İbrahimi peygamberlerin neslinden gelen Yahudi kavminin en azından iki bin yıldır vahşi, gaddar ve insan fıtratına aykırı davranışlarda bulunmasının sebepleri çoklarının kafasını kurcalamıştır. Resul-i Ekrem (sav)’in Medine’ye hicretinden sonra bu şehirde yaşayan Yahudilerin Müslümanlarla yaptıkları bütün anlaşmaları tek taraflı bozup yaptıkları ihanetler ve bozgunculukları yakından biliyoruz. Aynı şeyleri tarihin birçok döneminde farklı yerlerde tekrar ettiklerini ya okumuş ya da duymuşuz. Yahudilerin bu derece düşüşlerini merak eden bazı İslam alimleri bunların sebepleri üzerinde kafa yordular. İbn-i Haldun, Mukaddime’sinde Yahudilerin bozgunculuklarının sebeplerini naklederken, bütün bunları Hz. Musa’nın tevhid dinini bozmalarına ve ellerindeki Tevrat’ı tahrif etmelerine bağlar. Konuyla ilgili Mukaddimede şunları dile getirir: “Yahudi kavmi… Kötü ve çirkin huylar edindi. Yaşadığı bütün alanlarda bozgunculuklara sebep oldu. Bütün bunların sebebi ise dinlerinde ve kitaplarında oluşturduğu tahrifattır” İslam ümmetini parçalayan, arasında kin ve nefrete sebep olucu sorunlar vücuda getiren müstekbirler Müslümanlar için büyük kutsiyete sahip, İslam dünyasının kalbi konumundaki Kudüs’e sahip Filistin’i Yahudilerin faşist uzantıları olan Siyonistlerin vatanına dönüştürmeye karar verdiler. Bu topraklar Müslümanlara ait olduğundan, Müslümanların da hiçbir kıymeti bulunmadığından hiç kimseye sorma gereği bile duymadılar. Kendilerine ait gördükleri Filistin’i Siyonistlere hediye ettiler. Tarihin en büyük bozgunculuklarını yapan bir toplumu İslam dünyasının kalbine zehirli bir hançer yerleştirdiler. Zamanın Amerika Dışişleri bakanı Henry Kissinger Siyonist rejimin hakkında şunları dile getirir. “İsrail, Amerika’nın hareket halindeki savaş gemisi gibidir. Buradaki fark, herhangi bir savaş durumunda Amerika askerlerinin ölmemesidir” Batı dünyası, başlarına bela olmuş Yahudileri topraklarından temizlemek için Filistin’e yönlendirdi. Batının destek ve yardımıyla İslam’ın mukaddes beldelerini işgal eden Siyonistler, 62 yıldır Batının ölüm silahlarını Müslümanlarını tepelerine boşaltarak hep cinayet işlediler. 62 yıllık işgal tarihi Siyonistlerin insani hiçbir duygu taşımadıklarını, silahtan ve zordan başka hiçbir yöntemden anlamadıklarını ortaya koymaktadır. İki asırdan fazladır İslam dünyasını avucuna alıp istediği gibi yönlendiren, Müslümanların nasıl yönetilmeleri gerektiğine ve hangi rejimlerin Müslümanlar için uygun olduğuna karar veren Batı, 32 yıl önce büyük bir gaflete duçar olup önemli bir kalesini kaybetti. İstikbar güçlerinin büyük ümitler bağladığı bölgenin en güçlü ve güvenli karargâhı olarak kabul ettikleri İran cephesi elden çıkmıştı. İki asır boyunca esaret altında yaşayan Müslüman halk aksakallı bir ihtiyarın rehberliğinde sokaklara inmiş, kelle koltukta Batının kuklası Şah rejimine karşı kıyam başlatmıştı. Batının engellemeye yönelik hiçbir oyunu tutmadı. İman ve ihlasla hareket eden Müslüman halk, Batının kuklası Şahlık rejimini tarihin çöplüğüne fırlattı. Böyle bir gelişmeyi hiç kimse beklemiyordu. Bir coğrafyanın kendine gelişi, isyanı ve limanını buluşuydu. Dünya hâkimiyetini elinde tutan Batı ilk büyük kaybını vermişti. Etkisiz hale getirdiğine ve hiçbir harekette bulunamayacaklarına inandığı Müslümanların inkılabı derin sarsıntılara sebep olmuştu. Bundan sonraki çabalar, büyük fitnelerle ve ardı arkası kesilmeyen oyunlarla inkılap ruhunu İran’a hapsetmeyi amaçlıyordu. Yoğun propagandalar, kültürel saldırılar ve Irak’ın İran’ı işgaliyle başlayan İran-Irak Savaşı İslam inkılabını büyük ölçüde İran sınırları içerisinde hapsetmeyi başardı. Bu arada Filistin’de Siyonist işgalden sonra mazlum Filistinlilerin kanının akıtılmadığı gün neredeyse yoktu. Evleri başlarına yıkılan Filistinliler kimi yerde katliamlardan geçiriliyor, sahipsiz halk panik içinde canını kurtarmak için sığınacak yer arıyordu. Ölü toprağı serpilmiş coğrafyada Filistin halkı sahipsiz kalmıştı. Kudüs sahipsizdi. Mescid-i Aksa sahipsizdi. İlk başlarda Siyonistlere karşı başkaldıran Müslümanların çoğu şehid edilmişti. Ortada kimse kalmadığından Filistin mücadelesi sosyalist grupların eline geçmişti. Mücadele yorgunları gibi davranıyorlardı. Uzun ve yorucu Filistin mücadelesini sürdürecek takatları ve sabırları yoktu. Siyonist rejimden merhamet beklentisine girmişlerdi. Uzlaşma istiyorlardı. Zordan başka bir dilden anlamayan Siyonistlere karşı böyle bir tavır Filistin mücadelesini satmaktan başkasıyla ifade edilemezdi. Filistin davası yetim, mücadele bayrağı ise sahipsiz kalmıştı. İslam inkılabının zaferinden sonra harekete geçen İmam Humeyni Müslümanların Kudüs’ü kurtarmak için harekete geçmelerini ve Filistin davasına sahip çıkmalarını istedi. Filistin davasını diri tutmak ve Müslümanları harekete geçirmek için inkılabın zaferinden birkaç ay sonra bir Ramazan günü yayınladığı bildiride Kudüs’ün Müslümanların kalbi ve vazgeçilmez kutsalı olduğunu, mutlaka kurtarılması gerektiğini, Kudüs’ün kurtarılması çabaları adına Ramazan’ın son Cumasının “Kudüs Günü” olarak tayin ettiğini, Müslümanların yaşadığı bütün coğrafyalarda bu tarihte Kudüs’ün kurtarılmasına yönelik etkinlikler düzenlemelerini istedi. Değişik zamanlarda yaptığı konuşmalarda Kudüs gününün mustazafların müstekbirlerin zulüm ve sultasından kurtuluş günü olması gerektiğini, Müslümanların omuz omuza vererek yekvücut halinde yeryüzü istikbarından hesap sormaları, müstekbirleri burunlarından tutup duvara çarparak saltanatlarını yerle bir etmeleri gerektiğini ileri sürer. Bu arada 1967’de ‘Altı gün savaşı’nda dört Arap devletini yenilgiye uğratan Siyonistler kendilerini tanrı tarafından desteklenen yenilmez güç olarak görürken petrol kaynaklarını Siyonistlerin emrine veren ve topraklarını müstekbirlerin karargâhı haline getiren İran gibi güçlü bir kalenin yıkılıp idarenin Müslümanların eline geçmesi Siyonist rejim ve dostlarında büyük sarsıntılara yol açmıştı. İslam aleminde filizlenmeye başlayan İslami uyanış kaygıları daha fazla arttırdı. Bu arada Siyonistler Filistin ve Lübnan topraklarında İslami uyanışı sona erdirmek için ölüm silahlarını kullanmaya devam ettiler. Siyonistlerin, Batılı müstekbirlerin ve Ortadoğu’daki işbirlikçilerinin çabalarına rağmen Filistin’de yeşeren İslami direniş gittikçe gelişmeye başladı. Sosyalist grupların uzlaşmacılığından ümitsizliğe kapılan Filistin halkının ümitleri yeniden yeşeriyordu. Vurduğu ölümcül darbelerle İslami direnişin önünü alamayan Siyonist rejim şiddetli son bir darbeyle etrafındaki İslami direnişi oradan kaldırıp güvenliğini temin için harekete geçti. Lübnan’a dayattığı 33 günlük savaşta Hizbullah’a, Gazze’ye dayattığı 22 günlük savaşta ise Hamas’a yenildi. Onca güçlü silahlara ve eğitimden geçmiş profesyonel ordusuna rağmen beklemediği yenilgiler Siyonist rejimde ciddi sarsıntılara yol açarken bu rejim için geri sayımın başladığına hem halk hem de Siyonist idareciler inanmaya başladılar. Son üç dört yıl içinde görülen yoğun tehditlere ve saldırılara rağmen bir daha ne Hizbullah ne de Hamas’la savaşma cesaretinde bulunamadı. Bundan böyle Müslümanlarla yapacağı hiçbir savaşı kazanamayacağını, olası her savaşın Siyonist rejimi biraz daha geriye götürüp yıkımını hızlandırdığına ciddi ciddi inanılmaktadır. Bu arada dünya beklenmeyen gelişmelere sahne oldu. 2011 yılı birçok gelişme için milat oldu. Müslüman Ortadoğu halkları, uzunca yıllar sonra silkelenip ayağa kalktılar. Şehirlerin büyük meydanlarını doldurdular. İstikbar güçlerinin İslam coğrafyasına yerleştirip güçlü askeri duvarlarla korumaya aldığı diktatörlere karşı kitlesel kıyamlar başladı. “Allahuekber” sloganlarıyla başarıdan başarıya koşan mazlum halkların kıyamlarını yolundan saptırma, Batı sistemiyle hemdem etme ve istikbarın hizmetine sunma çabaları bütün hızıyla devam ederken, korku duvarını yıkmış Müslüman halkların kıyamı adım adım devam etmektedir. Müslüman halklara kan kusturan diktatörler bir bir yıkılırken ve onlardan arta kalanların faşist rejimleri devam ettirme çabaları sürerken, büyük bir cesaret örneği gösteren ve diktatörlerden korkmadığını ortaya koyan Müslüman halk, kıyamı adım adım ilerletip daha ilerilere taşımaya çalışmaktadır. İmam Humeyni’nin Kudüs’ün Siyonistlerin esaretinden, İslam dünyasının diğer beldelerinin de müstekbirlerin elinden kurtulması için 32 yıl önce Ramazan’ın son Cuması için adını koyduğu “Kudüs Günü” bu yıl çok daha büyük anlamlar taşımaktadır. Kudüs’ü kurtulması ve İslam coğrafyasının diğer bölgelerinin müstekbirlerin esaretinden kurtulması için Arap Baharının meyvelerini vermeye başladığı bu günlerde Ramazanın bu son Cumasında camilere akıp bütün bir ümmet olarak müstekbirlere karşı meydanlara indiğimizi göstermeli, Allah Teala’nın zalimlerin saltanatını yerle bir etmesi ve mustazafları zalimlerin zulmünden kurtarması için dua etmeliyiz. Bu Cuma, müstekbirleri lanetleme ve onların üzerine yürüme gününe dönüştürülmeli. Bu Cuma, Müslümanların ayağa kalktığı coğrafyadaki şehirlerin meydanlarında görkemli bir şekilde ikame edilmeli ve İslam ümmetinin direniş ruhu, azmi, iradesi ve sarsılmaz gücü bütün dünyaya gösterilmelidir. Böylece geleceğin mustazafların eliyle şekilleneceği, akibetin ise muttakilerin olacağı ilan edilmelidir. M. Emin ÇELİK |