Son günlerde Türkiye’nin çeşitli illerinde seri bir şekilde Müslümanlara dönük operasyonlar yapılmaktadır. Ortada; Hizbullah adına ve örgütlü olarak icra edilen herhangi bir eylem yokken, operasyon yapılan yerlerde yasal, legal ve herkesin gözleri önünde meşru faaliyetler yürütülürken, üstelik bu faaliyetlerin ağırlık noktasını halka yönelik yardımlar ve destekler teşkil ederken, Konya’dan Van’a kadar Müslümanlara yönelik yapılan, toplu yakalanmaların yaşandığı ve bir çok kişinin haksız bir şekilde mağdur edildiği bu operasyonlar neyin ifadesidir?
Daha önce İslami davadan yakalanıp cezaevinde bir müddet yattıktan sonra tahliye olmuş, fakat sonradan kendisine ceza verilmiş olanların, cezalarından geri kalanını çekmeleri için yakalanıp tekrar cezaevine gönderilmesi her ne kadar sebep olarak gösteriliyorsa da, yakalananlara bakıldığında durumun öyle olmadığıanlaşılmaktadır. Bunların hepsi o durumda değil ki?
Durum böyle bile olsa bu; tüm toplumu gerecek, tedirgin edecek ve büyük gürültü koparacak derecede bir hadise değildir. Verilen görüntü ve ortaya konan tavır bunun aksine ve çok ötesindedir. Bu bakımdan sebep ve icraatlar ciddi bir şekilde tezat oluşturmaktadır. Daha önce İslami davadan göz altına alınıp (suçu sabit olsun veya olmasın) fişlenen her kim varsa, bunlara potansiyel suçlu olarak bakılmakta ve en ufak bir bahanede bunlar örgütsel faaliyetler veya yasadışı eylemler icra etme iddiasıyla toplatılmaktadır. Bu yapılanlar da bunun bir göstergesidir.
Türkiye’nin batısından doğusuna kadar bir çok ilde, eş zamanlı ve aynı zamanda çaplı operasyonlar yapmak, mesela; çok ciddi kitlesel halk kıyamlarının olması, bir çok ilde kanlı-ölümlü eylem ve olayların meydana gelmesi yada geniş çaplı çatışma hadiselerinin olması gibi halleri gerektirir sanırım.
Ancak burası Türkiye. T.C. kurulduğundan bu yana sergilediği gayri insani ve gayri İslami uygulamaları nedeniyle halk kitleleriyle hiç barışık olmadı. Bununla birlikte Müslümanlarla hep çatışma halinde oldu. Bu yüzden hep ürkek, endişeli ve şüpheli tutum ve tavırlar içinde olmuştur. Dolayısıyla muhalefeti, muhalefet eğilim ve hareketleri hiç hazmedememiştir. Bu nedenle bir Müslüman hapşırsa, o derhal nezle olur, üç Müslüman yan yana gelse, şaşı baktığı için üçü üç bin görür ve endişeye kapılır.
Yukarıda izah edilenler, işin bahane kısmıdır. Asıl mesele ise, İslam ve Müslümanlar ile mücadele meselesidir. Amaç; Müslümanları sürekli bir baskı altında tutmak, yıldırmak ve sindirmektir, pasifize etmek ve etkisizleştirmektir. Öte yandan, övülen İslami bir vasıf ve Kur’ani bir ifade olan Hizbullah kavramını zihinlerde terörize etmek suretiyle, Hizbullahı halktan soyutlamaya, ötekileştirmeye ve halkın Hizbullaha teveccüh ve yönelimini tehlikeli ve korkulu hale getirip kırmaya çalışmaktır.
Bununla birlikte, öyle sanıyorum ki ortada bir de ciddi bir tahrik söz konusudur ve Müslümanlar bir tahrik ve provokasyon ile karşı karşıyadırlar. Tahriklere kapılarak tepkisel davranıp yanlışa, tasvip edilmeyen olaylara çekilmek istenmektedirler.
Bir müddettir Müslümanlar, özellikle de Hizbullah ismi telafuz edilerek gündeme taşınmış ve üzerine gitmek, onlara yönelik operasyonlar düzenlemek için adeta zemin hazırlama, meşru bir atmosfer oluşturma hazırlıkları yapılmaktaydı. Belli ki aynı merkezden ve bir çok koldan saldırarak bu icra edilmiştir.
Bunun için; operasyonlardan kısa süre önce cereyan eden hadiselere bakmakta, böylece birbirleriyle ilintili ve aynı zamanda tamamlayan olaylar zincirini görmekte fayda vardır. Kim kime karşı, kim kimin yanında, kim kiminle işbirlikçi, kim kime hizmet ediyor, kim kimi kullanıyor gibi hususiyetlerin anlaşılmasına da aynı zamanda bir pencere açacak ve bir ışık tutacaktır kanaatindeyim.
Bir süre önce Abdullah Öcalan, genelde İslami kesim ve Müslümanlar, özelde Hizbullah hakkında avukatları aracılığıyla beyanlarda bulunmuş ve iftira dolu çirkin laflar sarf etmekle birlikte “Siyasal İslam’ın Hizbullah pratiğini unutturmayacaksınız…..” şeklinde kaos ve gerginlik çağrıştıran talimatlar vermişti.
Tahmin edildiği gibi bundan amaç, İslam ve Müslümanları gündeme taşımak, bir yandan da dikkatleri Hizbullah üzerine çekmek ve devlet güçlerine, kamuoyunun göreceği-duyacağı şekilde aleni olarak şikayet etmekti. Diğer önemli bir hedef ise, tabii ki bölgede Apo yanlılarını böyle bir konuda uyarmak ve bu istikamette harekete geçirmekti.
Bu beyanları kendisi ve partisiyle doğrudan ilişkili olan bir sitede yayınlanınca haliyle tepkiler oluştu. Mesela; benim açımdan H. Hüseyin BATMANLI ve M. Said ERGİN imzalı yazılar, bu tepkilerden iki önemli örnek oluşturuyordu.
Bu arada laik-Kemalist basında da aynı paralelde yazılar çıkıyor ve Müslümanlar adeta tekrar tekrar hedef tahtasına oturtuluyordu.
Bunlar yetersiz gelecek ve tatmin etmemiş olacak ki Öcalan bu kez devleti açık bir şekilde uyararak “Kürt Haması” ifadesini kullandı ve eğer önlem alınmazsa Cumhuriyetin tehlikede olduğunu ve zarar göreceğini söyledi. Ne ilginçtir ki laik basın da aynı şeyleri, aynı dil ve üslup ile ifade etti, kamuoyunun gözü görsün, kulağı duysun diye devleti uyardı. Bu safhada da yine mesela; Sıtkı ZİLAN imzalı yazı, verilen tepkiler açısından ilginç bir örnektir diyebilirim.
Bütün bunlar nihayet kamuoyunda gündem oluşturma, daha doğru bir ifadeyle polisin Müslümanlara karşı kapsamlı operasyonlar yapması için meşru bir zemin ve gerekçe oluşturma çabasıydı. Bu beyanatların, uyarıların ve karalamaların hepsi aynı kapıya çıkıyordu ve çıkış kaynakları birdi. Aynı amaca hizmet ediyorlardı.
Çünkü bütün bunları yan yana getirip koyduğumuzda, resmin bütünü kendini gösteriyor ve belli ediyor. Devlet içindeki etkin ve yetkin eller, polis ve askerin 2000 yılından bu yana yaptığı onca zulüm, eziyet, işkence, iftira ve vahşete doymamış, Müslümanların meşru zeminde ve legal olarak yaptıkları İslami ve insani faaliyetleri bile hazmedemeyerek bunların önünü almaya, Müslümanları etkisizleştirmeye ve sindirmeye çalışmak için dört bir yandan harekete geçmiştir. Nihayet bütün bunların akabinde Türkiye’nin batısından doğusuna kadar pek çok ilde seri operasyonlar yapılmış, toplu yakalanmalar gerçekleştirilmiş ve halen de sürdürülmektedir.
Hatırlanacağı gibi kısa bir süre önce de tüm valiliklere yazı gönderilmiş, bulundukları illerde ekonomik ve sosyal yardım faaliyetlerinin yapılması talimatı verilmiş ve bu yolla Müslümanların halka dönük insani yardım faaliyetleri sabote edilmeye çalışılmıştı. Öte taraftan, bölge halkına şu ana kadar insani yardım ve destek konusunda hiçbir etkinliği olmadığı halde, Kurban bayramında TV ve gazetelerdeki reklam ve propaganda eşliğinde bölgeye 100’lerce işadamı göndertilmiş, kurban kestirilip etleri dağıttırılmıştı.
M. Ali Nur
NOT : Konuyla ilgili olduğu ve yukarıda ifade edilen hususlar çerçevesinde isimleri geçtiği için, H. Hüseyin BATMANLI, M. Said ERGİN ve Sıtkı ZİLAN’ın Nasname sitesinde yayınlanan yazılarını bulduk ve burada yayınlamayı uygun gördük. Hüseyni Sevda Editörü
ÖCALAN HAKKINDA SÖYLENECEK ÇOK ŞEY VAR
14.09.2007 Cuma günü, ANF sitesinde Öcalan’ın avukat görüşmeleri verilmişti. Bazı hassas konulara değinmiş olması dikkat çekicidir. Bu hassas konulara yaklaşım tarzı nedeniyle geçmişte bölgede istenmeyen hadiseler cereyan etmişti. Bu konuları, rahatsızlığa neden olacağını bildiği halde neden tekrar gündeme getirmiş ve neden buna gerek duymuştu?
22 Temmuz seçimlerinde, Öcalan DTP’den çok şey bekliyordu. En az 35 milletvekili hayal etmişlerdi. Fakat 35 milletvekili çıkaramadıkları gibi, AKP doğu ve güneydoğuda oyların ortalama % 56’ sını almıştı. Haliyle bu, Öcalan ve DTP’yi rahatsız etmiş ve kızdırmıştı. Bununla birlikte AKP, her ne kadar öyle olmazsa ve öyle olmadığını dile getiriyorsa da, Öcalan ve DTP’nin gözünde İslam’i bir partidir. En azından öyle olduğunu bilerek dile getiriyor ve kabul ediyorlar.
Öte yandan, bölgede kendisine rakip gördüğü, hazmetmediği ve 17 Ocak 2000’deki genel operasyonla bittiğini veya en azından uzun bir müddet kendine gelemeyeceğini beklediği Hizbullah’ın, kalabalık bir kitleyle ve gür bir sesle bölgede kısa bir müddet öncesinde sesini duyurmasını beklemiyordu. Hizbullah’ın bu çıkışı onu rahatsız etmiş ve hoşuna gitmemişti. Bölgede, şu ana kadar gizliliğinden dolayı Hizbullah’ın tabanı kimse tarafından bilinmiyordu. Aslında şu anda da durum pek farklı değildir. Çünkü görünenin yanında görünmeyenlerin hesabını yapmak pek de mümkün değildir. Ancak Hizbullah’ın zannedilenden çok fazla olduğunu ve geniş bir tabana sahip olduğunu görmek, bölge üzerinde yapılan bazı hesapları tersyüz etmişe benziyor. Hizbullah’ın, bölgenin bir gerçeği ve aynı zamanda yer etmiş gücü olduğunu kabul etmek istemeyenler, içine düştükleri çelişkinin bir kez daha farkına vardılar.
AKP’ye karşı siyasi oy bazında ve bölge halkının teveccühünün Hizbullah’a yönelmesi noktasında kendisini ve partisini zayıflamış ve gerilemiş olarak görmek, Öcalan’a çok ağır gelmişe benziyor. AKP’nin zafer sarhoşluğuyla seçimin hemen ardından İzmir ve Diyarbakır belediyelerine göz dikmesi ve Tayyip Erdoğan’ın kendi tabanına seslenerek “Sizden bu belediye seçimlerinde İzmir ve Diyarbakır belediyelerini istiyorum, bunun için şimdiden çalışın” şeklinde talimat vermesi, bu noktada bardağı taşıran son damla oldu. Dolayısıyla Öcalan bu iki nokta arasında bir bağlantı ve paralellik kurmuş olacak ki demecinde ; "Siyasal İslam cumhuriyetin başından beri partilerle ilişkili. Geçmişte DP, daha sonra AP ve Milli Selamet, şimdi de AKP ile devam ediyor. Bu yeni bir şey değil. Siyasal İslam'ın bir kanadı Suriye üzerinden Suudlara dayanıyor, oradan ekonomik yardım alıyor. Bir kısmı da İran ile ilişkili. Binlerce Kürt yurtseverini vahşice katleden Hizbullah bunlardan bağımsız değildir. Bunlar halkımıza iyi anlatılmalıdır. Yaşanan vahşeti unutmamak gerekiyor. Diyarbakır'da insanlara arkadan yaklaşıp baltayla ya da enselerine tek kurşun sıkarak binlerce gariban Kürt yurtseverini öldürmediler mi? Bıraksalar hepimizi vahşice katlederler. Önce Bahriye Üçok, Uğur Mumcu gibi sol Kemalistleri katlettiler, daha sonra devlet -ki devletin tümünü zan altında bırakmak istemem- bazı valiler ve garnizon komutanları eliyle özellikle 92'de Hizbul-kontra olarak Kürtlere karşı kullandılar. Diyarbakır da bir mahkemenin yıllar sonra verdiği kararda bu yöntemin ne kadar hatalı olduğunu belirtiyordu, mahkeme bile bunu kabul edilemez bulmuştu.” şeklinde bir ifade kullanmış ve Hizbullah ile AKP’yi ilişkilendirmiştir. Aslında Hizbullah’ın AKP ile ilişkili olmadığını, hiçbir düzen partisiyle şu ana kadar direkt veya dolaylı olarak bir ilişki veya işbirliğine girmediğini çok iyi de biliyor. Hizbullah şu ana kadar böyle bir yola tevessül etmedi, bunu programına almadı. Ancak şartlar değişir ve gün gelir bu alanda faaliyet gösterme ihtiyacını duyarsa, hiç kimsenin şüphesi olmasın ki, onurlu duruşunu bu alanda da gösterecektir.
Saldırgan tutum, zayıflık ve çaresizliğin belirtisidir. Yukarıda ifade edilen iki hususu kendisinin ve partisinin aleyhinde bir gelişme olarak değerlendiren, buna mukabil sürekli ve hızlı bir şekilde kan kaybına uğradığını gören Öcalan, zayıflık ve çaresizliğini biraz daha yakından hissetmiş olacak ki, bunun neticesinde Hizbullah hakkında böyle haksız, yersiz, tutarsız, mesnetsiz ve bir o kadar da çelişki ve iftira dolu beyanatları yapmıştır, daha önce defalarca yaptığı gibi.
Öcalan, yukarıda geçtiği üzere beyanatında; Hizbullah’ın binlerce gariban Kürt yurtseverini vahşice öldürdüğünü dile getiriyor. O gariban dediği ve yurtsever olarak nitelediği insanlar; PKK’nın önemli adamlarıydı. Bunlar, dağ kadrolarıyla ve PKK’nin dışarıdaki merkezleriyle irtibatlı ve Hizbullah’a haksızca dayatılan çatışma ve olayları bilfiil yönlendiren konumlu kişilerdi. Öldürülen diğer bir kısım ise dağ kadrosundaki militanlardı. Bu militanlardan bir kısmı Hizbullah cemaatine sığınmış ve bir kısmı da yakalanmıştı. Bunlar, PKK’nin pek çok faaliyetleriyle ilgili Hizbullah’a bilgi vermiş ve bunların verdiği bilgiler neticesinde PKK’nin bazı alanlardaki arşivi Hizbullah’ın eline geçmişti.
Yine beyanatında, daha önce defalarca söylediği ve parti olarak bir strateji haline getirdikleri Hizbul-kontra söylemini dile getiriyor ve Hizbullah’ı karalamaya çalışıyor.
Papaz, İmam’a ; “senin haçını si……” diye sövüyormuş. Öcalan’ınki de o misal. Boynunda haç var diye herkesin boynunda haç olduğunu zannediyor. Ruhi yapısı ve sosyal ilişkileri nedeniyle her gürültüyü kendi aleyhinde sanıyor, aleyhinde gördüğü ve düşündüğü her olayı da bu Papaz ve İmam meselesindeki tarz üzere bir yaklaşımla değerlendiriyor ve üzerine gidiyor.
İşin tezat tarafına bakın ki, Öcalan başta bütün söylem ve pratiğini Atatürk Cumhuriyeti karşıtlığı üzerine bina ederken, T.C.’nin Kürt halkına yaptığı zulüm üzerinden siyaset yapıp Kürt halkının da bu duygularından istifade edip yanına çekmeye çalışırken ve neredeyse partisinin bütün mücadelesinde Atatürk Cumhuriyetini hedef gösterirken, şu anda Atatürk ve Cumhuriyetin yılmaz savunucusu haline gelmiştir. O kadar ki; Cumhuriyetin kazanımlarından bir şeyin kaybedildiği vehmine kapılarak adeta uyarılarda bulunuyor. Beyanatında bu noktaya değinerek şunları söylüyor : “Bu gün artık M. Kemal’in Cumhuriyeti bitmiştir, ılımlı İslam dönemi başlamıştır. Şu an AKP'nin duruşu cumhuriyetin bütün kazanımlarını tehdit etmektedir; Atatürk'ün cumhuriyeti demokratik cumhuriyete dönüştürüleceğine siyasal İslam'a teslim edilmiştir. Bunu açıklıkla söylüyorum ve bu Baykal eliyle yapılmıştır. Baykal yürüttüğü kötü siyaset tarzı ile bunlara sebep olmuştur.” Acaba ne değişti de Öcalan bu hale geldi? T.C. onun istediği değişikliğe mi uğradı ? Kontra ve kontra faaliyetleri bundan daha fazla ne yapabilir ki?
Kendisinin öğrencilik yılları (kısmen de olsa) artık sır olmaktan çıkmıştır. O zamandaki ilişkileri ve faaliyetleri, kendisini yakından tanıyan pek çok kişi tarafından da dile getirildi ve yazıldı. Suriye’deyken kurduğu ilişkiler hakeza. Yakalandığı zaman uçakta iken sarf ettiği sözler ise bir utanç abidesi olarak hafızalara kazınmış ve çıkması mümkün değildir.
Öcalan, ta baştan beri kurduğu kirli iş ve ilişkileri bir kambur olarak sırtında taşımış ve bu yüzden şaibelerden hiç kurtulamamıştır. Bunlar, onu en çok tanıyanlar, bilenler ve bir zamanlar onunla kalanlar ve onunla çalışanlar tarafından da defaatle dile getirilmektedir. Öcalan bu durumuna bakarak kişileri ve olayları yorumluyor olacak ki, etrafındakilerin büyük bir kısmını ya hainlikle veya ajanlıkla suçlayarak katletti, kimi yolunu bulup kaçtı. Aynı şekilde, kendisini kabul etmeyen şahıs ve kesimleri de ya hainlikle veya ajanlıkla suçlayarak onları karalamaya ve kötülemeye çalışıyor. Bunu bir taktik olarak kullanmakla birlikte sürekli gerginlik çıkarma, düşman oluşturma ve bu kaos ortamında oluşan savunma psikolojisinden istifade ederek yandaşlarını bir yandan birlik halinde ayakta tutmaya ve diğer yandan da dikkatleri diğerlerinin üzerine çekmeye çalışmaktadır. Nitekim Öcalan gibileri puslu havayı severler.
Öcalan ve partisi, Hizbullah ile girdiği çatışma öncesinde Kürdistan’da kendilerinin dışında örgütlü bir gücün varlık göstermesine ve gelişmesine izin vermemişti. Sadece ayrı örgütlenmelere değil, bireysel olarak dahi kendisiyle görüş ayrılığı içerisinde olan, kendisine bağlanmayan veya kontrolüne girmeyen hiç kimsenin varlık göstermesine tahammül etmiyordu. Kendisine karşı çıkan ve boyun eğmeyen herkesi; işbirlikçi, ajan, hain vb. yalan, iftira ve ithamlarla karalıyordu. Böylece ileride bu insanlara karşı yapacağı eylemlere gerekçe ve zemin hazırlıyordu. Bu taktik ve politik yöntemlerle teşhir ettiği insanlara sonradan darbe vurup etkisiz hale getiriyordu. Aynı taktiği Hizbullah’a karşı da uygulamak istiyordu. Bu amacına ve taktik hedeflerine ulaşmak için Hizbullah’a karşı yoğun bir karalama kampanyası yürütüyordu. Hizbullah’ın İslami faaliyetlerini çok çirkin bir şekilde, yalan ve iftiraya dayalı propaganda ve psikolojik savaş kampanyalarıyla engellemeye çalışıyordu.
Öte yandan bu beyanatında; “Siyasal İslam’ın Hizbullah pratiğini unutturmayacaksınız…..” diye kendi yandaşlarına önemli ve bir o kadar da gerginlik ve kaos kokan talimatlar veriyor.
Bundan dolayı sormadan edemiyoruz. Ne anlama geliyor bütün bunlar, Öcalan ne yapmak istiyor? Yeni bir kaos ve gerginlik ortamı mı oluşturmak istiyor? Yoksa Öcalan, Kürt halkı içinde hızlı bir şekilde uğradığı nüfuz kaybını ve kendi tabanının dağılmasını önlemek için yine gerginlik ve koas ortamını mı seçiyor ? Yoksa Hizbullah’a karşı yine aynı taktiği devreye koymanın sinyallerini mi veriyor? Bunu bir çare olarak mı görüyor? Yoksa şu ana kadar geçen süreçte yaşananlardan, çekilen sıkıntılardan, görülen zararlardan hiç mi ders ve ibret alınmadı? Yoksa tamamen kendi inisiyatifinin dışında birilerine karşı görevini mi yerine getirmeye çalışıyor?
Çünkü bu tür beyanatlar hayra alamet olmadığı gibi, tehlikelidir. Kimsenin Kürt halkı arasında tekrar gerginlik ve kaos ortamı oluşturmaya hakkı yoktur. Kimsenin tekrar o bölgede çatışma ortam ve zeminini oluşturmaya hakkı yoktur. Öcalan’ın kendi yandaşlarına bu yönde talimat vererek ortamı germeye hiç hakkı yoktur. Buradan kendisini de yandaşlarını da uyarmayı bir vazife biliyorum. Geçmişte yaşananlardan ibret alınmalı ve ders çıkarılmalıdır. Konumu ne olursa olsun, yanlış politikaları ve yanlış değerlendirmeleri yüzünden halka ve bölgeye zarar veren biri ya engellenir veya itaat edilmez ve uyulmaz. Bu konuda aklı başında olan yetki sahiplerine çok iş düşmektedir. Sağ duyu ile hareket etmelidirler.
Şu bilinen bir gerçektir ki, Hizbullah hiçbir zaman saldırgan taraf olmamış, hatta bölgede güçlü olduğunun hissine ve sarhoşluğuna kapılan PKK’nin hiçbir kural tanımadan gerçekleştirdiği eylem ve saldırıları durdurmak ve olası bir çatışmanın önünün alınması amacıyla pek çok defa ciddi girişimlerde bulunmuştur. PKK elemanları tarafından Hizbullah’ın bazı mensupları şehit edilip bazıları yaralanmasına rağmen, bu girişimlerini sürdürmeye devam etmiş ve 4-5 aydan fazla bir süre saldırılara cevap bile vermemiştir. Hatta bir defasında Hizbullah’ın mesajını götüren elçiye, hiç bir parti veya teşkilatta örneği görülmeyecek kabalıkla muamele edilmiş, keleş dipçiğiyle başına vurulmuş ve “Biz, neyin çıkarımıza ve neyin zararımıza olduğunu sizden daha iyi biliyoruz. Bunları siz bize öğretemezsiniz. Sizin nasihatlarınıza ihtiyacımız yoktur. Eğer gerçekten devlete muhalifseniz gelin PKK’ye katılın ve PKK’nin önderliğinde bu mücadeleyi sürdürün. Eğer bunu yapmıyorsanız bu işi bırakın ve bölgeyi terk edin. Eğer bunu da yapmıyorsanız, size yönelir ve sizi imha ederiz. Buna göre hangisini istiyorsanız kendinize tercih edin” demişlerdi. Bununla, Hizbullah’ı üç seçenekten birini tercihle baş başa bırakmışlardı. Daha doğrusu zorunlu bir savunma savaşına mecbur ettirmişlerdi.
Gerçekleri kabul etmekten uzak bir gurur, siyasi basiretsizlik, bağnazlık, saldırganlık ve tahammülsüzlük gibi özellikleri kendinde barındıran Öcalan, Kürt halkını olduğu gibi Hizbullah’ı da ve bölge şartlarını da doğru teşhis edemediği ve geleceği göremediği için, ayrıca kendi insanına gereken önemi veremediği ve maslahat diye bir şey tanımadığı için yıllarca süren ve büyük can ve mal kaybına yol açan bir çatışmanın başlamasına sebep oldu. Bu yanlışın bedelini çok acı bir şekilde kendi partisine ve partisinin mensuplarına ödetti. Ancak ne yazık ki bu zarar sadece kendi yandaşlarıyla sınırlı kalmadı, aynı şekilde Hizbullah’a ve bölge halkının tümüne zarar verdi. Bu bakımdan Öcalan, yukarıda bahsi geçen beyanatında ifade ettiğinin aksine bütün bu olayların müsebbibidir ve gariban Kürt yurtseveri dediği o insanların ölümüne de, Kürt halkının bölgede çektiği maddi-manevi her türlü zarara da ve Hizbullah mensubu 400’den fazla insanın kanının dökülmesine de kendisi sebep olmuş ve bunların baş sorumlusudur.
Öcalan, beyanatında “Ben Kürtlere önderlik ettim…..” demektedir. Kürtlerin önderi böyle mi olmalı?
ÖCALAN KÜRT HALKININ ÖNDERİ OLAMAZ
Kürt halkına söven, onları cahillikle ve ahmaklıkla itham eden biri, Kürt halkının önderi olamaz. Kürt halkının dinini, değerlerini, kültürünü ayaklar altına alan, çiğneyen ve ortadan kaldırmaya çalışan biri, Kürt halkının önderi olamaz.
Öcalan, Kürt halkına karşı bunları yapmıştır ve halen de yapmaya devam etmektedir. Kürt halkı, her şeyden önce Müslüman bir halktır. Dini İslam’dır. Öcalan ise Kürt halkının asıl dininin Zerdüştlük olduğunu, İslam dininin Araplara ait olduğunu savunmuş ve Kürtlerin İslam’dan uzaklaşması için elinden geleni yapmıştır. Muhammed (sav) Arapların peygamberi ve kurtarıcısı idi, ben de Kürt halkının önderi ve kurtarıcısıyım ve bu anlamda Kürt halkının peygamberi gibiyim diyecek kadar ileri gitmiştir. Marks’ın ve Engels’in Allah’ı inkar eden ve her şeyi maddeye bağlayan felsefesine inanmış ve bunu Müslüman Kürt halkına dayatmaya çalışmıştır. Halkı korku ve baskıyla sindirerek, halkın İslami inanç ve değerlerini yok edip, kültür ve inancına yabancı gayr-ı İslami ideolojik değerleri toplumda yerleştirmeye çalışmış, bunu da hedef kabul etmiştir. Eğer gerçekten Kürt halkını savunuyor olsaydı, sadece Kürt halkının menfaatine çalışırdı. Onun diniyle, kültürüyle ve değerleriyle oynamazdı. Ancak halkın dini ile alay etti, onları gericilikle suçladı, onların İslam’dan uzaklaşmaları ve kendi savunduğu ve kendisinden başka kimsenin bilemediği ve halen de çözemediği yeni bir dine zorladı. Bu dinin bilinen tek tarafı, Marks ve Engels’in ortaya attığı şekliyle, bütün kainatı yoktan var eden ve alemlerin Rabbi olan Allah’ı inkar etmek ve bundan dolayı da İslam’ı din olarak kabul etmeyip reddetmektir. Bu konu Öcalan tarafından parti içinde o kadar işlendi, o kadar üzerinde duruldu ve İslam dininin hem ilerlemeye ve hem de Kürt halkı için düşündükleri sosyal düzene en büyük engel oluşturduğunu söylediler ki, partinin öncü kadrosu başta olmak üzere diğer yandaşları, kendi felsefelerini hayata geçirmek için İslam dininin öncelikle ortadan kaldırılması gerektiğine, çünkü önlerindeki en büyük engelin bu olduğuna tamamen inandılar. Söz konusu olan bu beyanatında bu konuyu da tekrar gündeme getirmiş ve “siyasal İslam Kürt sorununu çözemez.” Şeklinde bir ifade kullanmıştır. Bu nedenle nerede örgütsel faaliyet yürütmüşlerse, orada ilk önce İslam dinini karalamaya ve halkın arasından çıkarmaya, uygulanmaz hale sokmaya çalışmışlardır. Zaten Hizbullah’a besledikleri kin ve öfkenin temelindeki asıl neden de bu değil midir?
Kürt halkının yüzyıllardır beraberinde getirdiği ve tabiatının bir parçası haline gelen iki değişmez temel özelliği vardır ki, birincisi ; dinine ve namusuna olan düşkünlük ve bağlılığıdır. Bu yüzden dini değerler bu halkın geleneklerini, örf ve adetlerini şekillendirmede vazgeçilmez temel unsur halini almıştır. Ayrıca aileye ve kadına ayrı bir değer vermesine sebebiyet vermiştir.
İkincisi de; dili, kültürü ve gelenekleri konusundaki titizliğidir. Bu yüzden Kürt halkı dilini, kültürünü ve geleneklerini yüzyıllardır muhafaza etmiş, özellikle T.C. kurulduktan sonra maruz kaldığı eritme ve sindirmeye dönük baskı politikalarına rağmen ayakta tutmuştur.
Kürt halkı dindar olduğu ve namusuna düşkün olduğu için kızları ve kadınları örtünmekte ve bu, Kürt halkının yüzyıllardan beri süregelen vazgeçilmez geleneğidir. Çünkü Kürt halkı İslam dininin değerlerini benimsemiş ve hayatı için temel eksen olarak almıştır. Bununla beraber namusu konusunda hassas ve tahammülsüzdür, yoldan geçerken hanımına veya kızına yöneltilen bir bakıştan bile son derece rahatsız olmaktadır. Dikkat edilirse halen de çoğunluk itibariyle kız çocukları ilkokuldan sonraki okullara gönderilmemekte, kadınlar çarşı ve pazarlara bırakılmamaktadır. Eğer mevcut düzen kanunlarında örtü yasağı olmasaydı, kız ve erkekler aynı ortamda okumak ve çalışmak zorunda bırakılmasaydı durum bunun tam tersi olurdu. Kürt halkının bu sebeplerle kız çocuklarını okula göndermemeleri ; “Kürtler kız çocuklarına ve kadınlarına değer vermiyor” diye haksız bir şekilde itham ediliyor. Halbuki durum bunun tam tersidir. Yukarıda ifade edildiği gibi, halkımız dinine ve namusuna son derece bağlıdır ve dolayısıyla kadınlara ayrı bir önem vermektedir. Kızlara ve kadınlara namus simgesi olarak bakmakta, onları örtüleriyle ve iffetleriyle birlikte korumayı da namus görevi olarak kabul etmektedir.
Bu açıdan olaya bakıldığında görülmektedir ki, Atatürk Cumhuriyeti bu kadar yoğun çabasına, bu kadar kan dökmesine ve bu kadar zulmüne rağmen Kürt halkını bu değerlerinden ve kültüründen vazgeçiremezken, Öcalan ve partisi, Kürt halkının en çok hassas olduğu din ve namus konusunda Kürtleri dejenere etmeye, onları kendi öz değerlerinden uzaklaştırmaya, onların değerlerini ve inançlarını ayaklar altına almaya çalıştı. Böyle biri, böyle bir halka önder olabilir mi?
ÖCALAN, KÜRT HALKINI VE SAHİP OLDUĞU DEĞERLERİ KENDİ ŞAHSINDA ALÇALTMIŞTIR
Şu bir gerçektir ki, Öcalan ve partisini bugünlere getiren, kısa bir süre içinde büyümesini sağlayan, Öcalan ve partisinin başarısı, doğru ideolojisi veya doğru taktikleri değildir. Aksine, TC’nin bölge halkı nezdindeki gayr-ı meşruluğu ve zulme dayalı yanlış politikaları buna sebebiyet vermiştir. Ayrıca ilk çıktıkları dönemde bölgede alternatiflerinin olmaması, halkın başka bir tercih ve seçeneğinin bulunmaması, TC’nin yanlış uygulamaları ve baskılarıyla birleşince, bütün bu yanlış strateji ve taktiklerine rağmen Öcalan’ın partisi layık olmadığı ve hak etmediği bir şekilde büyüyüp gelişmesi için uygun ortam ve şartlar sağlanmış oldu. Ancak bütün bunlara rağmen Öcalan, bunu iyi değerlendirememiş, bu kazanımlara sahip çıkıp Kürt halkına hizmet edeceğine, kendi emellerine alet etmiş ve zarar vermiştir.
Siyasi dürüstlüğü yok etmiştir. Kendisi sürekli beyanatlarında siyasi dürüstlükten dem vurur, kendi yandaşlarını eleştirir ancak kendi şahsında siyasi dürüstlüğü ayaklar altına almıştır. Rahat olduğu bir zamanda konuşması ve beyan ettiği fikirleri ile sıkıntılı olduğu ve örgütçe sıkıntı çektikleri bir zamandaki beyanatları ve ileri sürdüğü görüşleri arasında uçurumlar olduğunu görürsünüz. Dün söylediği, bu günü tutmamaktadır. Her gün ayrı bir fikir ve model ileri sürmektedir. Başkasının görüşlerini de beğenmez ve kıymet vermez. İlkeli hareket etmez ve yandaşlarına da ettirmez. Sürekli demokrasiden ve demokrasinin pratik gerçeğinden bahseder ancak, kendi şahsında mutlak bir diktatörlük geliştirmiştir. Örgütün kanunu, ilkeleri, hedefleri tamamen kendisinden ibarettir. Şahsı bir yana, örgütün geri kalan bütün mensupları bir yana olsa, kendi bildiğinden şaşmaz ve diğerlerinin tümüne muhalif gözüyle bakar, karşı çıkana da o muameleyi yapar.
Dine ve dini değerlere savaş açarak binlerce insanımızı dinsizleştirmiş ve dini emellerine alet etmiştir. Bir taraftan dini tümden ret ve inkar ederken, diğer taraftan dindarlar birliği gibi adlarla dindar kesimi kendi partisinin çatısı altında örgütlemeye çalışmaktadır. Bununla; bir yandan dine karşı olmadıkları imajını Kürt halkına vermeye çalışmak, diğer yandan da dinsizliği kabul etmeyenlerin Kürt kimliklerini su-i isti’mal ederek onları kendi partisinin çatısı altında tutmaya çalışmaktadır. Bu konudaki diğer önemli bir husus da; dini tekeline almaya ve kendi görüşleri doğrultusunda kullanmaya çalışmasıdır. Bu noktada Kürt halkını hep kandırmış, içine düştüğü çelişkileri bertaraf etmek için gayri ahlaki her türlü taktik ve propagandayı yapmış ve yapmaya devam etmektedir.
Muhalif diye Kürt halkından binlercesinin kanına girmiştir. Toplumdaki çeşitli kesimler arasında var olan çekişme ve ihtilafları kullanarak yada sunni gerginlik çıkarıp kaos ortamı oluşturarak bunun üzerinden siyaset yapmayı ve böylelikle ortam hazırlayıp yer ve taraftar edinmeyi örgütsel politika haline getiren Öcalan, bu bağlamda çok sayıda kişinin öldürülmesine, pek çok kişinin yerinden ve işinden olmasına ve bölgedeki sosyo-ekonomik yaşam ve ilişkilerin bozulmasına sebep olmuştur. Kendi emrinde olmasına ve partisinin mensubu bulunmasına rağmen, görüşlerine muhalif olan veya istediği gibi hareket etmeyen yüzlerce kişiyi hain veya ajan diye öldürtmüştür. Kendisini ve partisini desteklemiyorlar diye pek çok köyde toplu öldürmelere, ev yakmalara ve adam kaçırıp işkence ile öldürmelere girişmiştir. İkna ile dayatmayı, idare ile iktidarı, otorite ile diktatörlüğü her defasında birbirine karıştırarak, kendi örgütünde de toplumda da pek çok karışıklığa ve kaosa sebebiyet vermiş, kendisinden başkasını görmemiş ve kabul etmemiş, kendi örgütünden başka bir örgüt ve yapıyı da kabullenememiş ve sindirememiştir. Bu yüzden muhalif gördüğü şahıs ve örgütleri yok etme yoluna giderek pek çok kişinin kanına girmiştir. Neticede, Kürt halkına sürekli kan, acı ve gözyaşı sunmuştur.
Kürtlerin namus duygusunu ayaklar altına almıştır. Öteden beri dinine ve namusuna karşı çok duyarlı ve katı olan Kürt halkının namus duygusunu yok etmeye çalışmıştır. Cinsel özgürlüğü savunmuş ve bunu başta gençler olmak üzere topluma yerleştirmeye çalışmıştır. Namus duygusunun kabarıklığından kızını sokağa salmayan Kürt halkının pek çok kızını dağlara kadar çıkarmış, onlara güvercinlerim demiş ve güvercin muamelesi yapmıştır. Kadının namus ve iffetinin simgesi olan örtüye karşı savaş açmış, bu konuda Atatürk Cumhuriyetinin Kürt halkı içinde yapamadığı dejenerasyonu yapmıştır.
Eylem ve saldırılardaki mertliği yok etmiş yerine kalleşliği koymuştur. Bir örgütün veya teşkilatın sahip olduğu düşünce ve değerler eğer ciddiyet, dürüstlük, güven, ahlaki değerler gibi kurallara bina edilmez; buna mukabil sahtekarlık, ciddiyetten uzak, yanlış, hiçbir ahlaki kurala riayet etmeyen, güvenirliği olmayan, kaypak, fırsatçı ve sözüne sadık kalmayan, her zaman ihanet eden, şantaj ve komplolara başvuran, iftira ve yalan ile karalamayı ahlak edinen, günü kurtarma peşinde koşan ve istikrarlı bir çizgisi olmayan tutarsız bir şekilde hareket ederse, böyle bir örgüt ve teşkilatın eylemlerinde adalet, insaf, ölçülülük, hakkaniyet ve mertlik bulamazsınız. Hedef gözetmeden, suçlu suçsuz ayırımı yapmadan insanları öldürdüğünü görürsünüz. Bir evde birini hedef seçtiğinden, o evi içindeki kadın-çocuk-yaşlı ayırımı yapmadan rahatlıkla bombalayabildiğine şahit olursunuz. Kürt halkı kalleş bir halk değildir. Yüzyıllardır kendi içinde kabile veya mal-arazi kavgaları yapmış, ancak mertliğini kalleşliğe tebdil etmemiştir. Bu açıdan Öcalan, kavga kültüründe mertlik diye bir şey bırakmamış, kalleşliği meşrulaştırmıştır.
ÖCALAN, KÜRTLERE ZARARDAN BAŞKA BİR ŞEY VERMEMİŞTİR
Kürt halkının haklarını savunduğunu ileri süren Öcalan, şu ana kadar Kürt halkına hiçbir kazanım sağlamamıştır ve Öcalan ile Kürt halkı şu ana kadar bir adım bile ileri gitmemiştir. Yaklaşık 30 yıllık bu süreçte binlerce Kürt insanı öldürülmüş, binlercesi yerinden ve işinden olmuş, yine binlercesi içeri girip ağır işkencelerden geçmiştir. Bütün bunlar ağır bedellerdir. Bu ağır bedeller, mutlaka beraberinde kazanımlar getirmelidir. Çünkü külfet karşılığında nimet elde edilir. Ancak gelinen noktada Kürt halkının da bölgenin de durumu malum. İddia edildiği gibi Kürt halkı diline de, kültürüne de, sosyal yada ekonomik haklarına da kavuşmamıştır. Devlet ise, onun ve partisinin sayesinde pek çok konuda uzman oldu. Halkı ajanlaştırmada, örgütlerle mücadelede, bölgeyi sosyal, ekonomik ve coğrafik olarak tanımada, takip, kontrol, dinleme vs gibi teknik aletleri bölgenin her tarafına yayma ve kullanmada, bölgedeki asker ve polis sayısını arttırma ve bölgeyi her açıdan kontrol altına alma konusundaki tecrübede, her türlü silah ve techizat ile birliklerini donatmada vs tam uzmanlaştı, donandı ve deyimi yerindeyse tam devlet oldu, gücüne güç kattı, tecrübe edindi.
Dolayısıyla Öcalan ve müdavimleri var oldukça Kürt halkı zarar görmeye devam edecektir.
Yazıma burada son verirken şu hususu belirtmek istiyorum. Eğer gerek görürsem Öcalan hakkında bir dizi yazı hazırlayıp yayınlayacağım. Ne kadar uzun olur bilmiyorum ancak, öğrencilik yıllarından itibaren ele alıp şu ana kadar gelinen süreçte olup bitenleri ve yaşananları detaylı bir şekilde yazacağım. Buna, gelişmeler yön verecektir. 19.09.2007 HASAN HÜSEYİN BATMANLI
Sayın Şükrü Gülmüş.
Bir müddettir sitenizde Hizbullah ile ilgili haberler yayımlanmaktadır. Bu haberlerin önemine binaen bir yazı yazmayı gerekli gördüm.
ANF sitesinde Abdullah Öcalan’ın avukat görüşmelerinde Hizbullah ile ilgili olarak verdiği talimatlar açık ve ortadadır. Hasan Hüseyin Batmanlı’nın bu mesele ve Abdullah Öcalan ile ilgili açıklamaları da olayın ehemmiyetini ortaya koymaktadır.
Öncelikle islamdaki “düşünce ve inanç özgürlüğü” sınırları ve tanımı hiçbir ideolojide ve düzende olmadığı kadar geniş, mantıklı ve adildir. Hizbullah düşünce ve inanç özgürlüğünü savunmakta; bunları gölgeleyen ve engelleyen etkenlere de karşı çıkmaktadır. Bu nedenle ona karşı cephe açıp fiili saldırıya geçilmediği müddetçe kimsenin ‘kellesinin gitmesi’ endişesine kapılmasına gerek yoktur. Bundan emin olabilirsiniz.
Sağlam bir delile dayanmayan yorum ve değerlendirmeler her zaman gerçeği ifade etmez. Bilakis bazen iftiralara ve kişilik haklarının çiğnenmesine sebebiyet verir. Eğer sadece yorumlara dayanarak insanlar bir şeylerle itham edilirse bunu sizin hakkınızda veya başkası hakkında da kolaylıkla yapmak mümkündür. Şahsınızı böyle tanımamakla birlikte objektif ve sorumlu bir Kürt Bireyi olarak görür, ‘demokrasi hakkınıza sığınmaktan’ ziyade bölge insanımızı gelişen tehlikeli durumlar hakkında uyarmak ve aydınlatmayı da “sorumlu birey” olmanın bir gereği olarak görüyorum.
Bazıları bu gerçeği kasıtlı veya kasıtsız gizlese de bölge halkımız ve PKK (muhtemelen o zaman siz de PKK saflarında idiniz) bunu çok iyi bilmektedir ki PKK-Hizbullah çatışmasının tek müsebbibi PKK’dir. Böyle bir çatışmanın ne PKK’ye ne de Hizbullah’a yaramayacağını; bundan tek istifade edecek gücün devlet olacağını Hizbullah defalarca ilgili kanallardan PKK’ye bildirmiş ve böyle bir çatışmayı istemediğini dile getirmiştir. “KENDİ DİLİNDEN HİZBULLAH VE MÜCADELE TARİHİNDEN KESİTLER” kitabında da bu mesele açıkça izah edilmiştir. Bu çatışma PKK’nin saldırılarına paralel olarak sürüyordu. Hatta bir yerleşim yerinde PKK başlatmayıncaya kadar çatışmalar baş göstermiyordu. Hatırlıyorum, Hizbullah Batman’da mahalle mahalle sürecini izledi. Bir mahallede PKK saldırıları başlamayıncaya kadar Hizbullah bu mahallede karşılık vermiyordu. Bütün şartlara rağmen eğer başka imkan olsaydı Hizbullah’ın yine de bu çatışmanın içine girmemesi daha iyi olacaktı. Ancak buna imkan kalmamıştı. Herhalde bütün Hizbullah mensuplarının PKK tarafından kurbanlıklar gibi kesilme sıralarını beklemeleri düşünülemezdi. Bu, PKK’nin dayattığı bir çatışmaydı. Bundan en büyük zararı PKK ve Hizbullah gördü, kazançlı çıkan TC oldu. Derin devletin güçleri olan MİT, JİTEM ve Polis İstihbaratının bu çatışmayı körüklediği de bir gerçektir. özellikle vurulmaları kolay ve risksiz olan her iki taraftan da bazı kişilerin bu güçlerin tetikçileri tarafından vuruldukları ve böylece bu çatışmanın körüklendiği gerçeğini Hizbullah ortaya çıkarmıştır. O zaman Abdullah Öcalan bas bas bağırarak ateşkes istiyordu. Yayın organlında bunu dile getiriyor ve karşılık bekliyordu. Hatta yalan yere ateşkes yaygarasını çıkararak bazı yerleşim yerlerinde kutlamalarını dahi yaptılar. Şeytanca bir manevrayla sonucu lehine çevirecek bu oyununu bozan Hizbullah’ın ciddi tavrını anlayınca çatışmaların dozunu indirdiler. Zaten onların saldırılarına paralel gelişen çatışmalar böylece kendiliğinden durma noktasına geldi. Abdullah Öcalan o zaman durumun ciddiyetini ve vehametini anlamıştı. Ancak ne oldu da şimdi yine oluşan sükunetin bozulması yönünde talimatlar veriyor? Bundan çıkarları ne olacak? Son gelişmelere bakılınca mesele anlaşılmaktadır. Son seçimlerden sonra ortaya çıkan manzara ortada. PKK güç kaybetmiş. Bu sonuçlardan kim rahatsız olabilir. Bunun cevabı da açıktır. Abdullah Öcalan, partisi ve Derin devlet!!!
Bölgede Hizbullah ile bir çatışmanın partisine hiçbir katkı sağlamayacağını mutlaka biliyordur. Peki o zaman “… hizbullah’ı unutturmayın” talimatları niye? Her insanın kendini savunma hakkı kutsaldır. Hizbullah hiçbir zaman böyle bir çatışmayı istemez ve buna sebep olmaz. Ancak görünüyor ki Abdullah Öcalan ve derin devletin istek ve eğilimleri doğrultusunda bir girişim vardır. Apo’nun bu talimatlarından önce de bu minvalde bazı sinyaller görünüyordu. Bilinmelidir ki Hizbullah bu oyunlarını bozacaktır.
Bu durumda halkımızın uyanık ve özellikle de DTP mensuplarının sorumluluklarını yerine getirmeleri gerekir. Halk eğer DTP ye bir sorumluluk yüklemişse onların da bunun bilincinde olması ve neyin Kürt halkına ve kendileri için zararlı olduğunu fark etmeleri gerekir.
Bölge halkı birbirini iyi tanımaktadır. Özellikle Nusaybin, Cizre, Batman, İdil gibi yerlerde her kes birbirini tanır. Hizbullah’a karşı yapılan eylemlerde tetikçilerin çoğusunu tanımak o kadar zor değildi. Bu şahıslar künyeleriyle ve yedi sülalelerine kadar tanınıyorlardı. Ondan sonra bu eylemleri dağdaki militanlar gelip şehir merkezlerinde gerçekleştirmiyordu. Kırsal alanlarda da yapılan eylem ve baskınlarda elemanların yüzde 10’u ancak dağdaki militanlar oluşuyordu. Geri kalan yüzde 90’ı yine yerel halktan olan milis güçleri idi. Zaman zaman bu çatışmada Hizbullah’ın PKK’nin militan güçlerini değil silahsız güçlerini hedef aldığı gibi komik suçlamalar yapılıyor. PKK’nin dağ kadroları mı gelip şehir merkezlerindeki Hizbullah mensuplarından yaşlı, çocuk, kadın, erkek, esnaf, işçi vs.. savunmasız insanlara karşı eylem yapıyordu? Halkın birbirini tanımasına ilaveten örgütlerin faaliyetlerinden biri de birbirlerini iyi tanımalarıdır. Hal böyle olunca zaman zaman ortaya atılan böylesi iddiaların ne kadar içi boş iddialar olduğu da açıktır.
Sayın Şükrü Hoca, gerçekçi ve mert olmak lazımdır. Olaylara da böyle yaklaşmak gerekmez mi? Siz hem siyasi hem de örgütsel mücadele tecrübesi olan birisiniz. İslam ve İslami hükümlerden ne kadar malumatınız var bilemiyorum. 80’li yıllardaki komünist ve materyalist ideolojinin islamı karaladığı, çağdışı bir zihniyet olarak gösterdiği, halkları özgürlüklerine kavuşturamadığı, çağdaşlık ve moderniteden uzak olduğunu söylemiyor muydu? İslam’a karşı olduğundan ve aynı bölgede başka bir gücün varlığını istemediğinden dolayı Hizbullah’a karşı savaş açmadı mı? Hizbullah kendini savunmak zorunda kalmadı mı? Kendini savunmak bir hak değil midir?
Hizbullah kendini savunmak zorundadır ve böyle bir hakkı da vardır. Şöyle veya böyle ellerine geçirdikleri bir güçle azıtarak birileri gelecek senin dinine, namusuna, şerefine, malına, mukaddesatına, sövecek, elini uzatacak, katledecek, vahşice işkencelerden geçirecek, bombalayacak, kadın, erkek, çocuk, yaşlı demeden imha edecek, ambargo uygulayacak, yolunu kapatacak, hayat hakkı tanımayacak, sürecek, yerinden yurdundan edecek, ve akraban komşun, mahallelin de bütün bunlara isteyerek veya istemeyerek ya ses çıkarmayacak veya tam destek olup her türlü yardım yataklığı yapacak, yapılanlara alkış tutacak; karşılık verince de vaveylalar koparılarak efendim bu vurulanlar PKK ile ilgileri yok, masum insanlar öldürüyorlar…. Nasılsa propaganda imkanları hepsi ellerinde… Ve sen sesini etmeyeceksin. Olur mu böyle şey? Bu kadar zillet hangi kitapta yazar?
Meseleyi trajedi şeklinde verdiğiniz “hizbullah mağdurları” serilerinize getirmek istiyorum. Yukarıda söylediğim gibi gerçekçi ve mertçe olaylara bakmak lazım. İnsafınıza her üç kızın anlattıkları olayların hangisini akla, mantığa, vicdana, insanlığa ve islama sığdırabilirsiniz? Eğer söylendiği gibi, başı açıklık, oruç yemek, kot pantolon giymek ve Kürd olmak (özellikle bu çok ahmakça bir laf) cezalandırılmayı, kesilmeyi gerektiren suçlar ise acaba insanlarımızın kaçta kaçı bu suçların dışında kalır? Şimdi de bölgemizde her gün onlarca ahlaki ve adli vakalar olmaktadır. O zaman bunları da Hizbullah mağdurları diye rahatlıkla verebilirsiniz. Hizbullah mecbur kalmadığı müddetçe ve başka alternatif kalmayıncaya kadar eyleme başvurmaz. Bu Hizbullah’ın prensibidir. Ayrıca oruç yiyenleri öldürmek, başı açıklara karşı şiddet kullanmak, gayri ahlaki davranışlarda bulunanları kesmek… vs yöntemleri çözüm olarak görmediği gibi bu yollara da baş vurmaz ve tasvip de etmez. Bunlar İslami de değildir. İslam düzeni ve sisteminde ceza hukuku ve toplumsal yaşamı düzenleyen kanunlar bellidir. Eğer Hizbullah birilerine karşı eylem yapacaksa önceden bunun bilgisini toplar, somut ve müşahhas hale getirir ve başka alternatifleri (uyarı, ikaz, tehdit) önce devreye koyar. Eğer bunlardan netice alınmazsa ve başka çarede kalmazsa o zaman harekete geçer. Öyle kimsenin başı açıklığı ile, giyim-kuşamı ile, ibadi vecibeleri ile alakadar olmaz. Bütün bunlar yapılan propagandaların neticesindeki karalama kampanyalarıdır. Eğer böyle ajite edici hikaye ve öyküleri yayınlayacaksanız size çok daha trajik öyküleri yazıp göndereyim. Çünkü hamile kadınların, yetmişlik dedelerin, kundaktaki bebeklerin kasaturalarla parçalanıp diri diri ateşe nasıl atıldıkları zihnimizde henüz tazeliğini korumaktadır. Hogır’ın yaptığı katliamlar yazılsa kitap sayfaları yetmez. Sadece ve sadece Hizbullah sempatizanı oldukları için içerde kim var kim yok demeden bombalanan ve yakılan evler, katledilen 7 yaşındaki kız ile yaşlı annesi, sokaktaki 7 yaşındaki çocuk, gelip içerde oturup bir saat konuşup yemeğini ve çayını içip dışarı çıktıktan sonra kapının arkasından taradıkları aile bireyleri, PKK ye destek vermedikleri için kurşunlanan ve hastaneye dahi götürülmesine izin verilmeyen ve sabaha kadar hanımının ve küçük çocuklarının kullarında kan kaybederek can veren , vücutlarının üzerine saatlerce naylon eritilen ve vahşice öldürülen, cesetleri yakılan mollalar, öğretmenler….. ve daha niceleri… hangisini anlatmamı istiyorsunuz?
Siz ne kadarından haberdarsınız bilemiyorum ama Kürdistanımızda çok garip dolaplar dönmektedir. Mit’in, Jitem’in, Polis istihbaratının korucu ve işbirlikçileriyle neler yaptıkları ve ne tür komplolar kurup hayata geçirdiklerini ancak Allah bilir. Hizbullah bunların çoğunu deşifre etmiştir. Bölgedeki bütün hırsızlık ve fuhuş çeteleri hepsi bu güçlerce organize edilmektedir. Bu çeteleri Müslüman ailelere ve özellikle gençlere nasıl musallat ettiklerini çok iyi biliyoruz. İnsanlarımıza kurdukları tuzaklar, yaptıkları şantajlar ve tehditler..ve bunlar vasıtasıyla yaptırdıkları… dizi şeklinde verdiğiniz trajik hikayelerin aynısını en çok gözaltı ve polis sorgularında duymuşuz. Buralarda bu trajik hikayeler çokça anlatılmaktadır. Acaba aynı mahreçten çıkma haberler değil midir?
Zamanım olsa Berzan Boti’nin yazısı üzerine de bir yazı yazmayı düşünüyorum.
Akla, mantığa, insafa, insanlığa ve islamiyete sığmayan bunca yazıya yer verdiğinize göre her halde benin küçük çaplı da olsa yazmış olduğum bu cevap hakkına da yer vermekten kaçınmazsınız. Bu vesile ile selamlar… M. Sait ERGİN
KÜRD HAMAS’I VEYA KİM DOĞRU SÖYLÜYOR
Sıdkı Zîlan /Nasname Yazarı-Amed
(
sidki_zilan@mynet.com )
PKK ve DTP’nin mevzi kaybetmesi, Kandil ve Güney Kürdistan’a yönelik tehdit ve saldırılar karşısında; Öcalan, PKK yetkilileri ve onların görüşleri doğrultuda yayın yapan yayın organları değişik ikna metotlarına başvurarak iyi ve kötü Kürd ayırımını dile getirerek Kemalist düzeni uyarma görevlerini yerine getirmektedirler. Buna paralel bir yazıyı da Hürriyet Gazetesinde Enis Berberoğlu yazarak Türk devletini erkenden uyarma görevini pekiştirmiştir. Yarı resmi Hürriyet yazarı ile PKK ve ona yakın düşünen kesimlerin ortak uyarısı; PKK sonrası için devleti uyarmak ve İslamcıların Kürdistan’da inisiyatifi / üstünlüğü ele geçirmemesi için tedbirler alınması yönündedir.
Bir önceki yazımızda DTP’li kardeşlerimi münasip bir lisanla uyarmış ve Kürdlerin dindarı, Alevi’si, Sünni’si, Milliyetçisi, DTP’lisiyle bir bütün olduğunu, çok sesli ve çok renkli bir siyasi yelpazenin Kürdistan’da var olduğunu, siyasi rekabetimize harici, gayri Kürd ve Kürdistanî unsurları hele hasımlarımızı karıştırmamamız gerektiği hususunda uyarılarda bulunmuştuk. Buna rağmen doksanlı yıllarda yapıldığı gibi Öcalan, ona bağlı yayın organları ve yazarlar, PKK ve DTP çevresi ısrarla Kürdistan’da bir dindarlaşma ve İslamileşme tehdidinden, üstelik bu tehdidin Laik, Kemalist rejime yöneldiğinden bahsederek tedbir alınmasını, PKK ve DTP’nin Kemalizm’i ve onun laiklik anlayışını desteklediği, elmanın iki yarısını temsil ettiklerini, Türk ordusu ve Kemalist kurumların Türkiye’deki işlevinin bir benzerinin PKK ve DTP tarafından Kürdistan’da yerine getirildiğini dile getirerek barış ellerinin tutulmasını ısrarla talep etmektedirler.
Bunu yaparken de çelişkili, zaman ve zemine gören değişken / oynak görüşler ileri sürerek siyaset yaptıklarını zannetmektedirler. Öcalan, daha önceleri Hizbullah / İlim gurubunun derin devlet tarafından kullanıldığını söylerken, son görüşlerinde bu cemaatin o süreçte İran tarafından desteklendiğini deşifre etmektedir. Öcalan yalan söylemeyeceğine göre; demek ki Hizbullah’ın derin devlet, Kontgerilla veya başkaca yapılarla alakası iddia edildiği gibi değildir.
Öcalan aynen şöyle söylüyor : "PKK'nin tasfiyesiyle bölgede doğacak boşluğu Kürt Haması ile doldurmak isteyecekler, bunu AKP eliyle yapacaklar. Kürt Hizbullahının neler yaşattığı ortada. İran o dönem Hizbullahı da desteklemişti, Kürt Hamasını da destekleyecektir. Hatta şimdiden bunun hazırlıkları söz konusudur. Bu çözümsüzlük demektir ama bizim siyasetimiz çözümü sağlayacak en makul siyasettir. Bunu iyi görmek lazım. PKK'nin tasfiyesinde ısrar ederlerse PKK alternatifsiz değildir. İran PKK'yi, ABD ve Türkiye karşıtı bir durumda görmek ister. Bu durum ABD'nin de bölgedeki çıkarlarını zedeler.
PKK de kendi tasfiyesinde ısrar eden güçler karşısında alternatifsiz değildir. Bu durum karşısında Kürt-Şia ittifakı gelişebilir. Zaten İran'da bir Kürdistan eyaleti var. Sınırlı da olsa bir özerkliği var. Bu eyaleti biraz daha genişletebilirler, özerkliğini biraz daha genişletirler, PJAK'ı muhatap alırlar, oradaki halkla birlikte al sana 100 bin kişilik ordu. PJAK ile birlikte PKK, Suriye ve Irak'taki güçler, al sana devasa bir güç! Farsların siyaseti derindir, Rusya ve hatta Çin bunu ister."
Bunun manası; Hizbullah hakkında daha önce serdettiğim görüşler yanlıştır. PKK, PJAK adı altında İran’ın güdümüne girebilir. PKK Türkiye karşıtı değildir, başkaları öyle görmek istiyor, dikkatli olun ve PKK’yı kaptırmayın, bizden yararlanın.
Kürd Hamas’ı iddiasını en kapsamlı şekilde Selahattin Erdem isimli Özgür Gündem yazarı dile getirmiştir. Makalesi aşağıdadır:
“
Kürt Haması
Nihayet beklenen oldu. AKP'nin Kızıl
|