Bınavê
Xwedayê Sübhan u Dıluvan
Şehadet
yıldönümü münasebetiyle “İntizar Dergisi” için kaleme aldığım ve “Hüseyni Sevda”
Sitesinin yayına başlamasıyla bu sitede de yayınlanan “Şehid Rehber Hüseyin
VELİOĞLU’nun Mücadelesi Üzerine” başlıklı makalemde, o büyük Rehber’in ve
fedakar arkadaşlarının beraber öncülük edip kurdukları Hizbullahi Cemaatin bazı
vasıflarını şu şekilde özetlemiştim:
“O,
sınırları ve kuralları hakim rejim güçlerince belirlenmeyen, ucu hiçbir tarafa
dayanmayan, bağımsız, nebevi hareketi model edinen, mezhepler üstü, ifrat ve
tefritten uzak, mutedil bir temel üzerinde, müstakim bir akide anlayışına sahip,
taassuptan arı, modern, çağdaş, yeniliklere açık ve Kürdistan’ın bağrından çıkan
Hizbullahi bir cemaat kurdu.”
Gerek site ve
gerekse dergi çalışmaları açısından gelinen noktayı dikkate alarak, bu konuyu
biraz daha açma ve okuyucuları daha net olarak bilgilendirme ihtiyacını
hissettim ve konuyu tekrar ele aldım.
Elbette o
azizlerin, Allah’ın yardımı ile vücuda getirdikleri Hizbullahi Cemaatin
vasıfları sadece bu paragrafta geçenlerle sınırlı değildir. Sadece Şehadet
yıldönümü münasebetiyle yad etmek maksadıyla o şanlı mücadeleyi kifayetsiz
cümlelerimle ifade etmeye çalıştım. Özellikle Hizbullahi Cemaatin ortaya çıktığı
dönemin şartlarını göz önüne alarak yukarıdaki vasıfları belirlemiştim. Şimdi de
ayrıntılarına geçelim.
“…sınırları
ve kuralları hakim rejim güçlerince belirlenmeyen, …”
Cumhuriyetin
kuruluşundan sonra hakim güç olan Kemalist rejim, İslami şiarları ve
mukaddesatları toplumsal ve siyasal alanda etkisiz kılmak için öncelikli hedef
alarak vargücüyle üzerine gitti. Yaptıkları inkılaplarla İslami mukaddesatları
ve kurumları tamamen lağvedip hükümsüz hale getirdi. Bu gelişmeler karşısında
yapılan İslami kıyamlar, acımasızca bastırılırdı. Bu cümleden; Şeyx Said kıyamı,
üstad Bediuzzaman’ın Risale-i Nur hareketi, Süleyman Hilmi Tunahan’ın Kur’an’a
hizmet hareketi… başarısızlığa uğratıldı. Bundan sonra yaklaşık 30 yıl boyunca
ciddi bir İslami hareketliliğe rastlanmamaktadır.
Ezanın
yasaklandığı, İslami ilimlerin öğretildiği medreselerin kapatıldığı, camilerin
ahırlara dönüştürüldüğü, Kur’an’ın yasaklandığı, askeri operasyonlar esnasında
insanların Kur’an başta olmak üzere İslami kitapları muhafaza etmek için toprak
altına gömdükleri veya kaçırarak yerleşim alanları dışında mağara ve inlerde
sakladığı ve buna benzer olayların yaşandığı o dönemlerin canlı tanıklarından
günümüzde yaşayanlar hala mevcuttur. Ancak, despot rejimin bütün baskı ve
zulümlerine rağmen Müslüman halk İslami değerlerini büyük bedeller ödeyerek
muhafaza etti. İslam dünyasındaki İslami gelişmelere paralel olarak Türkiye’de
de bütün baskılara rağmen İslami uyanışlar ortaya çıktı. Ancak bu uyanışlar,
ciddi oluşumlara dönüşememiş; dernek, vakıf, parti ve buna benzer yapılanmaların
etrafında vücut bulmuştur. Oysa bu yapıların, sınırları ve kuralları hakim rejim
güçlerince belirlenmiş ve onların denetim mekanizmalarının gözetimi altında
faaliyet gösterme mecburiyeti getirilmişti. Parti, dernek, vakıf vb. legal
oluşum ve yapılar Anayasa ve yasaların belirledikleri kanun ve tüzüklere tabi
idi.
Hal böyle
olunca İslami uyanışlar ciddi bir güç haline gelemiyor, düzenli bir sevk ve
idare mekanizmasına sahip olamadığı için güçlü bir şekilde örgütlenip
teşkilatlanamıyordu. Mevcut kurallar ve sınırlar daha fazlasına müsaade etmediği
için de güdük kalıyordu. Şüphesiz ki o dönemde samimi, ihlaslı ve fedakarca
Allah rızası için elinden gelen bütün gayretleri sarfeden, daima İslam için
yürekleri atan ve içleri sızlayan Müslümanlar vardı ve kemiyet olarak da az
değildiler. Ancak, İslami faaliyetler çoğunlukla açıktan ve hakim güçlerce
belirlenen sınırlar ve kurallar çerçevesinde yapıldığından gelişmesine,
güçlenmesine ve kökleşmesine müsaade edilmiyordu. Ne zaman ciddi bir faaliyet
veya gelişme görülse hemen müdahale edilir, engellenir ve bertaraf edilirdi.
İhtiyaç duyulduğunda ise darbeler ve ara rejimler vasıtasıyla ülke içerisinde
köklü bir tasfiyeye gidilirdi. 60’lı yıllardan 78’li yıllara kadar İslami
çalışmalar hep bu çerçevede yapılmış; düşe kalka bir seyir çizmiştir.
İslami camia,
bu süreçte garip vartalardan geçmiştir. Kimi zaman materyalist sol akımlara
karşı muhafazakar milliyetçileri, kimi zaman ehven-i şer diye sağ partileri,
kimi zaman da iktidara ortak olma adına laik ve Kemalist zihniyetle koalisyona
bile destek verilmiş ve emekler boşa harcanmıştır.
78’lere
gelindiğinde deneme-yanılma yöntemi ile bir çok hakikat anlaşılmış; düşünsel ve
takip edilmesi gereken metodlar bazında bir olgunlaşma seviyesine ulaşılmıştır.
İslam dünyasındaki İslami hareketlerin başarı ve yükselişleri; başta İhvan-ı
Müslimin ve çağdaş İslam alimlerinin kitaplarının tercüme yoluyla Türkiye’deki
İslami camiaya ulaşması bu olgunlaşmaya büyük ölçüde katkı sağlamıştır.
Artık tecrübe
ile sabit olmuştur ki; sınırları ve kuralları hakim güçlerce belirlenen çerçeve
içerisinde İslam’ın özüne uygun bir mücadele ve hizmet verilemez. Çünkü bu
güçler, kendilerine zarar ve tehlike gördükleri an müdahale eder ve bütün
yolları kapatır. Hak, adalet, özgürlük, demokrasi veya hukuk(!) Bunlar hiç mi
hiç önemli görülmez ve dikkate alınmaz. Esas ölçü; hakim olan rejimin kendi
ölçüleridir.
Gelinen
sürecin sonunda Hizbullahi hareketin öncüleri, Şehid Rehber Hüseyin Velioğlu
önderliğinde İslam’ın özüne uygun, sınırları ve kuralları İslam’ın belirlediği,
ne değiştirmeye ne eksik bırakmaya ne de fazlalaştırmaya imkan bulunmayan, yüce
Allah’ın hükmü ve Rasulullah (sav)' ın sünneti ve metodu doğrultusunda mücadele
ve hizmet verecek bir cemaat kurdular. Kurdukları bu cemaat bir dernek, bir
parti veya bir vakıf değildir artık! O bir cemaattir. Onun hizmet ve mücadelesi
rejimin herhangi bir kurumunun vereceği kararla ne sekteye uğrar ne de akamete
uğratılır. Rejimin herhangi bir yetkilisinin iki dudağı arasından çıkacak bir
söz, bu cemaatin kaderine etki etmez. Herhangi bir partinin arka bahçesi, kolu
veya uzantısı olmadığı gibi üzerinden rant sağlanacak veya prim elde edilecek
bir konumu da kabul etmez.
Evet
Hizbullahi cemaatin temelleri bu anlayış ve bu esas üzerine atılmıştır.
Selam ve dua
ile... M. Zeki GÜNEY
|