Türk tarih tezinin hızlı savunucularından olup Atatürk’ün gözüne girmek için kraldan çok kralcı kesilen doktor Reşit Galip, bu zahmetlerinden dolayı ödüllendirilerek 19 Eylül 1932'de Milli Eğitim Bakanlığı görevine getirilir. Hastalığından dolayı bu görevde sadece bir yıl kalmasına rağmen bugün de varlığı devam eden önemli işlere imza atar. 1933 yılının 23 Nisanında heyecan içinde Çankaya köşkünde kalan Atatürk’ün yanına gider: “Sabahleyin ilk bayramlaşmayı kızlarımla yaptım. Onlara bir şeyler söylemek istediğim vakit, bir and meydana çıktı. İşte Cumhuriyetimizin 23 Nisan çocuklarına armağanı” der. O günlerde halkın dinini, imanını ve kültürünü yeniden şekillendiren Atatürk için güzel bir sürprizdi bu. Galip’in bir kağıt parçasına yazıp uzattığı andı beğenir ve bunun ülke çocuklarına her sabah okutulmasını ister. İşte öğrenci andı denilen, aslında tek tipçi, dışlayıcı ve şirk içerikli olan kelimeler dünyadan haberleri olmayan, zavallı ve masum çocuklara 70 yıldır zorla okutuluyor. Her gün tekrar ettirilen kelimelerden fazla da bir şey anlamazlar. “Türküm” kelimesiyle başlayan and Kürd çocukları tarafından okunduğunda ilk kelimede karşılaştıkları çelişkiyle kafaları karışır. Bunun bir yalandan ibaret olduğunu kolayca anlarlar. Ancak dayatılan andı okumaktan başka da çareleri yok. Putlaştırılan anda kimse dokunamıyor. Hiç kimse insanı aşağılayan bu kelimelerin okunmasının önüne geçemiyor. Atatürk’ün gözüne girmek için birinin uydurduğu birkaç boş ve faydasız kelime 80 yıldır amentü gibi hergün küçük çocuklara okutuluyor. Müslüman halkın bu boş kelimelerden duyduğu rahatsızlığı hiçbir siyasi irade duymak istemiyor. Devam eden zulüm bununla sınırlı değil. 1943 yılında Van Özalp’ta Orgeneral Mustafa Muğlalı’nın emriyle 33 Kürd’ün köy dışına çıkarılarak sorgusuz sualsiz kurşuna dizilmesi, zulmeden ve aşağılayan devletin kara yüzünü bir kez daha ortaya koyuyordu. Ancak olay bununla son bulmuyor. Katliamdan 60 yıl sonra Mayıs 2004’de Özalp’ta bulunan jandarma taburunun adı Mustafa Muğlalı Kışlası olarak değiştiriliyor. Halkın itirazlarına rağmen burada yaşayan insanlara acı veren bir katilin ismini değiştirecek en küçük bir girişimde bulunulamıyor. Ezmede ve hak hukuk çiğnemede üstüne olmayan devlet zaman ve şartların değişimine rağmen dayatma ve zorda diretiyor. Dersim’de ve ülkenin değişik yerlerinde işlediği katliamlardan dolayı halktan özür dileme ve pişman olma yerine, kuzu kuzu itaat eğmeyenleri en uygun cezalara çarptırma pişkinliğini şova dönüştürmeyi tercih ediyor. Aynı şekilde binlerce insanın kanına giren JİTEM’ciler ellerini kollarını sallayıp ortalıkta geziyor. Cumhuriyetle birlikte başlayan zulmün uzantıları birçok alanda varlığını devam ettiriyor. Cumhuriyetin kurulmasından 87 yıl sonra aynı düşünceyi taşıyan ve aynı zulmü bir daha tekrarlamakla tehdit eden cumhuriyetin yeni kahramanlarıyla karşılaşıyoruz. İnsanların dini inançlarına göre düşünmeleri, ibadet etmeleri ve giyinmeleri en tabii ve en temel hakları olarak kabul edilir. Yeryüzündeki en katı yasa ve anlayışlar bile bu gerçeği kabul ederler. Ancak ülkemizde insanın en tabii hakkını istemesi, en tabii hakkına göre yaşama isteği suç sayılıyor. Müslüman kız çocuklarının Allah’ın emri gereği örtünerek okula gitmeleri suçtur. Onlarca yıl sonra birazcık insafa gelen siyasiler her nedense üniversitelerde örtü yasağının kaldırılmasını tartışmaya başladılar. Bir şey yapmasalar da tartışmayı başlatmaları, mantıksız yasaklara karşı küçük de olsa tepkinin oluştuğu, hakları çiğnenen Müslüman kızların feryatlarının birileri tarafından duyulduğunu göstermektedir. Bu güne kadar baskı ve tehditlerle korkutulan halk, özellikle Kürd bölgelerinde ergenlik yaşına gelen kızlarını okula göndermemeyi tercih ediyordu. Başlarını açtırıp Allah’ın emrini çiğneyerek okula göndermeyi aykırı buluyordu. Ancak bu, bir çare değildi. Çocuklar eğitimsiz kalıyordu. Oysa devletin ceberrut yüzü bu işin çözülmesini istemiyordu. Kanunlarda yazılı olmayan birçok yasak gibi başörtüsü de yasaktı. Devlet hem sekiz yıllık eğitimi mecbur kılmıştı ve hem de başörtüsüyle okumayı engelliyordu. Bu çarpık anlayış halkı yormaya ve bıktırmaya başladı. Bir iki yıldır kabuğundan sıyrılan halk, ne pahasına olursa olsun kızlarını okutmak istiyordu. Ancak bunu inancı çerçevesinde yerine getirecekti. Üstelik kanunla yasak konmamıştı ve ilköğretimde eğitim zorunlu olduğuna göre bu işin önünde hiçbir engel bulunmuyordu. Ülkenin farklı bölgelerinde İslam’ın emri gereği kız çocuklarının başlarını örterek okula göndermeye başlayan insanlar, okul idarelerinin engeliyle karşılaştılar. Karşı koyup haklı isteklerinde direttiler. Olay basına yansıyınca bazı kesimler kıyameti kopardı. Sen kim oluyorsun ki kızını başörtüsüyle okula göndermeye kalkışıyorsun? İslami kesimin büyük bir bölümü laikliği üzümserken, Kemalistlerle kardeş kardeşe geçinip işini yürütürken bu güzel ilişkiyi neden bozmaya çalışıyorsun? Hiç kimsenin ilköğretimde ve lisede başörtüsü sorunu yokken bunu nederen çıkarıyorsun? O zaman sen “provokatörlük” yapıyorsun. Çünkü sen devlet düşmanısın. Daha önce devlet düşmanlığından yargılanmış ya da hapse girmişsin. İslamcı geçinenlerin vaveylaları laikleri epey geride bırakmıştı. Heyhat, kızını örtüyle okula göndermek isteyen baba ne kadar kötü çağ dışı iş yapıyordu. Hâlbuki örtünün ergenlikten sonra bütün Müslüman hanımlara farz olduğunu çok iyi biliyorlardı. Ancak, devletin dini baskı altında tutma silahı olarak kullandığı laiklikle hiçbir sorunları olmadığından düzenlerinin bozulmasından korkuyorlardı. Başörtüsü diye bir sorunları yoktu. Olsaydı feryadu figanı basıp Müslümanları “provokatör”lükle itham etmezlerdi. İş bununla da kalmadı. Dersim ve Özalp’taki Muğlalı katliamından tanıdık olduğumuz dayatmacı sesler yükselmeye başladı. TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Başkanı Zafer Üskül, kız çocuklarını başörtüsüyle okula göndermek isteyen ailleleri tehdit etti. Bu işi devam ettirmeleri durumunda çocukları ailelerden alacaklarını söyledi. Bu talihsiz sözleri halkın oylarıyla meclise giden, üstelik insan haklarını inceleyen komisyonun başkanı olan bir şahıs söylüyordu. Yani hazinenin başına hırsızın bekçi olarak görevlendirilmesi gibi bir şeydi bu. Müslümanlardan aldığı oyla iktidarını sürdüren, Müslümanların gaspedilen haklarının iadesini taahhüt eden bir partinin insan haklarından sorumlu bir milletvekili inancı gereği kız çocuklarının başlarını örten aileleri tehdit ediyordu. Bazı duyarlı ve vicdanlı seslerin tepkisine rağmen Ak Partiden çıt çıkmadı. Hiçbir Allah’ın kulu, bu adamın faşizm kokan tehditlerine en küçük bir eleştiride bulunmadı. Sen kimsin ve ne adına tehdit ediyorsun be adam? 90 yıldır halkın üzerinde demoklesin kılıcı gibi duran ve istediği her zorbalığı uygulayan devletin baskıcı ruhuyla çocuklarımızın örtünmesine engel olabileceğini mi zannediyorsun? Üzerinden sopa eksik olmayan ve sürekli korkutulan halkın eskisi gibi korkuya kapılıp sessizliğe gömüleceğini mi düşünüyorsun? Baskılar ve tehditler devam etse de, bundan sonra hiç kimse halka dayatmalarda bulunamayacak. Baskı ve dayatma kültüründen beslenenlerin tehditleri halkı korkutamayacak. Kendilerini tek doğru kabul edenlerin “provokasyon” hırıltılarına kimse kulak asmayacak. Bu gürültüler kendi kendine çalıp duran ayarı bozuk saatin bağırtılarından öteye bir şey ifade edemeyecek. Müslüman halk, kimseden lütuf beklemiyor. İnancının gereğini yerine getirip Müslümanca yaşamak istiyor. Çocuklarını inancı gereği okutmak istiyor. Sonunda kazanan Müslüman halk olacak. Gaspedilen haklarını teker teker geri alacak. Bugün tehdit edenlerin, “provokasyon” deyip Müslüman halka töhmette bulunanların çabaları hiçbir netice vermeyecek. Fazla da uzan olmayan bir gelecekte bu problemli kesimler halkın iradesine boyun eğip teslim olacak. Başka da çareleri kalmayacak. M. EMİN ÇELİK
|