İnsanlar belli hedeflerin ardına düşerek yaşarlar. İnsan hayatı sadece hedefleriyle anlam kazanır. Hedefsiz insanlar hayatlarından bir şey anlamayan, boş bir alanda mantıksızca koşturan çocuklara benzerler. Çoğu zaman nereye gideceklerinden ve ne yapacaklarından haberleri bile olmaz. Bir rüzgâr gibi hayatın önüne kapılıp bir o yana bir bu yana savrulur dururlar. Kimi siyasette bir koltuk kapmayı hedef edinirken, kimi iyi bir sanatçı olmayı, kimi meşhurlar arasına girmeyi, kimi zengin olmayı ve kimi insanların gıpta ile baktığı bir kahraman olmayı hedefler. Bazıları hedeflerine ulaşmak için ahlaki ve etik hiçbir değer tanımadan yakıp yıkmayı tercih ederler. Zorluklar dünyasında ilerleyen ve birçok sıkıntıya tahammül etme gayretindeki bizlerin de hedefleri var. Üstelik ferdiliği aşan devasa hedeflerdir bunlar. Ağır bedeller isteyip ağır şartlara katlanmayı gerektirirler. İki çizgi üzere hareket eden hayatın bir tarafından tutunarak yürüyüşümüzü sürdürürüz. Zulmün, baskının ve sömürünün olmadığı, insanların Allah’ın dışında hiç kimseye kulluk yapmadığı, özgürce ve inandıkları gibi yaşadıkları bir dünya kurmayı hedefleriz. Etrafta zulme meyilli güçlerin yoğunluğu, imkânsızı hedef edindiğimiz şeklinde nitelendirilebilir. Ancak Adem (as)’dan başlayıp Nuh (as), İbrahim (as), Musa (as), İsa (as) ve efendimiz Hz. Muhammed (as)’le devam eden bu yürüyüş yeryüzünde hayat var oldukça varlığını devam ettirecek. Harekette öncülerimiz olan peygamberlerle aynı felsefeyi ve aynı bakış açısını paylaşarak, onlardan binlerce yıl sonra da olsa, onların çizgisinde hareket edip onların hedeflerini hedefleyerek yürüyüşümüzü sürdürürüz. Her gün yeni sıkıntılarla karşılaşırız. Bir sıkıntıyı aştıktan sonra yeni bir sıkıntıyla yüz yüze geliriz. Bazen bela ve musibetler çığ gibi büyüyüp önüne aldığını yutarak ilerler. Ancak, sıkıntı ve zorluklar bıktırmaya, yormaya ve geri adım attırmaya güç yetiremez. Çizgilerini takip ettiğimiz önderlerimiz de büyük sıkıntılar yaşamışlardı. Hz. Nuh’un, Hz. İbrahim’in, Efendimiz Resul-i Ekrem’in ve birçoklarının büyük sıkıntılarla karşılaştıklarını biliyoruz. Zor aşamalardan geçen Allah Teala’nın seçkin kulları peygamberler, bunların sünnetullah ve mücadelenin olmazlarından olduğunu ileri sürerek dayanmanın, tahammülün ve sabrın mükemmel örneğini sergilediler. Büyük hedeflere yürüyüş zaman ve şartlara göre farklı merhaleler içerir. Ancak merhaleler değişime uğrasa da hedefler değişmez. Küfrün, zulmün ve sömürünün olmadığı, insanların barış içinde yaşadığı özgür bir dünya hedefi varlığını sürekli korur.
Bu büyük kervanın insanları, yürüyüşün bütün merhalelerinde yorulma nedir bilmez bir ruhla hareket eder ve bir adım daha ileri atmak için çabalarlar. Allah için atılan her adımın ibadet olduğu bilinci yürüyüşlerinde kamçı görevi görüp gelecek adımları daha bir kararlılıkla atmalarına öncülük eder. Peygamberlerin ve tevhid öncülerinin izleyicileri olan bu kervanın bireyleri hayatlarını cahili geleneklerden ve davranışlardan tamamıyla arındırırlar. Tembellik, boş işlerle uğraşma ve enerjilerini birkaç günlük dünya uğruna harcama gibi çabalardan uzak dururlar. Nihai hedefleri Allah Teala’nın rızasını kazanma olduğundan, hesaplarını bu dünyaya yönlendirmezler. Bu büyük yürüyüşte vazifelerini hakkıyla icra ederek, kervandan geri kalmayarak ve hatta kervanı daha da ilerilere taşımak için büyük fedakârlıklarda bulunarak özveriyle çalışırlar. Yürüyüş istikamet üzere devam ettikçe, atılan adımlardaki ihlâs ve samimiyet varlığını sürdürdükçe belalar ve musibetlerin yağmur gibi yağması garipsenmez. Her merhalede ve her aşamada hakkıyla çabalamamın gerekliliğine inanılır. Örneğin Hz. Peygamber (sav) Mekke’de tebliğini defalarca halka sunmadan, herkesi Tevhid dininden haberdar etmeden ve sorumluluğunu bütünüyle icra etmeden Medine’ye hicret etmedi. Nuh (as) gece, gündüz, yaz, kış, sıcakta, soğukta, onlarca ve hatta yüzlerce yıl insanları Tevhid dinine davet etti. İnsanların beyinlerini patlatırcasına hakkı anlattı. Yaşadığı toplumda tebliğini duymayan kimseler kalmamıştı. Tevhid önderleri peygamberlerin yaptığı gibi, şahsi menfaatlerimizi ve bizi oyalayan şeyleri bir tarafa bırakıp, bizim için farzı ayın konumundaki görevimize yeni bir ruhla sarılmalıyız. Vazifenin en güzeli insanlara anlatacak dil ve ameli ifade edecek beden diline sahipken yapılandır. Gençlik elden gidince, dil ve beden vazifelerini icra etmekten yoksun hale gelince çalışmanın bir faydası olmayacağı gibi semeresi de kalmayacak. Öyleyse bize cennet yolunu açacak ve sıkıntılarımıza son verecek olan İslami faaliyetlere ciddi ve aktifçe sarılalım. Gaflet rüzgârları arasında savrulan insanlarımıza el uzatıp hakka ve tevhide yönlendirelim. Menfaatlerimizi ve zevklerimizi tatil edip zamanımızı ve enerjimizi Allah’ın dininin menfaatine yoğunlaştıralım. M.EMİN ÇELİK
|