TAASSUP VE İFRAT’IN GERÇEK YÜZÜ
İslam ümmetinin başına bela olan ve İslam düşmanlarından daha tehlikeli bir düşman olan taassup ve ifratın gerçek yüzünü gösteren en açık bir örnektir Allah’ın evinde O’nun (cc) misafirlerini katletmek! Ve şirkin (zatında ve sıfatlarında Allah’a ortak koşmanın) en büyük zulüm, dünyadaki müşrik müstekbirlerin en büyük zalim olduklarını, yeryüzündeki zulüm, haksızlık ve adaletsizliklerin bu şirk düzenlerinden kaynaklandığını, Allah ve Resulünün bu ortak koşanlardan uzak olduğunu, kendilerinin de bu müşriklerden beri olduklarını ilan eden, “berâetun minel muşrikin” şiarını dünyadaki müşrik-müstekbir güçlere haykıran Müslümanları, bir karıncanın dahi öldürülmesinin haram olduğu mukaddes bir zaman ve mekanda, sadece ve sadece mezhep ve meşrepleri farklı oldukları için kin ve adavet duygularıyla hunharca ve vahşice katletmek, bu dahili düşmanın ne kadar tehlikeli olduğunu açıkça göstermektedir.
İran’da yapılan İslam inkılabından sonra İmam Xumeyni’nin talimatıyla her sene hac esnasında dünya Müslümanlarıyla dayanışma ve istikbar güçlerine karşı mazlum ve muztazaf halkların desteklenmesi maksadıyla “beraetun minel muşrikin” adıyla bir yürüyüş düzenlenmeye başlandı. Bu yürüyüşler Suudi makamlardan gerekli izinler alınarak düzenleniyordu. Bu yürüyüşlerde Amerika ve İsrail aleyhinde tezahüratlar, Filistin, mescid-i Aksa ve mazlum mustazaf halklar lehinde sloganlar ve “ey dünya Müslümanları birleşin”! gibi çağrılarda bulunuluyordu.
31 Temmuz 1988 Cuma gününde İran’lı hacılar Suudi yönetiminden gerekli izinleri alarak yürüyüşe başladılar. Diğer Müslüman ülkelerden hacıların da iştirak ettiği “berâetun minel muşrikin” yürüyüşüne mezhep ve meşrep taassubu ile donatılan Suudi güvenlik görevlileri ve Vahhabi gönüllüler müdahale ettiler. Bu güçler ifrat boyutundaki taassubun verdiği kin ve gazapla yürüyüşe katılan hacılara saldırmış, yürüyüş güzergahındaki apartmanların çatılarında hazırladıkları kiremit, tuğla ve camları hacıların üzerine fırlatmış, taş, sopa, gözyaşartıcı bombalar ve silah kullanarak yüzlerce hacıyı vahşiyane katletmişlerdir. Bu olayda dörtyüzden fazla hacı katledilmiş ve yüzlercesi de yaralanmıştır.
Şüphesiz hem bu katliamın hem de buna benzer katliamların perde arkasında ceberut düzenlerin kendi hakimiyetlerini koruma hesap ve gayretleri de vardır ki; bunların ne din, ne mezhep ne de meşrep endişeleri yoktur. Onların tek gayeleri kendi hakimiyetlerini korumak ve müstekbir efendilerini razı etmektir.
Burada en üzücü ve vahim olanı ise; gerek mezhep ve meşrep taassubu olsun gerekse ifradi fikirler olsun, bunların İslam düşmanlarının kontrolüne girmiş olması ve bunların İslam ümmetini parçalamada kullanılan birer silaha dönüştürülmesidir. Ne yazık ki, İslam düşmanlarının ellerine geçirdikleri bu silahı kullanmadaki maharetleri ve onların tuzaklarına düşen zavallı Müslümanların vasat yoldan saparak hak ölçüleri kaybetmeleri uzun bir süreden beridir büyümekte olan felaketi korkunç boyutlara doğru sürüklemektedir.
İslam tarihini incelediğimizde İslam ümmetinin en büyük sorunlarından birinin bu mezhep ve meşrep taassubu ile ifradi fikirler olduğunu görmekteyiz. Müslümanlar tarih boyunca bu tür akımlardan büyük zararlar görmüştür. Sürece baktığımızda bu sorunun iki boyuta sahip olduğu görülmektedir.
Birincisi; İslam ümmetinin içerisinde farklı grupların taşıdıkları fikirlerinde ifrada kaçarak mezhep, meşrep taassubuna girmeleridir. Bu ifrada kaçma ve taassup İslam ümmetinin en büyük zaafını oluşturmuş, habis bir ur gibi ümmetin vücudunu sarmıştır. Bu sorun Müslümanların başına musallat olup iktidarlarını ele geçiren yönetimler tarafından sürekli derinleştirilmiş ve iktidarlarının idamesi için bundan ziyadesiyle istifade etmişlerdir. Sorunun bu boyutunda kusur Müslümanlardadır
İkincisi; İslam ümmetinin yumuşak karnı ve en büyük zaafı konumuna gelen ifrat ve taassuptan İslam düşmanlarının istifade etmesi ve bu zayıf noktadan İslam ümmetine öldürücü darbeyi vurmasıdır. İslam düşmanları, kendilerine altın tepside sunulan bu avantaja milliyetçilik unsurunu da ekleyerek mahirane istifade etmesini bildiler. Ve bu sayede İslam ümmetini tahakküm altına almayı başardılar.
Bu noktada dikkatleri Arabistan’a çekmekte fayda vardır. İngiliz misyoner ve ajanlarının İslam ümmetinin kalbini ele geçirmek için gösterdikleri gayretler çok manidardır. Teşhis ettikleri menhus hastalık ve icad ettikleri milliyetçilik unsurunu kullanarak İslam ümmetinin tam kalbinde hakimiyeti ele geçiriyorlar. İcad ettikleri Vahhabi meşrebini devletin resmi mezhep ve meşrebi haline getiriyorlar. Temeline tekfir fikrini yerleştirerek Müslümanların hiçbir zaman birlik ve bütünlük içerisine girmeyecekleri şekilde bir yapıyı oluşturuyorlar. Bu fikirleri yerleştirdikleri yerin İslam ümmetinin kalbi konumundaki ve kıblesi olan Ka’be olduğu düşünüldüğünde darbenin ne kadar isabetli vurulduğu ve etkisinin ne kadar derinlere sirayet ettiği anlaşılmaktadır.
Bu kadar etkili ve tahripkar gelişmelere rağmen sevindirici olanı ise; bu gün İslam ümmetinin bir çok yerinde İslami uyanışın ve Müslümanların bilinçlenme seviyesinin yükselmesi ve İslam düşmanları ile yerli işbirlikçilerinin gerçek yüzlerinin gün geçtikçe daha bir belirginleşmesi ve tanınmasıdır. Zaten gerçek yüzleri ortaya çıktıkça ve planları deşifre oldukça çırpınmaları daha da şiddetlenmektedir. Ama Allah’ın yardımı ile bütün hile ve tuzakları tersyüz olacaktır.
Bu vesile ile Mekke kanlı cumasında şehid olanları rahmetle yad ediyoruz. Onların kanları menhus taassup hastalığının gerçek yüzünün İslam ümmeti tarafından tanınmasına vesile oldu. Ruhları şad, mekanları cennet olsun.
Selam ve dua ile….
M. Zeki GÜNEY |