Allah’ın
adıyla!
ALLAH’IN GÜZEL İSİMLERİ
EL–VÂRİS
Bu ismi şerif; mülkün daimi ve servetlerin hakiki sahibi demektir.
Buna göre Allah (cc); mülkün gerçek sahibi olduğu gibi, servetlerin de gerçek
sahibidir ve gerçek varisidir.
Kainat
ve içindeki her şeyi Allah (cc) yaratmıştır ve tümünün sahibidir. Dünya ve
içindeki hazinelerin tümünün gerçek sahibi O’dur. Şu anda yeryüzündeki her şeyi,
insanlar kendi aralarında paylaşmış kendilerince tasarrufta bulunmaktadırlar.
Altınlar, gümüşler, değerli diğer madenler, verimli araziler, hayvanlar, bağlar,
bahçeler vs bütün bunlara zahiren insanlar sahip olarak görünmekte ve
istedikleri gibi harcamaktadırlar.
Ancak bu, hem her bir insan için ve hem de topyekun olarak insanoğlu için geçici
bir durumdur. Her bir insan, belli bir süre kaldıktan sonra ölmekte, hayatta
iken sahip olduğu tüm mal ve mülkü dünyada bırakıp sade bir kefenle toprağın
altına gömülmektedir. Aynı şekilde bütün insanlar ölümü tatmaktadır. Neticede
ise bütün insanlık topyekun yok olacaktır. Baki kalan ise sadece ve sadece
alemlerin Rabbi olan Allah (cc) olacaktır.
“Yeryüzüne ve onun üzerindekilerine ancak biz varis oluruz (her şey gider,
biz kalırız) ve onlar ancak bize döndürülürler. “ (Meryem 40)
O halde gerçek varis Allah’tır. Mülkün hakiki ve daimi sahibi olduğu gibi,
gerçek varisidir de. Her şey, eninde sonunda O’na dönecektir.
“Dirilten de öldüren de yalnız biziz ve her şeye biz varis oluruz. “ (Hicr
23)
ER–REŞÎD
Bu ismi şerif; her işi yerli yerinde, tedbirine uygun, bir nizam ve hikmet üzere
neticelendiren demektir.
Buna göre Allah (cc); bütün işlerini bir hikmete binaen, tedbirine uygun ve
yerli yerinde yaparak neticeye ulaştırır.
Reşîd ismi, aynı zamanda doğruya sevk eden, selamet ve kurtuluş yolunu gösteren
anlamına da gelmektedir. Bu açıdan bakıldığında, Hâdi ile eş anlamlıdır.
Er–Reşîd, kemalatı ifade eder. Her yönüyle tas tamam, eksiksiz, kamil, hiçbir
işinde kendinden başkasına ihtiyaç duymayan ve dolayısıyla her işini yerli
yerinde ve uygun bir şekilde yapan anlamında olup, Allah’ın (cc) zatında ve
sıfatlarında kemal sahibi olduğunu ve bu kemalat ile bütün işlerini yerli
yerinde yaptığını, her varlığı var ediş gayesine uygun bir şekilde hedefine
ulaştırdığını, hiçbir işinde eksiklik ve yetersizlik duymadığını ve her işin
hakkından geldiğini ifade etmektedir.
İnsanoğlu, bir bebek olarak dünyaya gelir ve o vakit başta akıl olmak üzere
diğer melekeleri henüz yok denecek derecededir. O büyüdükçe, sahip olduğu
melekeler de gelişir ve gençlik döneminde öyle bir noktaya gelir ki, hem ruhsal
ve hem de bedensel olarak yeni bir döneme girer. İşte bu döneme rüşd çağı
denmektedir. Bundan kasıt, o insanın artık hem ruhen ve hem de bedenen, normal
bir insanın sahip olması gereken olgunluğa adım attığı, o döneme giriş
yaptığıdır. Bu döneme girmeden eksik ve yetersiz olduğu için mükellef
sayılmamaktadır.
İşte bu açıdan düşünülecek olursa, Allah (cc); her yönüyle eksiksiz ve kusursuz
olduğu, dolayısıyla zatında ve sıfatlarında bir değişme ve gelişme söz konusu
olmadığı için O kamildir. Bundan dolayı, bütün işleri yerli yerinde ve tedbirine
uygundur. O, her şeyi bilen ve her şeye gücü yetendir.
ES–SABÛR
Bu ismi şerif; çok sabırlı olan, ceza vermekte acele etmeyen, hiçbir işinde
acele etmeyip her işi muayyen bir vakte ve ölçüye bağlayıp zamanı geldiğinde
yapan anlamlarına gelmektedir.
Buna göre Allah (cc); şanına yakışır bir şekilde sabırlıdır, yapabildiği halde
kendisine isyan eden kullarına ceza vermekte acele etmez ve onlara mühlet verir,
yapacağı işlerde acele etmeyip onlara vakit tayin eder ve zamanı geldiğinde
yapar.
İnsanlar açısından düşünüldüğünde sabır; tahammül gerektiren, katlanması zor
olan ve nefse ağır gelen bir haldir. Çünkü sıkıntı, zorluk, bela, musibet, zulüm
ve baskı gibi eziyet veren şeylere karşı dayanmayı icap eder. Bununla birlikte;
fakirliğin ağır şartlarına, zenginliğin fitneye sevk eden yüzüne, nefsin
dürtülerine karşı hak üzere sebat etmeyi gerektirir. Bundan dolayı her insan,
her şeye sabredemez. Ancak sağlam bir inanç ve güçlü bir irade sahibi olanlar
sabırlı olabilirler. Bunun içindir ki Kur’an’ı Kerim’de; iman, salih amel ve
hakkı tavsiye etmenin yanında, sabır gösterenlerin kurtuluşa erebileceği
belirtilmiştir.
Sabrın insan açısından ağır ve buna bağlı olarak önemli olmasının asıl sebebi;
insanın hem maddi ve hem de manevi açıdan zayıf olması, yetersiz ve eksik
olması, karşılaştığı her şeyin üstesinden gelememesindendir. Mesela; zulüm
altındadır, bunu kaldırmaya çalıştığı halde gücü yetmiyor, o zaman ya vaz
geçecek veya çektiği sıkıntılara tahammül gösterip mücadelesine devam edecek ki,
buradaki sabır, kaldırmaya güç yetiremediği zulme karşı gösterdiği tahammül ve
dirençtir.
Allah’ın (cc) Sabûr olması ise, bu şekilde değildir. O’na nispetle sabır; hiçbir
acizlik, yetersizlik ve eksiklik ile alakalı değildir. Her şeyi yarattığı, idare
ettiği ve her şey gücü yettiği halde sabırlıdır. Hiçbir işinde acele etmez, ama
aynı zamanda ihmal anlamında tehir de etmez. Zamanında yapar. Her işini hikmetle
yapar, yerinde, zamanında, tedbirine ve amacına uygun bir şekilde yapar.
Kullarına karşı son derece şefkatli ve merhametli olduğu için, onların
yaptıkları azgınlık ve taşkınlıklara karşı ceza vermede acele etmez, pişmanlık
duyup tevbe etmelerine fırsat tanır ve mühlet verir. Ancak neticede bütün
insanları kıyamet gününde huzurunda toplayacak ve onlardan, dünyada
yaptıklarının hesabını soracaktır, hiç kimse de O’nun kudret elinden
kurtulamayacaktır. Çünkü O’nun her şeye gücü yetmekte ve her şeye
hükmetmektedir.
“Eğer Allah, insanları zulümleri yüzünden hemen cezalandıracak olsaydı, orada
hiçbir canlı bırakmazdı. Fakat onları takdir edilen bir müddete kadar erteliyor.
Ecelleri geldiği zaman ise onlar ne bir saat geri kalabilirler ne de öne
geçebilirler. “ (Nahl 61)
Allah’a emanet olun.
M. ALİYÊ XERZÎ
|