GİRİŞ Bu gün her devletin, üzerine bina edildiği fikri bir altyapısı ve yönetim şekli vardır. Devletin kontrolünü elinde bulunduranlar da, devletin bekası namına bunları korumakta ve devam ettirmeye çalışmaktadırlar. Türkiye Cumhuriyeti; beşeri hukuka dayalı laik bir rejim olup, fikri alt yapısında Mustafa Kemal ve yakın arkadaşlarının tesiriyle “Din Düşmanlığı” ve “Türk Milliyetçiliği” vardır. Bu nedenle bu rejime, Laik Kemalist Rejim demek yerinde bir ifadedir. Din düşmanlığını esas alan Laik Kemalist Rejim; dini, devlet idaresiyle kurumlarından ve sosyal hayattan tamamen uzaklaştırmak için İslam’ın bütün müesseselerini ve toplum içindeki dinamiklerini ortadan kaldırmaya dönük art arda yapılan onlarca devrimle, insanlar ile İslam arasına kalın bir duvar çekmeye çalışmıştır. İslam suç, Müslümanlar suçlu hale getirilmiştir. Atatürk inkılapları olarak bilinen bu devrimlerin özünde; şeriatsız, hilafetsiz, beşeri hukuka dayalı, batı standartlı, laik bir devleti ve laik bir toplumu meydana getirmek vardır. İslam’ın hem devlet ve hem de toplum üzerindeki hakimiyetine ve yönetim gücüne fırsat vermemek, İslam’ı, yöneten değil yönetilen duruma getirip kontrole almak için bütün müessese ve eserlerinin ortadan kaldırılması hedef edilmiştir. Dolayısıyla Laik Kemalist Rejimin kurulmasının ardından çıkarılan yasalarda da bu düşünce temel unsur olarak yer etmiştir. Aynı şekilde Türk milliyetçiliğini esas alan Laik Kemalist Rejim; hükmetmeye başladığı andan itibaren Türkiye’de Türk’ten başka bir halk ve Türkçeden başka bir dil kabul etmemiş, tanımamış ve yok saymıştır. Her kes Türk görülmüş, Türk kabul edilmiştir. Türkçeden başka dil, Türkçeden başka isim ve Türk’ten başka milliyet kabul edilmemiştir. İnsanıyla ve doğasıyla her kes ve her yer Tek Millet, Tek Dil rengine büründürülmek istenmiştir. Bunun neticesi olarak Kürdistan’da; bütün il, ilçe, köy, kasaba, mezra, dağ, ova, dere, nehir ve isim verilmiş ne varsa hepsinin isimleri Türkçeleştirilmiştir. Son zamanlara kadar insan isimleri dahi Türkçeye uymadığı gerekçesiyle nüfus kütüğüne kaydedilmemekteydi. Hatta mahkemelik oldukları bilinmektedir. Haliyle bu din düşmanlığı ve Türk milliyetçiliği, büyük sosyal ve siyasal sorunlar oluşturmuş ve halk ile rejimi sürekli karşı karşıya getirmiştir. Bunun bir neticesi olarak halkta oluşan haklı tepkiler ise sürekli suç sayılmış ve her defasında üzerine acımasızca gidilip çoğu kere katliamlar gerçekleştirilmiştir. Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kontrolünü elinde bulunduran güçler; kuruluşundan bu güne kadar Laik Kemalist Rejimi ve rejimin üzerine bina edildiği değerleri muhafaza etmek ve devam ettirmek için sürekli yasaklama, dayatma, sindirme, baskı, zulüm ve şiddet yoluna başvurmuştur. Bu cümleden olmak üzere; İslami talepler ve İslam’a yönelik yasaklara karşı yürütülen faaliyetler ile temel insani haklara yönelik inkar politikalarına karşı yürütülen faaliyetler suç kapsamında değerlendirilmiş ve bu yönde pek çok suç çeşidi ve tanımı ortaya çıkmıştır. Çünkü İslami talepler ve dolayısıyla Müslümanlar, aynı zamanda insani temel hak ve hürriyetler konusundaki talepler ve bu bağlamda Kürd halkı rejime karşı bir tehdit unsuru olarak algılanmıştır. Her devletin kendisine göre gerek iç ve gerekse dış tehdit olarak algıladığı unsurlar ve hususiyetler vardır. Dolayısıyla her devlet, tehdit olarak algıladığı unsurlara karşı kendine göre tedbirler alır. Bu son derece tabiidir. İnsani temel hak ve hürriyetler ihlal edilmeden, birey ve toplumun huzur ve asayişinin temini için her devlet bunu yapar. Burada bir de; neyin suç sayıldığı önemlidir. Suç sayılan şey, tabiatında suç barındırmalı, insana ve topluma zarar verici nitelikte olmalıdır. Aksi ise, suç sayılması tedbir, emniyet ve adalet kavramları ile tenakuz oluşturur ve bir devlet açısından kabul edilebilir nitelikte değildir. Laik Kemalist Rejime baktığımızda; özelde dinlerinden dolayı İslami yapı ve Müslümanları, genelde ise milliyetlerinden dolayı Kürd halkını iç tehdit unsurları olarak algılamakta, dolayısıyla potansiyel suçlu kabul etmekte ve kendince bunlara karşı tedbirler almaktadır. Bu açıdan bakıldığında; Müslüman Kürd halkı hem dinlerinden ve hem de milliyetlerinden dolayı rejim için ciddi bir tehdit unsuru olarak değerlendirilmekte ve bunun içindir ki sürekli hedef konumunda bulunmaktadır. Burada öncelikle şunu belirtmek gerekir ki; Laik Kemalist Rejimin suç kabul ettiği bu hususlar hak ve hakikat nazarında doğru değildir, yanlıştır. Bu, onun bu konudaki birinci yanlışıdır. Ancak bu hususları tehdit unsurları olarak değerlendirmesi ve algılaması, din düşmanlığı ve Türk milliyetçiliği üzerine kurulmasının bir sonucudur. Fakat tedbir adı altında başvurduğu yöntemler, ortaya koyduğu uygulama ve icraatlar, insanlığa sığmayan ve kabul edilemez türdendir. Bu ise, bu konudaki ikinci büyük yanlışıdır. Ve bunlar, bu yazıyı yazmada temel etken olmuştur. Tehdit algılamasına karşı alınan tedbirler; suç öncesi tedbirler ve suç sonrası tedbirler olarak ikiye ayrılmaktadır. Tehdit olarak algılanan unsurların hareketini önlemek veya suç olarak kabul edilen hususun meydana gelmesinin önüne geçmek devlet açısından asıl amaç olduğundan, suç öncesi tedbirler önem arz etmekte ve öne çıkmaktadır. Dolayısıyla bu konuda istihbarat teşkilatları ve yaptıkları faaliyetler önem kazanmaktadır. Bu nedenle bu yazımızda; Laik Kemalist Rejimin bekasına yönelik tedbir adı altında, özellikle de suç öncesi tedbirler kapsamında bir takım faaliyetler icra eden polis ve jitemin yaptıklarına değineceğiz. Kendilerine göre tehdit ve dolayısıyla suç olarak algıladıkları hususlara yönelik önleyici, caydırıcı ve cezalandırıcı tedbirler alırken ne tür çirkin, kirli, zalimane, hiçbir hukukun kabul etmediği ve kendi yasalarında bile açıkça yer vermeye cesaret edemedikleri insanlık dışı ifsat yöntemleri uyguladıklarını ortaya koyacak ve deşifre edeceğiz. Bunu yaparken, yorum ve değerlendirmeleri değil, yaşanan gerçeklerden hareket ederek yapılanları ortaya koyacağız. Bu konuda Hizbullah Cemaatinin 30 yıllık deneyiminden, eldeki bilgi ve belgelerden, olayı yaşayanlardan, şahit olanlardan, Hizbullah Cemaatinin yakalayıp sorguladığı onlarca muhbir ve ajanın kasetlere alınmış itiraflarından istifade ettik. Dolayısıyla bu yazı; bir kurgu, bir hayal mahsulü veya siyasi bir propaganda ürünü değildir. Aksine, tamamen doğruları yansıtan ve sağlam bilgi ve belgelere dayanan gerçeklerin deşifresidir. Bu nedenle yazıda, gerek yer ve gerek şahıs olarak bir takım isimlerin geçmesi kaçınılmazdır. Ancak; İslam’a ve Müslümanlara zarar vermeyen, zarar verenlerin yanında yer almayan, Laik Kemalist Rejim güçlerinin kirli faaliyetlerine bilerek iştirak etmeyen ve alet olmayanların, bu duruma düşenlerle yakınlık ve irtibatları ile inanç ve fikirleri ne olursa olsun, bu yazıda isimleri geçmeyecek ve rencide edilmeyeceklerdir. Aynı şekilde; isim geçtiğinde, olayın vasfından veya şahsın düştüğü kötü durumdan dolayı gerek yakınlarından ve gerekse yakın çevresinden günahsız insanların rencide olmaması için böylelerinin isimleri açıktan verilmeyecektir. Yine; isim verildiğinde, hadiseden dolayı birileri zan altına girecek veya suçlanacaksa bu durumda da açıkça isim vermemeye özen gösterilecektir. Çünkü bu yazıda amacımız, masum insanlara zarar vermek veya birilerini rencide etmek yada zan altında bırakmak değil, aksine polis ve jitemin ifsat yöntemlerini ortaya koymaktır. Başta Müslümanlar olmak üzere halkımızın bu konuda bilgilendirilmesine şiddetle ihtiyaç olduğuna inanıyoruz. Bu konuda elimizde çok sayıda bilgi ve belge vardır ve kendimizi bundan dolayı sorumlu görüyoruz. Bu yüzden bunları sizlerle paylaşmaya karar verdik. Yorum, değerlendirme ve takdir sizlerindir. Tamamen bilgi ve belgelere dayanan bu dosya üzerinde altı aydır çalışmaktayız. Bu konuda emeği geçenlere ve özellikle Hüseyni Sevda Sitesi yazarlarından Abdullah Hocaoğlu, Kerim Yararlı ve Said Gabari’ye çok teşekkür ediyorum. Bilgi ve belgelerin toplanıp derlenmesinde ve birikimlerinden istifade etmede büyük yardımları oldu ve çok büyük emek sarf ettiler. Bana da, bunları başlıklar altında yazıya dökmek kaldı. Bu uzun belgesel dosyada; yakın tarihimizde polis ve jitemin genelde Türkiye’de özelde bölgemizde, İslami yapılara ve özellikle Hizbullah Cemaatine yönelik, aynı zamanda topluma ve halkımıza yönelik yapılan nice kirli, çirkin ve insanlık dışı ifsat yöntemlerini bulacaksınız. Muhbirleştirme yöntemleri, Hedef seçilenlere ulaşma ve onlara muhbirliği kabul ettirme şekilleri, Bu kişileri bulaştırdıkları ahlaki çöküntüler ve nedenleri, Bu kişilerin kendilerine sadık kalmaları ve vazgeçmemeleri için başvurdukları çirkin uygulamalar, Bu işlerde kullandıkları paraların kaynağı, Toplumda fitneyi yaygınlaştırma yöntemleri, Kullandıkları kurum, kuruluş ve kesimler ve bunları kullanış yöntemleri, İslami yapı ve hareketlere karşı uyguladıkları taktikler, Hizbullah Cemaatine karşı başvurdukları yöntemler…….gibi sizi hayrete ve bir o kadar da dehşete düşürecek konuları okuyacaksınız. Ancak bu konulara ve ayrıntılarına geçmeden önce; istihbarata duyulan ihtiyaç, Türkiye’de Devlet gücü olarak faaliyet yürüten istihbarat unsurları, ajan, muhbir ve işbirlikçilerin istihbarattaki fonksiyonu, istihbarat birimleri arasındaki işbirliği ve eleman aktarımı, muhbirlik için hangi insanlar hedef seçilir, hedef seçilenleri tespit etme yöntemi ve hedef seçilen kişilere ulaşma şekilleri gibi konularda bir takım tanıtıcı ve genel bilgiler verilecektir. Allah’a emanet olun. M. ALİ NUR |