Altmışlı yetmişli yıllarda Türkiye’nin genelinde olduğu gibi Kürdistan’da da sol hareketlerin estirdikleri fırtına hengamında İslamcılık denilince batı merkezli MTTB, Akıncılar ve Erbakan’ın partileri akla gelirdi. Bu hareketler batı merkezli yani İstanbul ve Ankara merkezli olduğundan ülke genelinde İslam’a hizmet maksadıyla faaliyet gösterenlerin yönleri bu merkezlere yönelikti. Yani ağabeyler, öncüler hep buralarda ve bunlardan gelen talimat ve yönlendirmelere göre hareket ediliyordu. Hasılı, meseleden uzaklaşmamak için fazla detayına girmeyeyim. Ama böyle bir adet oturmuştu. Yani yönlendiriciler hep adı geçen merkezlerde ve taşradakilerin yüzü de hep buralara yönelikti. Bu adet 79-80’li yıllara kadar böyle devam etti. Ancak, 79’da Hizbullahi hareket Kürdistan merkezli filizlenmeye başladı. Bu hareket batıda yer alan Müslüman yazarlar, entelektüeller, yayın evleri, neşriyatlar ve İslam’a hizmet eden grup ve oluşumlarla ilişkilerini kardeşlik ölçüleri içerisinde devam ettirdi. Elbette İslami hizmet ve hareketin seyri noktasında artık merkez batı değil Kürdistan idi. Nebevi metod ekseninde gelişen Hizbullahi hareket, Allah’ın yardımı ve fedakar Müslümanların gayretleri ile yıllardır İslam’a susamış Müslüman Kürd halkı arasında hızla yayılıyordu. Hareketin çapı ve yükü gün geçtikçe ağırlaşıyordu. Hareket geliştikçe laik-Kemalist rejimin derin güçleri ile mülhid hareketlerin baskı ve şiddetleri de yoğunlaşıyordu. Hareket, hem İslami hizmetlerin devamı, hem yapılanma ve hem de rejim ve mülhid güçlere karşı güvenlik ve tedbirlerle uğraşmakla meşgul idi. 90’dan itibaren başlayan bu süreçte cemaatin batıdaki İslami grup ve oluşumlarla münasebetleri en düşük seviyeye inmişti. Doğrusu cemaat, bir bütünlük içerisinde bulunmayan ve düzenli bir hareket pozisyonu arz etmeyen bu hareketlerle içinde bulunduğu riskli, hassas durumuna ve ağır yüküne rağmen ne yapabilirdi ki? Onlara karşı kardeşlik ve iyi niyet tavrını hiçbir zaman değiştirmedi. Sadece bir farkla ki; seksen öncesi adet ve teamülleri icra etmiyordu. Bunu cemaatten beklemeye de kimsenin hakkı yoktu. Bu süreçte bu çevrelerden cemaate karşı sessiz ve alakasız kalanların yanında destek verenler ve alakasını kesmeyenler de oldu. Daha sonra herhalde bölgeden şu veya bu nedenle batıya gidenlerin yaptıkları kulis ve aleyhte propagandalarıyla destek verenlerin bir kısmının desteklerini kesmelerine vesile oldukları gibi bir kısmını da düşmanlık yapacak kadar tahrik ettiler. Bu gelişmelere karşı cemaat kendi faaliyetleri ile meşgul idi ve yoluna devam ediyordu. Ta ki, 17 Ocak 2000’de Beykoz’da çıkan olaya kadar. Ondan sonra çok azı hariç adeta topyekun saldırıya geçtiler. Laik-Kemalist kesim ve medyasının isnat etmediği sıfat ve isimleri isnat etmeye başladılar. İslam düşmanlarından çok Hizbullahi harekete düşmanlık yapmaya başladılar. Onlara sorarsan, polisin dezenformasyon maksatlı piyasaya sürdüğü bilgileri, mezar evlerini, domuz bağlarını gerekçe gösterecekler. Oysa herkesin, cumhuriyetin kuruluşundan beri tüm hedeflerini İslam’a ve Müslümanlara düşmanlık olarak belirleyen ve tarihi boyunca bu hedefleri doğrultusunda binlerce Müslüman’ın kanına giren, her türlü İslami mukaddesata saldıran, hiçbir hukuk ve kanun tanımayan rejimin, derin güçleri vasıtasıyla İslami bir harekete karşı başvuracağı taktik ve yöntemleri hesaba katarak hareket etmesi gerekmez mi? Yoksa hedefi İslam ve İslami mukaddesatları yok etmek olan bir rejime karşı İslami bir hareketin vücuda gelmesi ve kendini bu rejimin tüm derin güçlerine ve onların gayri ahlaki ve insanlık dışı yöntem ve taktiklerine karşı koruma hakkı yok mudur? Bu durumda İkibin sonrası süreçte İslamcı bildiğimiz kesimlerin Hizbullahi harekete karşı gösterdikleri menfi tavırlarını nasıl okumak lazımdır? Doğrusu takındıkları tavırlar, rejimin tavrıyla veya rejimin istediği paralelde olmuştur. Hatta daha şiddetli ve daha ileri seviyede olmuştur denilebilir. Aslında bu tavırlarıyla milliyetçi yönlerini, rejime ve devlete bakışlarını da ortaya koymuş oldular. Asıl sebep ise; Hizbullahi hareketin niye daima kendilerine hesap vermemesi, onların talimatları doğrultusunda hareket etmemesi ve merkezden taşraya adetini lağvetmesidir. Onun için bu adete göre şekillenmeyen Hizbullahi harekete karşı rejimin gösterdiği tavrı ve kullandığı dili rahatlıkla kullanabiliyorlar. Kafaları karışık ve şüphe ile bakıyor, istediği yorumu yapma hakkını kendilerinde görüyorlar. Öbür taraftan faşist milleytçi muhafazakarlara methiye dizmekten, onları evliyaullah derecesine çıkarmaktan ve rahmet okumakta bir beis görmüyorlar. Onlar nasıl düşünüyor ve nasıl hareket ediyorlarsa etsinler, Allah için yola çıkan bu kervan müstakim bir şekilde yoluna devam etmektedir. Rabbimiz herkese hakkı ve doğruyu görebilecek feraset ve basireti nasip etsin. Milliyetçi Müslüman Kürd kesimlerin eleştirilerini ise bir sonraki yazıya bırakıyorum. Selam ve dua ile…
Said GABARİ |