Şu gök kubbenin altında en fazla sıkıntı veren ve bu kaleme en zor gelen şey mezhebi, yolu, görüşü ve düşüncesi ne olursa olsun Müslümanları tenkit eden yazılar yazmaktır. Müslümanların sıkıntı ve problemlerinin aralarındaki ihtilaflardan kaynaklandığı, ihtilaflara sebebiyet veren şeylerin; taassup, mezheplerin, tarikatların ve düşüncelerin din gibi algılanışı, kendilerinin dışındakilere pirim vermeme ve hatta yaşam hakkı tanımama gibi sakat tutumların bütün bu kötü sonuçlara sebebiyet verdiği şüphe götürmeyen bir gerçektir. İslam dünyasında çoğu zaman karşımıza çıkan bazı olumsuzluklar ülkemizde de geçerliliğini korumaktadır.
Kemalist rejimin baskıları altında bir araya gelmekten ve dinlerini gönüllerince yaşamaktan çekinen insanlarımız, zulümlerden kaynaklanan sonu gelmez korku bulutları arasında uzun yıllar yaşam mücadelesi verdiler. Ülkede her türlü görüş ve düşünce, siyasi faaliyet yürütme serbestisine sahipken Müslümanlar bu imkandan mahrum bırakıldılar. Kısaca İslam, rejimin biricik düşmanı kabul edilmişti.
Özellikle Kürd coğrafyasında PKK’den önce faaliyet yürüten birçok solcu örgüt bulunuyordu. Oysa örgütlü İslami faaliyetlerden eser yoktu. Ancak gün geldi Müslümanlar üzerlerindeki korku bulutlarını dağıtıp onlarca yıldır ihmal edilmiş İslami faaliyetlere el attılar. Halkı parselli tarlaları gibi gören PKK, Müslümanların varlığına tahammül edemedi. Zor kullanarak etkisiz hale getirmeye çalıştı. Ateşli silahları devreye sokup birçok Müslümanı şehid etti. Onlarca yıldır suskunluğun acısını yüreğinde taşıyan Müslümanlar sonuna kadar direnmeye kararlıydılar. Devlette sarsıntılar oluşturan, birçok alanda geri adıma zorlayan PKK, ilk defa bükülmez bir bilekle karşılaşmış, Hizbullah’ın destanımsı direnişi karşısında sarsılmıştı. Bu gerçeği kabul etmede güçlük çekiyordu. Tahammülü zordu. Karakterine uygun olanı seçip iftira ve töhmetlerle başarısızlıklarını örtmeye çalıştı. Hizbullah’ın devlet tarafından kurulduğunu ileri sürmeye başladı. Kemalist rejimin de sıkıntıları vardı. Peş peşe yapılan operasyonlara rağmen Hizbullah’ı etkisizleştirmeyi başaramıyordu. Asıl karakteri olan ve İslam düşmanlarının çoğunluğunun sarıldığı iftira ve yalan silahını kullanıp Hizbullah’a karşı mücadeleye başladı.
Tarih boyunca sürekli aynı sorunlarla karşılaşan İslami mücadele geleneği düşmanın bu oyunlarına yabancı değildi. Ahlaki sınır tanımayan İslam düşmanları Hz. Peygamber (sav)’in İslami mücadeleyi başlattığı gün kullandıkları yalan ve iftira silahını daha modern tekniklerle kullanıyorlardı.
Hiçbir ahlaki sınır tanımayan, bütün vasıtaları meşru sayan İslam düşmanlarının saldırıları devam ederken, Müslüman halkın yanan yüreklerinin ifadesi Hizbullahi Hareket gün geçtikçe gelişiyordu. Devletin güçlerini harekete geçirip 17 Ocak 2000’de gerçekleştirdiği büyük saldırıda rehberini şehid veren Hizbullahi Hareket için yeni bir dönem başlamıştı. Tamamıyla yok etmek için çırpınan devletin zulümleri bu tarihten sonra adeta çığırından çıkmıştı. Ev baskınlarında çoğu zaman karşılık görmediği halde çok sayıda Müslümanı yargısız infaz etti. Binlerce Müslümanı keyfi olarak tutuklayıp aylarca işkencelerden geçirdikten sonra sudan sebeplerle uzun yıllara varan cezalar kesti. Bütün bunlara rağmen desteğini Müslüman halktan alan Hizbullahi Hareketin önünü kesemedi.
PKK ve devlet Hizbullahi Hareketi bitirmek için her yolu mubah görürken, Müslümanların kanını akıtıp en aşağılık işkencelere tabi tutarken ve zindanlara doldururken olaylara seyirci kalan Müslümanlar nasıl bir tutum sergilediler? Babaları şehid düşen çocukların ellerinden tutup durumlarını mı sordular? İşkence altında sakat kalmış gençlere “geçmiş olsun” mu dediler? İslami faaliyetlerinden dolayı ömür boyu hapis almış yüzlerce Hizbullahi’den birine bir selam mı gönderdiler? Evin büyüğü şehid olmuş veya zindana düşmüş ya da rejimin zulmünden kurtulmak için evini terk etmiş, ancak bir ekmek alacak parası olmayan aileleri ziyaret edip durumlarını mı sordular? Yoksa Marksist PKK ve Kemalist rejimin yalan ve iftiralarına sahih ve mütevatir haber gibi yapışıp Hizbullahi harekete son darbeyi vurmaya mı kalkıştılar?
Kuşkusuz ülkedeki bütün Müslümanları aynı kategoriye yerleştirmek insaf sınırlarını aşar. Bazı Müslümanlar, ihlas ve samimiyetlerinden dolayı Hizbullahi Müslümanların sıkıntılarına karşılık sıkıntı duydular. Acılarını paylaşmaya çalıştılar. Ancak, Müslümanların ekseriyeti aynı duyarlılığı göstermediği gibi en kaba ve en çirkin düşmanlığı sergilemekten kaçınmadı. Bütün bunlarla Müslüman halkı kastetmiyorum. Kendilerini grup, hareket ve cemaat olarak gören ve çoğunluğu Batıda yaşayan bazı Müslümanları kastediyorum. Bir kısmı zahiren suskun kaldı, ancak bir araya geldiklerinde en ağır hakaretleri dillendirmekten, İslam düşmanlarının dilini kullanıp ağır iftiraları tekrarlamaktan kaçınmadılar. Hizbullah’ı vahşi ve barbar gibi isimlerle adlandırma yarışına girenler, içlerinde biriktirdikleri kinlerini tatmin etmeye çalışır gibiydiler. Kendilerini “orijinal” olarak nitelendiren ve “tevhidi” olduklarını iddia eden bazıları ise, bütün ömürleri İslam’a düşmanlık üzere şekillenmiş birilerinin ağzından Hizbullah’ı karalayıcı ve iftira nitelikli bir iki söz duyunca tepe üstü atlayıp site ve gazetelerinde manşetlerle yayınlarken, İslami bir harekete vurdukları darbenin temelde oluşturacağı sarsıntının richterini ölçmeye çalışır gibiydiler. Oysa Hizbullah’ın bütün bu yalan ve iftiralardan beri olduğunu çok iyi biliyorlardı. Haberlerin fasıklara dayandığını da çok iyi biliyorlardı. Fasıkların haberlerine inanmamamın Kur’ani bir emir olduğundan da haberdardılar. Maalesef Hizbullah’a olan kinleri Kur’ani emirleri unutturduğu gibi, fasıkların haberlerine dört elle sarılmalarına neden olmuştu.
Hizbullah’a bunca düşmanlıklar neden yapılıyordu? Üzerinde durulması gereken önemli bir sorudur bu. Aynı coğrafyada yaşadığımızdan ve aynı havayı teneffüs ettiğimizden birbirimizi çok iyi tanırız. Düşmanlıkların, kıskançlık ve çekememezlikten başka hiçbir dayanağının olmadığını da çok iyi biliriz. Kıskançlıkların, iftiraların, yalanların ve fasıkların getirdiği haberleri Müslümanlara karşı kullanmanın İslami ruhla uyuşmadığını, Müslümanların bu seviyeye düşmekle çirkin bir görüntü oluşturduğunu izlerken içlerine düştükleri durumdan üzüntü duymaktayız.
Beşer hata yapabilir, ancak İslami kimlik sahipleri hatada diretemezler. Yanlışlarını fark ettikleri gibi ilk yapacakları şey Allah’a tövbe edip, zulmettikleri ve hukukunu çiğnedikleri Müslümanlardan helallik dilemeleridir. Böyle bir yaklaşım olumsuzlukları silip götürür. Ancak boş ve anlamsız şeyleri bahane edinip hata ve günahta ısrar edilirse söyleyecek söz kalmaz. Müslümanlara düşmanlık Hizbullah’ın karakteri olmadığından ve bütün Müslümanları kardeş bildiğinden, işi Allah’a havale eder. Allah Teala adildir. Kimsenin hakkının kimsede bırakmaz. Mü’min kullarının zulme uğramasına rıza göstermez ve zalimleri hiçbir zaman rahat bırakmaz.
M. Emin Çelik |