum etmeyle ilgili sıkıntı varlığını sürdürüyor. Bu ülkede vergisini verdiği, çocuklarını askere gönderdiği ve vatandaşlık ilkelerine riayet ettiği halde halkın tesettürlü kadınlarının kamusal alana girişi yasaklanıyor. Kadınlar, kendilerini temsil için kurulan meclislerine örtülerini takarak giremiyor. Haksızlıkların listesi oldukça kabarık. Oysa iktidar partisi hiçbir sıkıntı yokmuş pişkinliğe vurup işleri geçiştirmeye çalışıyor. Ara sıra yeni anayasa ile bütün sorunların çözüleceği dillendiriliyor. Ancak Müslüman halkın yaşadığı bir coğrafyada yapılacak anayasada Müslüman halkın inançsal ve kültürel hassasiyetlerinin öncelenmesi ile ilgili hiçbir irade gösterilmiyor. Hükümet tarihi bir süreçten geçiyor. Ya bahsettiği gibi yeni anayasa ile bütün yasakları sona erdirip onlarca yıldır halkın yaşadığı zulümlere ve hak gasplarına son verdirip tarihe adını yazdıracak, ya da uzunca iktidarına rağmen içi boş sözlerle oyalayıp geçiştirerek zalimlerle ortak olduğunu ortaya koyacak. Umarız bu fırsatı iyi değerlendirir, zulümleri sona erdirip zulmün altında belleri kamburlaşmış mazlumların dualarını alırlar. M. Emin ÇELİK |