Allah’ın Adıyla!
ALLAH’IN GÜZEL İSİMLERİ
EL CEBBAR
Bu ism-i şerif; Kırılanları onaran, eksikleri tamamlayan, dilediğini zorla yaptırmaya gücü yeten anlamlarına gelmektedir.
El Cebbar; Cebr kökünden gelmektedir ve iki anlamda kullanılmıştır. Birincisi; kırık kemiği yerine getirip sarma anlamındadır ki; bu anlamda Cebbar, hayatta kırılanları onaran, eksikleri tamamlayan ve yoluna koyan, insanların eksikliklerini tamamlayan, ihtiyaçlarını karşılayan ve bütün bunları yapma konusunda çok güçlü olan demektir. İkincisi; icbar etme yani zorla yaptırmak manasına gelmektedir ki bu anlamda Cebbar, zorlu olan, zora başvuran demektir. Bu manaya göre Allah (cc) kainatın her noktasında ve her şey üzerinde muktedirdir, dilediğini dilediği her şeye yaptırır. O bir şeye emrederse, o şey ister istemez emre uyar ve emredileni yapar. Hüküm ve iradesine karşı gelinemez.
“Bir şeyi dilediği zaman, O'nun buyruğu sadece, o şeye «Ol» demektir, o da hemen olur.” (Yasin 82)
Varlık aleminde süren şu hayata bakıldığında her hadisenin, hayatın devamı için cereyan eden sebepler zincirindeki bir halka olduğu apaçık görülmektedir. Her varlığın hayat sürmesi ve neslini devam ettirebilmesi için ne lazımsa, bakıyorsunuz o şey istenilen şekilde, istenilen miktarda ve istenilen özellikte bulunmaktadır. Mesela; dünyanın eğik olması mevsimlerin oluşmasına, mevsimlerin oluşması bitkiler ve dolayısıyla bütün gıdaların yetişmesine, dünyanın dönmesi gece ve gündüzün meydana gelmesine sebep olmaktadır. Bunun gibi, gerek insan ve gerekse hayvanlarda farklı cinslerin birbirlerine ilgilerinin olması neslin çoğalmasına, analık ve babalık duygularının yoğunluğu neslin korunmasına ve böylece türlerin çoğalmasına sebebiyet vermektedir. Bu, canlı ve cansız bütün mahlukatta görülmektedir. Bütün bunları eksiksiz, yanlışsız, zamanında ve yerli yerinde vücuda getirmek ne cansız eşyanın tabiatına uyar ve ne de insan ve hayvanın güç, imkan ve kabiliyetinin dahilindedir. Buna ancak Alemlerin Rabbi olan Allah (cc) güç yetirebilir. İşte bu şekliyle hayatta cereyan eden bütün hadiseler gösteriyor ki, canlı ve cansız her şeye Allah (cc) hükmünü geçiriyor ve her şey de ister istemez O’na boyun eğmek zorunda kalıyor. "Oysa göklerde ve yerde olanların hepsi, ister istemez, O'na teslim olmuştur ve O'na döndürülüp götürüleceklerdir." (Al-i İmran 83)
Allah’ın (cc) Cebbar olmasından ve her şeyi kendi hükmü altına almasından, Cebriyye’nin dediği gibi “Allah kullara hiç irade vermemiştir, her emrini cebr ile yürütür, insanlarda ihtiyari fiiller yoktur” şeklinde anlamamak gerekir. Allah (cc) (haşa) zalim değildir.
Bir yandan kullarına irade vermeyecek, öte yandan onlara cebr ile yaptırdığı bir takım fiillerinden onları cezalandıracak diye bir şey olamaz.
Allah (cc) bu dünyada insanları bir hayat sınavından geçirdiği için onlara bir irade de vermiştir. Bu şekilde onlardan, kendi iradeleriyle sudur edecek amellere bakar ve onları bu amelleri çerçevesinde ahirette hesaba çeker. Dolayısıyla irade çerçevesinde olan şeyler vardır, irade çerçevesinde olmayan şeyler vardır. İrade çerçevesinde olan ve insanın kendisiyle imtihandan geçirildiği hususiyetler, insanın sorumlu tutulduğu şeylerdir ki, burada cebr düşünülemez. Mesela; Allah (cc) hırsızlık, zina, içki içme, haksız yere adam öldürme vs gibi bir çok konuyu insana haram kılmış olmasına rağmen, bu konularda neler yapıp edeceklerini ortaya koymaları için onlara irade ve ihtiyar verdiği için onları bu haramları yapmaya zorlamaz, yada bu haramları işlediklerinde cebir kullanarak onları engellemez. Bu konuda hükmünü vermiştir, bu dünyada yapılanlardan dolayı ahirette hesap soracaktır. Aynı şekilde bütün insanlara namaz kılmalarını, oruç tutmalarını, zekat vermelerini vs emretmiş olmasına rağmen kimseye bunları zorla yaptırmaz, bu konuda kimseyi icbar etmez.
Öte yandan irade çerçevesinde tutulmayan ve insanın kendisiyle imtihandan geçirilmediği hususiyetler, insanın sorumlu tutulmadığı şeylerdir ki, burada cebr düşünülebilir.
Mesela; insanın biyolojik ve fiziki yapısı, insanın nerede, ne zaman ve hangi ailede doğacağı, hangi ırktan olacağı, bunun gibi suyun, toprağın, ağacın vs sahip oldukları özellikler gibi hususiyetlerde Allah (cc) istediğini yapar ve yaratır. Bu konuda hükmünü her şeye geçirir ve her şeyi kendi hükmüne boyun eğdirir. Hiç kimsenin ve hiçbir şeyin O’nun hükmüne boyun eğmeme gibi bir ihtimali de yoktur. İnsanın renginin nasıl olacağı, boyu, ses tonu, cesaret, korkaklık, zeka, akıl vs gibi gerek maddi ve gerekse manevi özelliklerinin nasıl olacağı konusunda hangi insanın bir katkısı ve belirleyicilik özelliği vardır ?
Bütün bunlar karşısında insanın hakikatlerden uzaklaşması, Alemlerin Rabbi olan Allah’a (cc) hakkıyla kulluk etmekten kaçınması akıl-ı selim ile bağdaşmamaktadır.
EL-MÜTEKEBBİR
Bu ismi şerif; her şeyde azamet ve büyüklüğünü gösteren anlamında olup, Allah’ın (cc) her konuda benzersiz bir büyüklük ve azamet sahibi olduğunu ifade etmektedir.
Allah’ın (cc) büyüklük ve azametinde bir eksiklik, yetersizlik veya kusur yoktur. O (cc); büyüklük, yücelik ve azametin her çeşidini kendi zatında toplamıştır. Varlık aleminde yarattığı şeylerde kendi büyüklük ve azametini gösterir. Çünkü böyle bir büyüklük ve azamet sadece kendisine hastır. Bu yüzden bu isim, Allah’ın (cc) zat, sıfat ve fiillerine denk düşmekle beraber, O’nun hakkıdır.
Tekebbür; bir mahluk olarak insanın sıfatlarına ise denk düşmemektedir. Çünkü insan, her yönüyle muhtaçtır, mutlak büyüklük ve azametten yoksundur. Bu nedenle insan için büyüklenmek, onun gerçek haline tezat oluştur ve hakkı da değildir.
Dolayısıyla El-Mütekebbir ismi şerifi, Allah’tan (cc) başkası için kullanılmaz. Çünkü kendi zatından başka her şey mahluktur. Bütün mahluklar ise zayıftır, eksiktir ve muhtaçtır. Hiçbir mahluk, hayatını sadece kendi çaba ve imkanlarıyla sürdüremez. Varlığını sürdürmesi, ancak Allah’ın (cc) dilemesiyle mümkündür. Bu nedenle kibirlenmek ve büyüklük taslamak yaratıkların hak ettikleri bir sıfat değildir. İslam bunu hoş görmemiş ve yasaklamıştır.
Allah’ın (cc) kendi büyüklük ve azametini göstermesi; kendisini kullarına tanıtması, onları kendi zat, sıfat ve fiilleri konusundaki yücelik ve kudsiyetini göstermesi, kullarını bilgilendirmesi, böylelikle kulların kulluk ve ibadet bilincine varmaları açısından önem arz etmektedir.
Çünkü bu ismi şerif ile Mü’min kul; bütün büyüklük ve azametin sadece Allah’a (cc) has olduğunu, Allah’ın (cc) zat, sıfat ve fiillerinde eşsiz ve benzersiz bir yücelik ve azamet sahibi olduğunu, buna mukabil kendisinin aciz ve muhtaç olduğunu, dolayısıyla büyüklenmenin hiçbir haklı gerekçesinin olmadığını, kulluğun bir gereği veya hakkı olmadığını öğrenir.
Allah (cc); kendi büyüklük ve azametini kullarına gösterir ve bildirir ki, kulları O’nu tanısınlar ve bilsinler. Kendi acizliklerini ve O’na muhtaç halde bulunduklarını görsünler. Büyüklüğü O’ndan başkasına has kılmasınlar, kendileri de hadlerini aşarak büyüklenmesinler ve kulluğu yalnız O’na yapsınlar.
Bu konuda Kur’an’ı Kerim’de pek çok örnek mevcuttur. Mesela; Peygamberlere verilen mucizeler ve bazı kavimlerin helak edilmesi gibi. Ayrıca Nuh’un (as) ve beraberindekilerin yaşadığı tufan, Musa’nın (as) Allah’ı (cc) görmek istemesine karşı dağın paramparça oluşu, İbrahim’in, (as) Allah’ın (cc) ölüleri nasıl dirilttiğini merak etmesine karşı, kuşların parçalara ayrılmasından sonra bir araya gelip canlanması, İsrail oğullarının Firavundan kaçarken denize yaklaştıklarında denizin yarılıp onlara yol vermesi, ardından ise Firavun ve askerlerinin aynı denizde boğulması örnekleri gibi.
Dolayısıyla insan Allah’ı (cc) hakkıyla ilah ve Rab bilmeli, büyüklüğünü kabul edip kendi acizliğini görmeli, kulluğunun şuurunda olmalı, dolayısıyla her türlü kibirden ve büyüklenmekten kaçınmalıdır. Kendisinin gerçek sahibine teslim olmalıdır.
Allah’a emanet olun.
M. ALİYÊ XERZÎ