Ülkemiz, son zamanlarda emperyalizmin ya da onların kolonilerinin elinde can çekişen Müslüman Arap halklarına bulunmaz Hint kumaşı gibi model olarak sunuluyor. Dışarıda pohpohlanan Türkiye’nin sistemi, Ortadoğu ve Kuzey Afrika kıyamlarında ciddi bir arayışın içinde bulunan Müslüman Araplar için ulaşılması gereken biricik hayat ve mutluluk kaynağı olarak tanıtılıyor. İslamcıların hâkim olduğu, cumhurbaşkanı ve başbakanın eşlerinin örtülü olduğu, başbakanın halkın büyük desteğiyle yeniden seçildiği, meclisin üçte iki çoğunlukla İslamcıların elinde bulunduğu, son yıllarda Ergenekon ve darbe teşebbüsü davaları neticesinde çok sayıda askerin zindanlara doldurulmasıyla Laik zihniyetin pasifize edildiği, anayasanın değiştirilmesi neticesinde en ideal sistem haline geleceği propagandaları Arap ülkelerinin basın organlarında çarşaf çarşaf işlenmektedir. Benzer anlayışlara İslami kesimin basın organlarının bir kısmında da rastlamak mümkün. Müslümanların bütün sorunları halledilmiş, her şey güllük gülistanlık olmuş gibi bir tutum sergilenmektedir. Üstüne üstlük dünyanın dört bir yanında Türkçe’nin başka milletlere öğretilmesiyle dünyanın farklı milletlerinden rengarenk çocukların Türkiye’nin önemli şehirlerinde Türkçe diliyle şarkı söyleyip dans etmeleri, bunların daha fazla övünmelerine ve kabarmalarına yol açmaktadır. Türkçenin dünyanın dört bir yanında konuşulması ümidiyle, başka milletlerin geleceğinin umudu olan çocuklarının Türkçe şarkı ve dansları belki de Türklerin güneş batmayan imparatorluk sevdalarının rüzgarını yüzlerine çarptığı için gurur duymaktadırlar. Oysa bu ülkede Müslümanca yaşamak isteyenler en küçük bir iyileştirme ile karşılaşamadılar. Müslümanca yaşama arzularından dolayı üzerlerindeki sopa hiçbir zaman eksik olmadı. Bugünlerde şehadet yıldönümü dolayısıyla etkinliklerle yad edilen Şeyh Said ve arkadaşlarına yapılan zulüm farklı dozajlarda her zaman varlığını sürdürdü. Şeyh Said’in yaşadığı dönemlere denk gelen Kemalist rejimin yeni yeni şekillendirildiği günlerde Müslümanca yaşamak isteyenlerin üzerindeki baskı ve şiddet bugünkü kadar yoğunlaşmadı. Bugünlerde herkes için bir imtihan olan, vicdanların testi olarak ortada duran İhya-Der için verilen 150 yıllık zindan olayı ülke tarihinde benzerine çok az rastlanan büyük bir zulüm vakıasıdır. Hür ve bağımsız bir İslami kimliğe sahipseniz, zulüm üzerine kurulmuş sistemin karşısında duruyorsanız ve Siyonizm karşıtı bir duruş sergiliyorsanız İslamcı da olsa ülkenin başbakanı, Cumhurbaşkanı ve basını sizden uzak durmak için her yola başvuruyor. İlkokul, ortaokul ve liselerde kız çocuklarınızın örtüyle okumasını istiyorsanız söz konusu İslamcıların gözünde en büyük provokatör damgasıyla mühürleniyorsunuz. 90 yıldır zulüm ve baskı altında ezilen Müslüman Kürdlerin haklarını istiyorsanız ayrılıkçı ve ırkçı damgası yiyorsunuz. Cezaevlerinde hasta olan ateist ya da komünist kimlikli birileri cumhurbaşkanına başvurunca derhal tahliyelerine izin veriliyor. Ancak cezaevindeki bir Müslüman’a ölüm gelip çatmadan Cumhurbaşkanı lütfedip tahliye kâğıdını imzalamıyor. Bütün bedenleri felçli olduğu halde cezaevlerinde sıkıntılar içinde yaşayan Müslümanların istekleri cevapsız bırakılıyor. Bütün bedenleri felçli Müslümanların tahliyelerini imzalaması durumunda belki de bilumum İslam düşmanlarının, cumhurbaşkanının Müslümanlara meylettiğini ve onlara iyi davrandığını dile getirmesinden çekiniyordur. Yüksekova’da Müslümanların işyerleri ateşe veriliyor. Dernekleri defalarca yakılıyor. Ardından herkesin gözü önünde bir Müslüman şehid ediliyor. Ne başbakanın ne de cumhurbaşkanının ağzını bıçak açmıyor. Katilleri kınamaktan, hatta bahsetmekten imtina ediyorlar. Üzerinden aylar geçtiği halde katilleri yakalamak için hiçbir çaba sarf edilmiyor. Hayatını kaybeden Müslüman olduğundan çokları için fazla önem taşımıyor. Öte yandan Bedri Baykam gibi İslam düşmanının bedenindeki bir sıyrık üst makamdaki İslamcılarımızı harekete geçirebiliyor. Ortadereceli okullara örtüleriyle gitmek isteyen genç kızlarımıza provokatör diyen başörtülü ablamız Cumhurbaşkanının eşi İslam düşmanı Baykam’ı hastahanede ziyaret etmekten bahtiyar olduğunu gizlemiyor. Mahkemelerin Engenekoncuların meclise taşınmasıyla ilgili kararlarını eleştiren yüksek makamlardaki yöneticiler, kermes düzenlediği için ya da İslami sohbetlere katıldığı için 150 yıl cezaya çarptırılan Müslümanlara karşı kör ve sağırları oynuyorlar. Kermese katılmaktan başka hiçbir suçu olmayan yaşlı bir kadının 7.5 yıl ceza alması vicdanlarında en küçük bir kıpırdanışa yol açmıyor. Oysa ne yaparlarsa yapsınlar zalimlerin gözüne giremeyecek, onlar tarafından övülmeyecekler. Üzerinde oturdukları koltukların ve makamların geçici olduğunu, yaptıklarının hepsinin birer hesabı olduğunu bilmeleri gerekir. Bugün oturdukları makamlarda daha önce insanlara kan kusturan birçok zalimin oturduğunu, ancak hiçbirinin orada sürekli kalamadığını da hatırlamalıdırlar. Zalimlere hoş görünmek, mazlumların acılarına duyarsız kalıp göz yummak Müslümanlara yakışmaz. Allah Teala ile mazlumlar arasındaki perdenin çok ince olduğu, Allah Teala’nın vadi gereği akıbetin mazlumlara ait olduğu, kazananların da onlar olacağını bilmeleri, yönlerini de buna göre tayin etmeleri arzulanır. Aksi taktirde ne çılgın projeler, ne de dünya milletlerinin Türkçe konuşmaları hiç kimseye en küçük bir fayda sağlayamayacak… M. Emin ÇELİK |