Tuncay Güney, eski istihbaratçı Bülent Orakoğlu ve gizli tanıkların ifadelerine dayandırılarak Ergenekon iddianamesine Hizbullah ile ilgili çelişkili ve tutarsız ithamlar konulmuştu. Bu ithamlara bakıldığında hiçbir somut delil ve kaynak yoktur. Tuncay Güney’in edindiği izlenim sonucunda böyle bir kanaate vardığı, Bülent Orakoğlu’nun Tuğgeneral Temel Cingöz ile Adana’da bir kulüpte yemek yerken emireri olduğunu sandığı kişinin 2000 yılında Beykoz’da polislerle çatışarak Şehid olan Hüseyin Velioğlu olduğunu anladığını, gizli bir tanığın verdiği ifadede Molla Mansur Güzelsoy’un Hizbullah lideri Hüseyin Velioğlu ile aynı yıllarda üniversite okuduğu ve aynı öğrenci evinde kaldığı ve bu şahsın Hüseyin Velioğlu’nun bazen ortadan kaybolduğunu söylediğini, daha sonra Molla Mansur Güzelsoy’un Hizbullah tarafından vurulduğu, 1999 yılında Şırnak’ta Hizbullah’a karşı düzenlenen operasyonlarda ele geçen silahlarla Ümraniye’de ele geçen silahların aynı seriden olduğu iddia edilmektedir. Fethullah grubu medya organları da bunların sıhhat derecelerine ve tutarlı olup olmadığına bakmadan bu iddiaları ölçüsüz ve düşmanca bir tavırla işlemişti. Bir müddet önce basına da yansıdığı kadarıyla Ergenekon savcısı, Tuncay Güney’in cevaplamasını istediği bazı soruları Kanada’daki adresi verilerek resmi yollardan istemiş. Bu sorular arasında Hizbullah Ergenekon ilişkisi ve Veli Küçük’ün Hizbullah’ın kuruluşundaki rolü ile ilgili sorular da vardır. Eğer savcı gerçekten bu konularda gerçekleri öğrenmek istiyorsa bu kolaydır. Ancak bunlara geçmeden önce bir hususu hatırlatmakta fayda vardır. Türkiye cumhuriyeti kurulduğundan bu güne kadar laik-Kemalist rejim hiçbir zaman halk ile barışık olmamış ve halk nezdinde kabul görmemiştir. Hakimiyet ve iktidarı zulüm, ceberut ve baskı temeli üzerinde olmuştur. Bu nedenle hep derin bir yapılanmaya gitmiş ve hakimiyetini oluşturduğu derin güçler sayesinde devam ettirebilmiştir. Bu derin güçlerin TC tarihi boyunca ortaya koydukları pratik bütün halkın zihninde yerini almıştır. Değişen, gelişen ve ortaya çıkan her meselede ilk akla gelen bu derin güçlerdir. Cumhuriyet tarihi dedik ancak aslında bunun kökleri ittihat ve terakkidir ve bu yöntemler onlardan cumhuriyete devredilen mirastır. Doğrusu bu derin güçlerin geçmiş ve pratiklerinin zihinlere yerleştirdiği yargılar nedeniyle insanların ilk etapta bu doğrultuda düşünmelerini fazla garip karşılamamak gerekir. Ancak bu, insanlara hukuksal ve bilimsel normları ve kuralları hiçe sayma hakkı vermez. Ne yazık ki, izah etmeye çalıştığım bu durumun etkisiyle de hukuksal ve bilimsel normlardan yoksun, ilkeli ve sorumlu hareket etme endişesi taşımayan, kafasına estiği gibi yorumlamaya çalışanların zibil gibi çoğaldığı bir medya ve basın ortamı mevcuttur. Tuncay Güney, ifadesinde Veli Küçük’ün kendisine verdiği Alamud Kalesi ve Dağların Şeyhi isimli kitabı okuduktan sonra Hizbullah’ın Veli Küçük ve Teoman Koman tarafından kurulduğu kanaatine vardığını söylüyor. Bu onun kendi kanaatidir, başka bir kitabı okuması durumunda başka kanaatlere varması da muhtemeldir. Bu sadece bir yorumlamadır. Adı geçen Veli Küçük şu anda tutuklu ve Teoman Koman da emeklidir. Savcı pekala bunların ifadelerine başvurabilir ve bu hususta onlardan gerekli bilgileri alma hakkına sahiptir. Sağı-solu belli olmayan birinin bir kitap okumasından sonra vardığı kanaati bir dava iddianamesine koymak her ne kadar tutarsız ve hukuk açısından üzüntü verici ise de savcıyı bu hususta ikna edecek bir yol vardır. O da Hizbullah arşivinden arta kalan ve devletin eline geçen bilgilere başvurmasıdır. Savcı, bu arşivdeki sesli ve görüntülü kasetleri dahi izlese yeteri kadar bilgiye ulaşacaktır. Kaldı ki, Tuncay güney gibi birinin kanaati her hangi bir delil ve dayanak teşkil etmiyorken Hizbullah cemaatinin 79 yılında kurulduğu ve kurucu liderinin Hüseyin Velioğlu olduğu somut olarak kamuoyunda bilinmekte, Hizbullah cemaati ile ilgili birinci elden yazılan kitaplarda yazılmış ve resmi kayıt ve tutanaklara geçmiştir. Savcının Tuncay güney gibi birisine muhtaç olup böylesi sorular sormasını ise şuna bağlamak gerekir: Rejimin’in güvenlik ve istihbarat birimleri o kadar çok hukuk dışı, gayri kanuni yol ve yöntemlere baş vurmakta ve karanlık işler çevirmektedir ki; savcıları veya herhangi bir kurumunda görevli yetkililerin birbirlerine ve devletin asli kurumlarına güvenleri kalmamıştır. Burada önemli bir noktayı tekrar vurgulamak gerektiğine inanıyorum. Daha önce bu sitede rejimin kirli faaliyetlerini ve baş vurduğu yasadışı yol ve yöntemleri konu alan dizi yazılar yayınladık. Orada ayrıntıları ile belirtildiği gibi bu faaliyetler ve çeteler rejimin istihbarat ve güvenlik birimlerine bağlı ve bizatihi onlar tarafından organize edilmektedir. Yani devletin resmi istihbarat ve güvenlik birimleri olan MİT, JİTEM ve POLİS İSTİHBARATI bu işlerin başındadır. Ancak görülüyor ki, bunlar kurum olarak dahil edilmemekte, Ergenekon adı altında asıl görevi devretmiş ve kullanma tarihleri sona ermişler üzerinden operasyonlar sürdürülmektedir. Yine asıl suç mahalli olan Fırat’ın doğu yakası değil; kapsama alanı batı ile sınırlı tutulmak istenmektedir. Ergenekon davası çerçevesinde dile getirilen ithamlara bu şekilde giriş yaptık. İnşallah asıl ele almak istediğim konuları sonraki bölümde ele alacağım. Selam ve dua ile…. Said GABARİ |