Batının İslam’a düşmanlığı İslam’ın ilk zamanlarına kadar uzanır. İslam’ın, çerçevesini yarıp Arap yarımadasını aşması üzerine ilk karşı çıkan ve direnen güç Bizans İmparatorluğuydu. Hıristiyanlığı resmi din kabul eden bu imparatorluk, İslam’ın sıcak ve barışçı mesajını her zaman üstün körü ve bağnaz bir yaklaşımla red etmiş, varlığı için Müslümanları en büyük tehdit olarak algılamıştı. Batının Ortaçağ karanlığından sıyrılıp bilimle buluşması, İslam’a karşı taassupçu yaklaşımının temelini oluşturan dinsel kimlikten sıyrılması bile İslam’a olan düşmanlığına son vermedi. İslam ve Müslümanlara düşmanlık adeta Batının varlık sebebi olarak görüldü. Müslümanlarla ilişkilerini hep düşmanlık temeli üzerinde yürüttü. Bazen dostluk elini uzattığı görülse de sonraları bunun münafıkça bir çıkış olduğu, çıkarları icabı böyle bir yaklaşım sergilediği ortaya çıktı. Osmanlının yıkılmasıyla ülkemizde iktidarı ele geçiren İttihat ve Terakkiciler her yönüyle Batı hayranı bir tutum sergilediler. Zaten hiçbir zaman İslam diye bir sorunları olmadı. Batının hoşgörüsünü kazanmak için İslam ile hiçbir bağlarının olmadığını her fırsatta ispata çalıştılar. Ülkeyi Batıya entegre etmek için zor ve dayatmalar yoluyla halkı dinsizleştirmek için çabaladılar. Ülkede halen sıkıntısını çektiğimiz İslam’a ve Müslümanlara karşı varlığını sürdürmeye devam eden düşmanca zihniyet Batıya ram olmak için kendilerini ispatlama çabalarında İslam’a ve Müslümanlara vurulan darbelerin bugüne yansımasıdır. Ülkemizi yönetenler hiçbir zaman kendileri olma, bağımsız bir yapı oluşturma gibi bir irade içinde olmadılar. Batının uşaklığını gönüllüce arzuladıklarından, Batının bunlara biçtiği elbise hizmetçilik ve uşaklıktan öteye geçmedi. Gerekçeleri hiçbir mantıkla örtüşemeyen zamanın yönetici tabakasının Türkiye’yi NATO üyesi yapma çabaları her zaman resmi ağızlar tarafından ülkenin başarısı olarak nitelendirildi. Oysa Türkiye’nin katıldığı günden bugüne NATO tarihi incelendiği zaman Türkiye’nin ordusuyla birlikte NATO’nun hizmetçiliğini yaptığı, NATO karargâhlarının nöbetini tuttuğu, soğuk savaş döneminde Sovyetlerin olası saldırılarına karşı Batıyı koruyucu duvar rolü üstlendiği, Türkiye topraklarının NATO tarafından bir nevi parsellenip işgal edildiği ve ülkenin en stratejik noktalarında üsler kuran NATO’nun atom bombasına varana kadar öldürücü silahlarını hiçbir yetkilinin haberi bile olmadan ülke topraklarına getirip yerleştirdiği görülür. Bazılarının büyük bir kahramanlık destanı olarak nitelendirdiği NATO üyesi olmanın bedeli olarak ülke askerlerinin Kore savaşına katılması, gençlerimizin Kore savaşında sıkışan ve zor durumda bulunan Amerika’ya kurbanlık koyun olarak sunulmasından başka bir anlam taşımıyordu. Bütün bunlar halktan kopuk, Batı taklitçisi yönetimlerin basiretsizliği şeklinde yorumlanabilir. Ancak “komşularla sıfır sorun” politikasıyla, İslam dünyasına yönelik çabaları ve Siyonist rejime karşı tutumuyla az da olsa Ak Parti hükümetinin farklı bir siyaset izleyeceği, ülkeyi Batının ölümcül silahlarının karargâhı haline getirmeyeceği umut ediliyordu. Oysa bu iradenin ABD’nin isteği karşısında mum gibi eriğine tanık olduk. Ne başkalarına bağımlı olmayan bağımsız siyaset anlayışı kaldı, ne de komşularla sıfır sorun politikası. Hükümet bu alanda ilk örneğini Libya sınavıyla verdi. Libya’ya her türlü müdahaleye karşı olduğunu bas bas bağırırken, Batı başkentlerinin küçük bir dayatması karşısında geri adım atıp Libya saldırısının bir parçası oluverdi. Bu acil ve büyük dönüşümün hiçbir tutarlı ve mantıklı açıklaması da yapılamadı. Afganistan ve Irak’ı işgal eden, Libya’da taş üstüne taş bırakmayan NATO’nun Türkiye’ye füze kalkanı yerleştirmesiyle ilgili çabalarının Siyonist rejimi olağan tehlikelere karşı koruma amacı taşıdığını sağır sultan bile bilmektedir. Batı dünyasının, İslam inkılabından sonra boyun eğdiremediği ve uysallaştıramadığı, gösterdiği askeri gelişmişlik karşısında savaşmaya cesaret edemediği İran’ın Siyonist rejime karşı oluşturduğu tehlikeyi bertaraf için Türkiye topraklarına füze kalkanı yerleştirmeye çalıştığını bugünlerde Batı basını sıkça zikretmektedir. Bir yandan Siyonist rejime karşı müeyyideler için çırpınan Türkiye, diğer yandan bu rejimi Müslümanların silahlarından korumak için kalkan görevini üstleniyor. Bir yandan ezilmiş Müslüman halkları sahiplenme gibi bir görüntü sergilemeye çalışırken, diğer yandan Batı güçlerinin kitlesel ölüm silahlarını topraklarına yerleştirmekle Müslüman halkları Batının sopasıyla tehdit ediyor. Bir taraftan komşularıyla sıfır sorun politikası naraları atarken, diğer yandan komşularıyla büyük savaşlara davetiye çıkaran emperyalist Batı güçlerinin silahlarını topraklarına yerleştirip İslam dünyasından Batıya yönelik herhangi bir saldırıya karşı gönüllü set olduğunu ilan ediyor. İktidar Ak Partinin elinde olduğu için bütün bu tehlikelere karşın İslami medya suskunluk mührüyle tepkisizlik güzergâhında hareket etse de, milletin gözüne baka baka başbakan bunun iyi bir tercih olduğunu söylese de, bu tavrıyla hükümet büyük yanlışlara imza atmaktadır. Bu yapılanlar en basit ifadeyle, ülke topraklarının emperyalist Batı tarafından İslam dünyasına karşı kullanılmasına zemin hazırlama girişimi olarak tarif edilebilir. Yarın İran’dan ya da İslam coğrafyasının başka parçasından Batı’ya ya da İsrail’e yönelik bir tehdit ya da saldırı söz konusu olsa Batı, NATO üyesi adı altında Türkiye’nin askeri güçlerini Müslüman halkların üzerine yürütecek. Müslümanların Batının emperyalist hegemonyasına karşı başkaldırışını Türkiye’yi ileri karakol olarak kullanarak durdurmaya çalışacak. Bütün bunlar bu hükümet zamanında yaşanmayabilir. Böyle bir ortamın oluşması durumunda bu hükümetin Batı’nın isteklerine boyun eğmeyeceği iddia edilebilir. Ancak Libya örneğinde olduğu gibi bu iddia da fazla bir tutarlılık temeline oturtulamaz. Bütün bunların ütesinde gelecekte başka zihniyettekilerin iktidara gelmesiyle geçmiştekiler gibi Batının her istediğine kafa üstü atlamayacaklarını kimse iddia edemez. Hükümetin ülkeyi NATO’nun erken uyarı sistemlerinin emrine vermesi, gelecekte oluşacak her türlü zararlı ve kötü gelişmelere zemin hazırlanması açısından dikkat çekicidir. Batının İslam dünyasına yönelik hesapları İslam dünyasının zayıflatılması, parçalanması ve sömürülmesi üzerine bina edilmiştir. Batının ileri karakolu olma, ülkeyi Batının gelişmiş silahlarının ana karargâhı haline getirme, İslami uyanış dalgasının her geçen gün yeni boyutlara ulaştığı ve Batının bunu tehdit olarak algıladığı bir ortamda NATO’nun İslam dünyasına yönelik kirli hesaplarına boyun eğip bunu da “iyi bir gelişme” olarak anlamlandırma büyük bir garabet numunesidir. Bu kadar tecrübeye ve “stratejik derinlik” gibi ifadelerle anlatılan derinlemesine araştırmalara rağmen iktidardakilerin Batı emperyalizmine ellerini verenlerin kollarını hatta gövdelerini kaptırdıklarından haberdar olmadıklarını düşünemiyorum. İnşallah uyanır, basirete gelir de içine düştükleri bu yanlış güzergâhtan kurtulmak için çabalarlar. Aksi taktirde attıkları adımın kendileri için bir getirisi olmayacağı gibi, İslam dünyası için büyük zararlara yol açacağı şimdiden görünmektedir. M. Emin ÇELİK |