Son iki üç ayda ilginç şeylerle karşılaştık. Ardı arkası kesilmeyen haksızlıklara uğradık. Yargıçlardan önce bizi yargılayan başka yargıçların olduğunu, yargısız infazların boyutunu, basını elinde bulunduran bir kesim tarafından İslami bir topluluğa tahammülsüzlüğün ulaştığı zirveyi, Müslümanların en tabii haklarına karşı çıkışları ve bir kaşık suda kopardıkları kıyametleri ibretle izledik. İslam ve Müslümanlar söz konusu olunca cin çarpmışa döndüklerini, keselerindeki yalan, yanlış, iftira ve küfürleri utanmadan ve yüzleri kızarmadan boşalttıklarını gördük. Müslümanları vahşi ve barbar göstermek için aşağılık yalanlar uydurduklarına tanık olduk. İslam’ı ve Müslümanları düşman olarak niteleyenlerin bu çırpınışları sürerken, fesat ve yandaş medya gruplarının diğerlerine kuyruk olduğunu, onların yalan ve uydurmalarını yüzleri kızarmadan ve araştırma gereği duymadan çarşaf çarşaf yayınladıklarına şahit olduk. Kemalist, Marksist ve liberal geçinen medyanın yalan, iftira ve kışkırtmaları karşısında iktidar partisi ileri gelenlerinin gaza gelişlerine, İslami bir topluluğu yargısız infaza tabi tutmak için kocaman laflar edişlerine tanık olduk. Özellikle İçişlerinin Müslümanlara karşı hırçın ve sert tutumundan kaynaklanan operasyonların şiddetini, polisin gece yarılarında küçücük yavruların kafalarına soğuk namluları dayayarak uyandırmalarını ibretle izledik. Öyle bir hava estirildi, öyle bir atmosfer oluşturuldu ki, İslami bir kitlenin, İslami bir cemaatin taraftarları adeta infilak etmeye hazır birer bomba gibi gösterildiler. Bugüne kadar Müslümanlardan intikam alırcasına üzerlerine giden, İslami topluluk söz konusu olunca dağarcığında adalet diye bir kavram bulunmayan yargı için gün doğmuştu. Ortada hiçbir sebep yokken iki üç gün önce tahliye edilen Müslümanlar için tutuklama kararı çıkartıldı. Bütün bunlar hiçbir kanuni gerekçe yokken ve ortada hiçbir suç unsuru bulunmazken yapılıyordu. Mahkûm edilenler İslami bir topluluğun mensubu olduğundan kimse itiraz etmiyordu. Aksine aktörlerin çoğu memnuniyetlerini dile getiriyor ve Müslümanların üzerine daha şiddetlice gidilmesini istiyordu. Diyarbakır zindanından tahliye olanlara ulaşılmayınca, acısını İstanbul’daki ve diğer bölgelerdeki Müslümanlardan çıkarma amacıyla operasyonlar başlatıldı. Sivil toplum kuruluşlarında görev yapan Müslümanların evleri basıldı ve çok sayıdaki Müslüman gözaltına alınıp zindanlara dolduruldu. Bütün bu yaşananların yabancısı değiliz. Halk olarak doksan yıldır benzeri zulümlerle karşılaştık. Bu coğrafyada zulme karşı çıktığı için katledilen bir neslin torunlarıyız. Ülkedeki rejim, rejim taraftarları ve rejimi kutsal sayanların kimlikleri ne olursa olsun, Müslüman bir halkın yaşadığı bu coğrafyada bütün bu yapılanlar Müslüman bir kitleye, bir düşünceye, bir yaklaşıma ve İslami hedeflere düşmanlıktan kaynaklanmaktaydı. Zulümlerine, sömürülerine, har vurup harman savurmalarına, bu coğrafyanın sahibi halkı inkâr etmelerine namuslu karşı çıkışın sadece İslam’la olacağını ve haksızlıklarının hesabının sorulacağını bildiklerinden İslami bir topluluğa tahammül edemiyorlardı. Müslümanlara gösterdikleri bunca tepki ve tahammülsüzlüklere karşın Müslümanlar ne yapmalı? Zalimlerin haksızlıkları ve zulmü Müslümanlar tarafından alkışlanmayacağına ve göz yumulmayacağına göre nasıl bir tutum sergilenmeli? Müslümanların sahip olacakları tek geçerli silah güçlü olmaları! İmkânlarının ulaştığı her alanda güçlü olmak zorundadırlar. Güçlü olmazlarsa son aylarda karşılaştıkları uygulamalarla her zaman karşılaşacaklar. Varlıklarına hiçbir şekilde tahammül edilmeyecek. Bugün olduğu gibi her alanda ezmek ve yok etmek için çabalayacaklar. Öyleyse güçlü olmak için neler yapılmalı? İslami bir topluluk olarak bütün çabamız Müslüman’ca bir hayat yaşamak! Bunun için çırpınıyoruz. İçinde yaşadığımız ve bir parçası olduğumuz halkımız Müslüman bir halk. Dolayısıyla halkımız ile temelde bir bütünlüğümüz var. Yıllardır üzerinde oyunlar oynanan, uyutulmaya çalışılan, İslami bilinçten yoksun hale getirilmek için çabalanan halkımız İslami bilinç kazandığı ve fıtratıyla buluştuğu zaman sorunlar kolayca çözülecek. Bu iş için büyük fedakârlıklara ve yorulma bilmez cehd ve gayrete ihtiyaç var. Bunun için siyasi ve politik yaklaşım ve söylemlere gerek yok. Şiddet ve zora da gerek yok. Sıcak bir ilişkiye, güzel bir karşılamaya, hikmetli bir tutum ve davranışa ve tatlı bir dile ihtiyaç var. Zaten bu bizim biricik mesleğimiz. Ezilmiş, acı günlerle yüzleşmiş halkımıza sıcak bir selam ve güler yüzlü bir yaklaşım, sorun ve problemlerine dostane bir yardım eli, arada güçlü bağların oluşmasına sebep olacak. Samimi ve ihlâslı dostluklara yol açacak. Komşularımızda ya da çevremizdeki ailelerde bulunan cahili tutum ve davranışlar hiçbir şekilde bize engel olmamalı. Zaten bizim vazifemiz İslami bilinç kazandırıp İslam’la diriltmek, cahili tutum ve davranışlardan uzak tutmaya çalışmak! Esasında komşularımızın ya da çevredekilerin hayatında cehaletin izleri varsa bunu bizim zaafımızdan, İslam düşmanlarının ise yoğun gayretinden kaynaklanmış bir gelişme olarak görmeliyiz. Hz. Peygamber (sav)’in İslam’a davet mirasını yüklenmiş birer davetçi olarak, Peygamberimizin (sav) on üç yıl boyunca gecesini gündüzüne katarak yaptığı davet vazifesini hakkıyla yerine getirmek zorundayız. Bu bizim boynumuzun borcu! Allah Resulü (sav)’in on üç yıl boyunca İslam’a kazandırdıkları, şirkin kalplerinde yuva yaptığı çok sert ve zor bir toplumun insanlarıydı. Oysa bizim muhatabız olan halkımız, Allah’ı ve Allah Resulü (sav)’i çokça sevmekte, Allah’ın ayetleri ve Allah Resulünün hadisleri okunduğu zaman can kulağıyla dinlemektedir. Halkımızı ikna etme ve İslami bilinç kazandırma hiç de zor değil. Resulullah (sav)’in miras gömleğini sırtımıza geçirdiğimiz ve İslam tarafından görevlendirilmiş bir davetçi olarak harekete geçtiğimiz zaman Allah Teala’nın büyük yardımlarıyla karşılaşacağız. Allah Teala’nın şirin ayetleri insanların kalplerini celp edecek, kalplerdeki kir ve pasları bir bir söküp atacak. Bu da insanımızın fıtratına dönmesine ve özünü keşfetmesine yol açacak. M. Emin ÇELİK |