Son bir iki yılda ülkede alışık olmadığımız yeni yeni şeylerle karşılaşıyoruz. Hükümete karşı darbeler, askerin perde arkasında çevirdiği kirli dolaplar, yine askeri yetkililerin görev yerlerinde oluşturdukları çeteler vasıtasıyla gencecik insanların gece baskınlarıyla veya kalabalık bir caddeden zorla arabalara bindirilip vahşi işkencelerden sonra öldürülmeleri gibi haberler artık sıradanlaşmaya başladı. Bütün bu vahşetler ortaya çıktıkça belirsizlikler ve şaşkınlık atmosferi her tarafı kaplamaya devam ediyor.
Oysa iktidarı zorla ele geçiren ve kendilerini garantiye almakla işe başlayan Kemalist rejimin ilk işi, ya faili meçhul cinayetlerle insanları ortadan kaldırmak veya yargı kılıfı altında oluşturulan istiklal mahkemeleriyle muhaliflerini etkisiz hale getirmekti. Cumhuriyetin başında bu yöntemle on binlerce insanın hayatına son verilmiş, halkta büyük bir korku oluşturulmuş, hiç kimse zihnindekini küçük harflerle dile getirme cesareti bile bulamamış.
Cinayetlerle işe başlayan rejim, tehlikeyi bertaraf ettikten sonra da alışkanlık kazandığı cinayetlerine ara vermedi. Bundan sonraki karanlık işler daha çok perde arkasında yürütülmeye başlandı. İdarenin sözde sivillere devredildiği dönemlerde sivil iradenin oluşmaması için sözde hükümet olan sivillere on yılda bir yapılan müdahalelerle rejimin biricik hâkiminin askerler olduğu iddiası fiili olarak herkese gösteriliyordu. Rejimin kendilerine ait olduğu, en üst sınıf oldukları, hiçbir gücün kendilerinden hesap soramayacağı ve kanunun kendilerini bağlayamayacağı inancı en alttan en üste kadar bütün askerlerde kültür halini almış. Bu bilinç ve kültürle varlığını sürdüren askere yönlendirilecek farklı bakışlar tehdit ve zorla karşılık buluyordu.
Elitliğin ve üstünlüğün sürdürülmesi ve bu hegemonik yapıya birilerinin zarar verememesi için askerin etrafı kalın zırhlarla örülmüş. İşlerin başında piyasaya sürülen CHP’yi çelikten bir zırha dönüştürerek, o günden bu güne sürekli koruma kalkanı olarak kullanmış. Cumhuriyet tarihi boyunca CHP’nin halka çektirdikleri bugün birçok insanın belleğindeki canlılığını halen korumaktadır. Örneğin son günlerde suç işleyen askerlere “İyi çocuktur” denip arka kapıdan gönderilmesi yerine, mahkeme önüne çıkarılması düzenlemelerini Anayasa Mahkemesine götürerek, karanlık odakları korumaya çalışan en sarsılmaz zırh olduğunu dost düşman herkese gösterdi.
Karanlık odakları koruma zırhının en akıl almazı ve en güçlüsü de maalesef ülkenin hukuk sistemini ellerinde bulunduranlar tarafından oluşturulmuş. Yargıçların halka adalet dağıtmaları ve tarafsız olmaları gerekirken, ellerinde kılıç, cephenin en önündeki savaşçıları gibi suçlulara dokunmak isteyenlere en ağır darbeleri indirmeye çalışmaktadırlar. Bazen milyonlarca insanın oyunu alan ve hiçbir yasadışı işe bulaşmayan partilerin kapısına kilit vururken, suçlu ve katilleri yargılamak isteyenleri herkese ibret olsun diye görevinden uzaklaştırmakta ve hatta kamuda bir daha görünmesin diye ömür boyu yasaklı hale getirmektedirler.
Yukarıda anlattıklarımız suçluların etrafında görünen koruma zırhının halkalarından sadece iki tanesidir. Suçluların etrafında bunlar gibi birçok halka mevcut.
Bir asra yakındır halka en ağır acıları tattıran ve en tabii haklarını zorla ellerinden alan suçluların dokunulmazlıkları devam ettikçe ülkenin hiçbir ciddi sorunu çözülemez. En büyük sorun suçluların iş başında bulunmaları ve kendilerini tek ve biricik hakim olarak görmeye devam etmeleridir.
Adalet kurumu adilce çalışmadıkça, onlarca yıldır insanlara acı çektiren suçluları yargılamadıkça, suçluların etrafındaki kocaman zırh halkaları çözülmedikçe insanımızın bedbahtlığı ve sorunları sona ermeyecek. Atmosfer bu olunca herkesin sadede gelmesi, başka şeylerle uğraşma yerine bütün oklarını suçluların etrafındaki halklara yönlendirmesi, halkaları birer birer ortadan kaldırıp suçluları ortaya çıkarması ve adaletin herkese eşit şekilde uygulanması için çaba göstermesi en öncelikli görevlerdendir. İnsanlar ellerini taşın altına koymadıkça, “bana ne?” deyip sorumluluktan kaçındıkça onlarca yıldır devam eden katliamlar ve karanlık faaliyetler bir o kadar daha devam edecek. İnsanca ve özgürce yaşamak için herkesin bedel ödemesi gerekir. Bedel ödenmeden mutluluğa ulaşma imkânı yoktur. Herkes bir şeylerini feda etme ve bedel ödemeye hazır hale gelip bir yerlerden karanlık bulutları dağıtacak ilk adımı atmalıdır. İşin en zor yönü atılacak ilk adımdır. Gerisi ardından gelecektir. Mutluca ve özgürce bir hayatın kapıları; en zor olan ilk adımı atıp, yüreklice ve sarsılmaz kale gibi sabır ve metanet göstererek diğer adımları sıralamakla açılacak.
Selam ve dua ile…
M. Emin Çelik |