Büyük bedeller ödenerek bereketli tohumların atıldığı topraklarımızdan fışkıran fidanlar geleceğe yön verecek ruh ve birikimle dört tarafa dal budak salmaya başladı. İslamdışılık üzerine bina edilen, Şeyh Said Hazretlerinin 47 arkadaşıyla idam edilerek şehrin bir yerine gömülmesini İslam’ın gömülmesi olarak nitelendirenlere inat uykusundan uyanan Diyarbakır yeni bir geleceğin inşasının ipuçlarını veriyor. Tarihinin hiçbir döneminde gasp edilen haklarını istemek için yüzbinlerce Türkiyeli Müslüman meydanlara inmedi. Oysa 23 Ekimde Diyarbakır’ın meşhur İstasyon Meydanını dolduran yüzbinlerce Müslüman, rejimin onlarca yıldır yaptığı zulümlere son vermesini ve gasp edilmiş haklarının iadesini istiyordu. Yüzbinlerce Müslüman onlarca yıldır Müslüman kız ve kadınların önüne konulan anlamsız ve mantıksız tesettür yasağının kaldırılması için haykırıyordu. Yüzbinlerce Müslüman, 90 yıldır zulmeden devletin zulmün somurtkan çehresini bir tarafa bırakmasını, tarihin hiçbir döneminde zalimlerin kazanamadığını ve zulümle hiçbir yerin abad olmadığını, insanca ve Müslümanca yaşamın önündeki bütün engellerin kaldırılması için çağrılarda bulunuyordu. Ezilen yüzbinlerin Diyarbakır surlarından yükselen çağrısının ne anlama geldiğini herkes çok iyi biliyordu. Ancak istek insani ve İslami olunca, meydanlardaki haykırışlar İslami rengi yansıtınca 90 yıllık körlük ve sağırlık politikası bir kez daha işleve konuluyordu. Bazıları İslam’a olan düşmanlıklarından kaynaklanan ruh haliyle bu insani çağrıya bütün kapılarını kapatıyordu. Rahatsız edici bu manzarayı, olmamış gibi zihinlerine kabul ettirerek rahatlamaya çalışıyorlardı. Kendilerinden bekleneni yapıyorlardı. İktidardakiler ise, söz konusu İslami bir kitlenin hak talebi olunca, Kemalistlerin hışmına uğrama korkusunun oluşturduğu refleks haliyle bu muhteşem çağrıya karşı kör ve sağırları oynamayı tercih ediyorlardı. Zaten dokuz yıllık iktidara rağmen tesettür yasağı gibi anlamsız engellemelerin varlığını sürdürmesi, korku halinin tezahüründen başka ifadelerle izah etme çabaları sınırların gereksiz yere zorlanması anlamını taşıyacaktır. Bu ülkede yıllarca İslami mücadele için çırpınanlar, bir zamanlar tevhidi çizginin hakkını vermek için yoğun çaba içinde bulunanların teslim olduğu anlamsız sessizlik acı verdiği gibi korkutuyor da. Yılların mücadelesi meyvelerini vermişçesine rahat davranıyorlar. Belki de haksızlıklar karşısındaki ibretamiz sessizlik ve İslami çağrıya bu denli tepkisizlik, önemli kısmında Ak Partinin iktidarıyla ulaşılan zenginliklerden kaynaklanmaktadır. Oysa Müslümanların yıllarca uğruna mücadele ettiği yasaklar aynen varlığını sürdürüyor. Kız çocukları eskiden olduğu gibi tesettürleriyle dayandıkları ilköğretim ve liselerden aşağılanarak kovuluyor. Bu ülkenin birçok üniversitesinde örtü yasağı devam ediyor. Sorunun çözüldüğü öne sürülen üniversitelerde ise, örtü serbestliği yönetmeliklere ya da kanunlara dayanmadığından riyasete gelecek şahısların inisiyatifine terkedilmiş kadar pamuk ipliğine bağlı. Bu ülkede her zaman olduğu gibi yine Müslümanlar aşağılanıyor. Tesettürlü doktorlar, öğretmenler ve diğer meslektekiler örtülerinden dolayı çalıştırılmıyor. İslami faaliyetlerinden dolayı İslami sivil toplum kuruluşları ağır baskılar altında tutuluyor, üye ve yöneticileri ağır cezalara çarptırılıyor. Bütün bunlar aşikârken Müslümanların ruh hali içimizi acıtıyor. Oysa Türkiye’de, özellikle Diyarbakır’da yüzbinlerin İslami hakları savunmak için meydanlara inişi, İslami çağrının ulaştığı kitlesel boyutu gösteriyor. Bütün bunlar, şahıs veya gruplardan çok İslam ümmetinin kazanımları olarak varlığını ortaya koyuyor. Müslümanların ortak sesine dönüşüyor. Bütün Müslümanları kucaklayıcı ve herkese ait bir çığlık olarak mitingin ismi de çağrısı da “İnanca saygı ve özgürlük” cümlesiyle belleklerdeki yerini alıyor. Yüzbinlerin özgürlük çağrısı ümmet hanesine yazılan büyük bir kazanımı ifade ederken, gazeteleri, radyoları, televizyonları, siteleri ve daha pek çok imkanı bulunan Müslümanlar, bu büyük eylemi haber yapmada bile aciz davranıyorlar. Bu İslami çağrıdan korkuyorlar gibi bir görüntü veriyorlar. Rejimle girdikleri içiçelik, kurdukları düzen, yaşamlarına bir parça günah da karışsa vaziyeti idare etme çabalarıyla ülkedeki İslami gelişmeler fazla da ilgilendirmiyor. Ümmetin kazanımları bir şey ifade etmiyor. Gelişmeler ülke sınırlarının dışında vuku bulsa, bir iki kelime ile durumu kurtarmaya çalışanlara rastlayabiliyoruz. Örneğin Suriye ya da Mısır söz konusu olsa herkes bir şeyler mırıldanabiliyor! Oysa ülkedeki İslami gelişmeler bedelle karşılık bulabileceği için kimsenin ağzını bıçak açmıyor. Oysa uzun yıllara varan İslami mücadelede boy gösterenlerin son durağı bu olmamalıydı. Ümmetin kazanımları hiçbir grupsal ve kavimsel tutkulara feda edilmemeliydi. Yıllarca baskı, gözaltı, zinadan, mahkumiyet ve muhaceret ile bedelini ödeyen Müslümanların uzattığı ele misliyle karşılık vermeleri ümmetin kazanımlarının kat kat artmasına yol açacaktı. Diyarbakır’dan haykıran yüzbinlerin İslami çağrısına Batı’dan da binlerin, yüzbinlerin İslami çağrısı eklenmeliydi. O zaman ümmetin yitirdiklerine kavuşmasıyla ilgili ışıklar ufukta daha belirgince parıldayacaktı. Zulmedenler doğu ve batıdan yükselecek İslami çağrıyı dikkate almak zorunda kalacaktı. Müslümanların sıkıntılarının son bulacağı baharın ilk ışıkları erkenden gözlerimizi kamaştıracaktı. M. Emin ÇELİK |