1980’lerin boğucu günleri ciddi ciddi yormaya başlamıştı. Şiddetli dalgalar arasında yolunu kaybetmiş bir gemi gibi sığınacak liman arıyordum. Boş ve anlamsız tartışmalar herkesi içine çeken boğucu dalgalara dönüşmüştü. Bazıları Afgan cihadına tutunup bir adım ileri gitmeye ve gündemlerini Afganistan ile doldurmaya çalışırken, büyük bir kısmı kısır döngü içinde bir o yana bir bu yana gidip geliyordu. Türkiye’de Cuma namazının kılınıp kılınmayacağı, imamların arkasında namazın olup olmayacağı, camilerin mescid-i dırar olup olmadığı, tespihin hurafe olup olmadığıyla ilgili boş tartışmalar iyiden iyiye Müslümanların enerjilerini tüketiyordu. Özellikle üniversite çevrelerinde bıyığı yeni terlemiş heyecanlı gençlerin bu tür tartışmalara kafa üstü atlamaları işi farklı boyutlara taşıyordu. Müslümanca yaşamak isteyen insanlar bu boğuk ortamdan büyük rahatsızlıklar duyuyordu. Ancak, her tarafta aynı kısır döngü olduğu için bunlardan kurtuluş imkanı da görünmüyordu. Bir arayış içerisindeydim. Ülkenin birçok yerinde meşhur şahsiyetler, kitapevleri ve dergi çevrelerine uğradığım halde aradığımı bulamamıştım. Herkes ortama kendisini kaptırmış, ortamın havasına göre şekillenmeye çalışıyordu. Ortamı kendilerine uydurma gibi ciddi bir çaba görünmüyordu. Son ümidim Diyarbakır’dı. Aradığım limanı burada bulur ümidiyle Diyarbakır’a yöneldim. Bütün bir ihtişamıyla tarihi içinde barındıran koca şehri, Ulu Camiyi ve kitapçıları dolaştım. İslami şahsiyetlerle tanıştım. Diyarbakır’daki Müslümanlar biraz daha samimi ve içtendiler. Ancak aradığımı bulamamıştım. Son durağın da boş çıktığı düşüncesi yavaş yavaş zihnimi kurcalarken, bir arkadaşım tarafından daha önce ismini duyduğum bir Müslüman’ın yanına götürüldüm. Tanıştım. Sohbet ettim. Sözlerine kulak verdim. Tutuşmuş yüreğimin şulelerine adeta zemzem suyu döküyordu. Gözlerinde büyük bir kararlılık, sözlerinde büyük bir ciddiyet vardı. İslam’ın bizim her şeyimiz olduğunu, her şeyimizden daha üstün tutmamız gerektiğini, en verimli zamanlarımızı İslam için harcamamız gerektiğini söylüyor, Müslümanların boş ve anlamsız gündemlerle zaman kaybetmemeleri gerektiğini dile getiriyordu. İslam düşmanlarının bazı fıkhi konuları ortaya atıp Müslümanları esas meselelerinden uzaklaştırdıklarını ve böylece zulümlerine devam ettiklerini anlatıyordu. Örgütlendiğimiz, İslami hakiki manada yaşadığımız ve Müslümanlara yakışır şekilde mücadele ettiğimiz zaman İslam düşmanlarının suyun üzerindeki köpük gibi dağılıp gideceğini dile getiriyordu. Ve aradığım bütün soruların cevabını ben sormadan bir bir anlatıyordu. İşte bu kararlı duruşa, bu izzetli ve onurlu haykırışa vurulmuştum. Aradığım hazinenin burada olduğunu, sırtımı dayamam gereken limanın burası olduğunu anlamıştım. Üzerimdeki sıkıntılar bir çırpıda darmadağın olmuş, anamdan yeni doğar gibi hafiflemiştim. Müslümanların içinde böyle büyük şahsiyetleri yarattığı için Allah’a şükretmiştim. İşte bu büyük şahsiyeti, İslam davasının numune öncüsünü ve Müslümanların Aziz Rehberini şehadetinin 11. yılında rahmetle anıyorum… M. Emin ÇELİK |