Bir Ayet:
Allah ve Resûlü bir ise hüküm verdigi zaman, inanmis bir erkek ve kadina o isi kendi isteklerine göre seçme hakki yoktur. Her kim Allah ve Resûlüne karsi gelirse, apaçik bir sapikliga düsmüs olur. Ahzap/36
Bir Hadis: Bir insanın gerçek zenginliği, onun bu dünyada yaptığı iyiliklerdir.
HİZBULLAH İLE İLGİLİ İDDİALAR, MAKSATLI VE ÇELİŞKİLERLE DOLUDUR
Hizbullah’ın PKK’ya karşı devlet tarafından kurulduğu ve kullanıldığı iddiasının çelişkilerle dolu olduğu, bunun mümkün olamayacağı tarafsız ve objektif bir bakışa sahip herkes tarafından rahatlıkla görülebilir. Ancak ne yazık ki, bu iddia o kadar çok işlendi ve öyle uyduruk kaynaklara dayandırıldı ki artık medya ve basında konuşan ve yazan herkes Hizbullah söz konusu olunca hiç araştırmadan bu safsataya sarılıyorlar.
Öncelikle bu iddianın kimler tarafından, niçin ve ne şekilde ortaya atıldığını ve işlendiğini ortaya çıkarmak gerekir.
Birincisi: En başta bu iddiayı PKK gündeme getirdi ve bilinçli olarak her ortam ve zeminde işlemeye başladı. Bunun sebebi de şuydu: PKK özellikle bölgede kendisi dışında hiçbir gücün varlığını kabullenmediği ve tahammül etmediği için ve Hizbullah da bölgede giderek güçlendiğinden bu iddia ve ithamda bulunarak Hizbullah’ı karalamaya ve çamur atmaya başladı. Bu iddia ve ithamını elindeki medya gücünü ve legal alanda kontrolüne aldığı STK ları da kullanarak sürekli işledi. Bunu aynı zamanda Hizbullah’a yönelik yapacağı saldırı ve imha faaliyetlerine de zemin hazırlamak ve gerekçe göstermek babından yapıyordu.
İkincisi: Rejimin güvenlik ve istihbarat birimleri kendilerine bağlı karanlık çeteler, ajan ve muhbirleri vasıtasıyla bu iddiayı ve ithamları el altından yaymaya çalıştı. Hizbullah bölgede güçlendiğinde ve PKK karşısında başarılı olduktan sonra MİT, Polis ve JİTEM, Hizbullah’ın bu gücünden korkarak halkın teveccühünü kırmak ve Hizbullah’ın güvenilirliğini zedelemek için en etkili olacağını düşündükleri bu yola başvurdular. Özellikle Hizbullah’ın tabanına sızdırdıkları ajan ve muhbirleri vasıtasıyla bu propagandayı yaptılar. Bu kişiler toplum içerisinde Hizbullah mensubu veya dindar göründüğünden dolayı bunların yaptıkları bu propagandalar inandırıcı geliyordu. Hatta bölgede Hizbullah adına bu ajan ve muhbirlerinden oluşturdukları ekipler vasıtasıyla para toplama, haraç isteme, adam kaçırma, tehdit ve şantajlarda bulunma, zorla halkın malına el koyma, halkın namusuna el uzatma gibi eylemlerde bulundular. Bunu halkın arasında hem mütedeyyin hem de Hizbullah mensubu ya da sempatizanı olarak tanınan ancak gerçekte MİT, JİTEM ve Polisle çalışan ajan ve muhbirler vasıtasıyla yapıyorlardı. Hizbullah’ın bir mücadelesinin de bunlarla olduğu malum. Tespit ettiklerini sorgulamış ve gerekli cezayı vermiştir. 2000 sonrası malum medyanın Hizbullah aleyhinde sürdürdüğü kötü propagandalarda sürekli gündeme getirip işlediği mezar evler, sorgu kasetleri gibi hadiseler hep bu mücadele nedeniyle idi. Muhbir ve ajanlar vasıtasıyla yapılanlara yüzlerce örnek verilebilir. Bir kısım örnekleri bir sonraki yazımda “Hizbullah’a karşı kontra faaliyetleri” başlığı altında ele alacağım.
Üçüncüsü: Yazılı ve görsel medyada konuşan, kalem oynatan ve görüş beyan eden yazar-çizer, yorumcu ve uzmanlar, buldukları bu sahte ve maksatlı kaynaklardan beslenerek sürekli aslını hiç araştırmadan ve ideolojik anlayışlarına da hoş geldiği için aynı iddia ve ithamları tekrar ediyorlar.
Şimdi gelelim çelişkilere; Öncelikle belirtmek gerekir ki, tarihin her döneminde zulme, istibdada ve ceberutluğa baş kaldıran, halka kurtuluş yolunu gösteren ve öncülük eden İslami hareketler olmuştur ve her zaman da olacaktır. Dolayısıyla yetmişlerde, seksenlerde, doksanlarda ve bundan sonraki süreçlerde de İslam’ı referans alan İslami hareketlerin vücuda gelmesi ve mücadele sahnesine atılması gayet normal ve tabiidir. Mülhid hareketlerin varlığını sebep göstererek İslami hareketlerin ortaya çıkmaması gerektiği gibi bir düşünce olamaz, olsa bile bunu akıl, mantık, bilim ve felsefe ile ispatlamak mümkün değil, böyle yapanlar da sadece basitliklerini ortaya koyuyorlar. Bunun tam aksine bindörtyüz yıldır İslam toprağı olan ve İslam medeniyetiyle yoğrulmuş ve kökleşmiş bir toplumda ve coğrafyada mülhid örgütlerin ve gayri İslami akımların vücuda gelmesi sorgulanmalı ve bunun üzerinde durulmalıdır.
Hizbullahi hareket, 79’da kurulmuş ve 90 yılına kadar gizli örgütlenme ve açık davet metodu ile Kürdistan coğrafyası başta olmak üzere tüm Türkiye’de davet ve tebliğ faaliyetlerini yürütmüştür. Doksana gelindiğinde önemli bir potansiyele sahip olmuş ve hızla gelişme ve yayılma sürecine girmiştir. Bundan rahatsız olan PKK, yavaş yavaş bu harekete karşı diklenmeye ve baskı yaparak sindirmeye çalışmıştır, kendi dışındaki diğer örgüt ve gruplara yaptığı gibi. PKK, Hizbullahi harekete ve mensuplarına şiddetin dozunu arttırdı. Savunmasız Müslümanları katletmeye ev ve işyerlerine silahlı ve bombalı saldırılarda bulanmaya ve her alanda katı bir ambargo uygulamaya başladı. Başta bu saldırılara karşılık vermeyen Hizbullah, diyalog yolunu seçti ve PKK’ya yurt içinden ve yurt dışından bir çok kanalla “böyle bir çatışmanın her iki tarafa da zarar vereceğini, bundan kazançlı çıkacak tarafın laik-kemalist rejim olduğunu ve böyle bir çatışmanın tüm bölgeye yayılacağını ısrarla ve defaatle tekrarladı ve bunun için çok sabretti.” PKK saldırıyor, Hizbullah ise çatışmaların yayılmaması ve durması için sabrederek sineye çekiyor ve karşılık vermemekte direniyor ve farklı kanallardan PKK’ya mesaj gönderiyor. Bu mesajları götürüp getirenler hala sağdır. Bu hususta daha geniş bilgi için “Kendi Dilinden Hizbullah ve yakın tarihinden önemli kesitler/İ. Bagasi” adlı kitaba müracaat edilebilir.
Şimdi burada durup düşünmek gerekir! Bir saldıran taraf var bir de ısrarla sabreden ve çatışmamak için gayret gösteren taraf. Eğer denildiği gibi Hizbullah PKK’ya karşı kurulmuş ve ona karşı kullanılacak idiyse niye bu çatışmadan ısrarla kaçınıyor ve bunun tek kazançlı çıkacak tarafın rejim olacağını defaatle dile getiriyor?
Hizbullah’ın tüm girişimlerine PKK’nın verdiği cevabı; “Eğer gerçekten devlete muhalifseniz gelin PKK’ye katılın ve PKK’nin önderliğinde bu mücadeleyi sürdürün. Eğer bunu yapmıyorsanız bu işi bırakın ve bölgeyi terk edin. Eğer bunu da yapmıyorsanız, size yönelir ve sizi imha ederiz. Buna göre hangisini istiyorsanız kendinize tercih edin” demesi ve saldırılarını yoğunlaştırarak devam etmesi olmuştur. Bu durumda bir hareket ya bile bile hazin sonunu seyredecektir ya da direnecektir. Bundan başka yol var mıdır? Çatışma bu şekilde başlamıştır. Peki, ilerleyen süreçte ne olmuştur? İlerleyen süreçte rejim güçleri bundan kazançlı çıkmıştır, bu açıktır bunu inkar etmek doğru değildir. Hizbullah bunu PKK’ya defaatle söyledi. Ancak PKK, zafer sarhoşluğuna kapılmış ve gözünü kan bürümüştü. Bunun bu seviyeye gelmesine ve rejim güçlerinin kazançlı çıkmasına PKK’nın siyasi ve stratejik açıdan basiretsizliği sebep olmuştur.
Burada başka önemli bir noktaya dikkati çekmek istiyorum. PKK, yanlış yaptığını ve içine düştüğü çaresizliğin farkına varınca ateşkes çağrılarında bulundu. Ancak her zaman olduğu gibi samimiyetsiz ve tutarsız tavrını tekrarlayarak yine bir kurnazlıkla işi kapatmaya ve kendi lehine çevirmeye başladı. Hizbullah ile ateşkes yaptığını ilan eden bildiriler dağıtıp bölgede şenliklerle kutlamaya çalıştı. Ancak bildirisinde sanki Hizbullah yanlış yaptığını, rejim güçleri tarafından kullanıldığını kabul etmiş ve bunlardan vazgeçtiğini ilan etmiş gibi alaycı bir üslup kullanmıştı. Çatışma döneminde PKK’nın saldırılarına endeksli bir karşılık verme yöntemini takip eden Hizbullah mecbur kalmadıkça eylemlerde bulunmuyor ve saldırılar dursa tabii bir şekilde o da karşılık vermeyi durduruyordu. Böyle bir stratejiyi benimseyen Hizbullah sırf bu kalleşliği ve bu ithamdan vazgeçmediği için yoğun bir saldırıda bulundu. Bu saldırının amacı; PKK’nın yaptığı itham idi. Yoksa saldırıların devamını istemek değildi. Nitekim PKK yaptığı yanlışı anladı ve ikinci bir bildiri yayınlayarak tükürdüğünü yalamak zorunda kaldı.
Aslında denilebilir ki; PKK-Hizbullah arasında çıkan çatışmanın ana sebebi; Karalamak maksadıyla PKK’nın yaptığı bu itham idi. Çünkü PKK, saldırılarına zemin ve gerekçe göstermek maksadıyla Hizbullah’ı devlet kaynaklı gösteriyordu. Hizbullah da, PKK’nın saldırılarını ve bu ithamını kabul etmediği için karşılık veriyordu. Bu, PKK’ya pahalıya mal oldu. Ve PKK bunu anladı. Vazgeçtiğinde ise çatışmalar kendiliğinden durdu. PKK, bunu o zaman çok iyi anladı, şimdi de bunun farkında olması gerekir. PKK’ya hiçbir şekilde güvenilemeyeceği gerçeğiyle beraber özellikle yerel ve sahadaki kadroları bunun farkında gibi görünüyorlar. Ancak İmralı sakini ise biliyorsunuz ne zaman neyi söyleyeceği belli olmuyor, tutarsızlığı her şeyi birbirine katıyor.
Yazılı ve görsel medyada yazar-çizer, yorumcu ve uzman dedikleri kişilerin sürekli tekrarlaya durdukları ve özellikle TBMM Faili meçhulleri araştırma komisyonu raporuna dayanarak gündeme getirdikleri iddiaları bir iftira ve çarpıtmadan başka bir şey değildir. Hiç birisinin elinde bir belge veya delil yoktur. Bu raporda geçen çarpıklıklarla ilgili Saygı Öztürk’ün “Bu iddialar Emniyet Müdürünü Kanser Etti”/ spothaber. Sitesinde yayınlanan yazısına bakmakta fayda vardır.
PKK-Hizbullah çatışmasından şüphesiz ki, en çok faydalanan ve nemalanan TC olmuştur. Hizbullah bunu çatışmaların başlangıcında PKK’ya defaatle söylemiş ancak, PKK bunu kale almamıştır. Çatışma sürecinde güvenlik ve istihbarat birimlerinin nefes aldıkları ve kısmen seyirci kaldıkları ve bu çatışmayı alevlendirmek için her iki tarafa yönelik provokatif eylemlerde bulunduğu bir gerçektir. Çünkü bu çatışma onun işine gelmiş, sıkıştığı karakollarından dışarı çıkma imkanı bulmuştur. Bunun sebebi de PKK’dır. Devlet seyirci kalmıştır, Hizbullah’a asla bir desteği veya göz yumması söz konusu olmamıştır. Buna yüzlerce örnek verilebilir.
Hizbul kontra bir gerçektir, bu kontraların Hizbullah’a karşı nasıl kullanıldığını da bir sonraki yazımda inşallah yazacağım.