Tarihin içinden kopup gelen medeni bir toplumun yontularak cahilleştirilmesinin ve değerlerinden uzaklaştırılarak sömürgeleştirilmesinin dayanılmaz ağırlığı altında tarifi zor bir eziklik yaşıyordu. Fıtratından uzaklaştırılmış toplumun, kendisine ait olmayan deryalarda derbeder ve şaşkın hale getirildiğine, oysa kurtuluşunun Kur’an gölgesinde yeniden ayağa kalkmasında olduğuna inanıyordu. Kalemden, okuldan ve Kur’an’dan uzaklaştırılmış Kürd çocuklarının çağın acımasız vahşi ortamlarında inançsız ve boş mahlûklara dönüşmesini içine sindiremiyordu.
Son zamanlarda ard arda gelen tehditler canına tak etmişti. Kürd çocuklarını okula yönlendirmenin ve Kur’an’la tanıştırmanın hesabı soruluyordu. Kur’an’la yüzleştirmek Kürd halkına ihanet kabul ediliyordu zorbaların kitabında. Çünkü öğrenen, bilen ve Kur’an’la amel edenler cahillere boyun eğmeyecek, iradelerini zalimlerin eline terk etmeyecekti. İşte inanan, irdeleyen ve sorgulayan neslin yetişmesi bazılarının hesaplarını altüst edecek korkusu tehditlerin rengini koyulaştırıyordu.
Oysa bütün bunlara alışkındı Hoca. Hayatı tehditlerin gölgesinde geçmişti. Uzun yıllar devletin acımasız tehditleriyle yüzleşmişti. Bir halka hakikati anlatmanın, zulüm altında bitap düşmüş bir halkı özgürlüğe davetin, yani Kur’an’ın aydınlığına yönlendirmenin faili olarak ölüm tehditleri alıyordu. Bir gün bir köşede önünü kesip başına bir bela getireceklerini içten içe bekliyordu. Yine de aldırdığı yoktu tehditlere. Bazen kamçıya dönüşen tehditler daha fazla koşuşturmaya sevk ediyordu.
Devletten gelenleri sineye çekmeye, tehditlerle yaşamayı adet haline getirmeye çalışırken, mustazaf halkın kurtarıcılığına soyunanların tehditleriyle karşılaştı. Kürd çocuklarının Kur’an’la yüzleşmeleri ve İslami bilinç kazanmalarına son verilmesi isteniyordu.
Kürdleri İslam’ın geri bıraktığına inanan laik ve zorba mantığın tehditten başka seçeneği yoktu. Bütün çabalar Kürd halkının İslam’dan uzaklaştırmasına yoğunlaştırılmışken Kürdistan’da, üstelik en sağlam kalelerden sayılan bir diyarda Kürd çocuklarının Kur’an’a yürümeleri ve Kur’an kültürüyle büyümeleri tahammüllerini zorluyordu.
Gerici ve yobaz olarak nitelendirilen Hoca’nın dini kullanarak halkı geri bırakıp Kürd halkına ihanet ettiği söylentileri bir toz bulutu gibi ortalığı kaplamaya başlamıştı. Örgütün en büyük maharetlerinden sayılan yalan propagandanın ağır kokuları her taraftan fışkırıyordu. Yalan, iftira ve üstüne üstlük ölüm tehditlerinin ardı arkası kesilmiyordu.
Rahmet ve Kur’an ayı, bir nur cümbüşü gibi çökmüştü şehrin tepelerine. Kabuğundan sıyrılmış şehir halkı, İslam’ın aydınlığında Ramazanın tatlı ve hoş havasını derinlemesine teneffüs ediyordu. Pehlivan Mahallesindeki Hacı Said Camiinden yükselen Kur’an rayihası nur atmosferinde eritiyordu çevreyi. Mukabeleye gidenlerin, vakit namazına koşanların, iftar operasyonundan sonra teravihe yönelenlerin ya da Hoca’nın dizi dibinde kutsal kitaptan birkaç ayet okumanın vereceği aşkla tutuşan gençlerin adresi Hacı Said Camiydi.
Kur’an’ın sayhası yükseldikçe şehrin karanlık dehlizlerine serpilmiş kötülerin ve Kur’an düşmanlarının rahatsızlıkları zirveye vuruyordu. Bu sesi kısmak, Kur’an’ı ebediyen susturmak ve Kürd çocuklarını Kur’an’dan uzaklaştırmak için harekete geçilmeliydi. Karanlık çehrelerin bütün okları Hoca’yı hedefliyordu. Defalarca uyarılmasına, ölüm tehditlerinin ard arda sıralanmasına rağmen geri adım atacak gibi görünmüyordu. Bu damar kesilmeli, bu ses susturulmalıydı. Kürd çocuklarının Kur’an’la büyümelerine izin verilmemeliydi.
Son kez ciddi bir tehditle, hiçbir riske girmeden bu iş halledilebilir diye düşündü karanlık çehreler. Gerçi defalarca uyarılmasına rağmen Hoca’dan geri adım atma gibi bir eğilim görülmemişti.
Şehrin telefon kulübelerinin birinden arayan titrek sesli şahsın ağzından dökülen kesik ve heyecanlı kelimeler şiddetli tehditten haber veriyordu. Bunun son şans olduğu, ayağını denk almaması durumunda söz sırasının kurşuna geleceği söyleniyordu. Telefondaki sese hiçbir karşılık vermedi Hoca. Ahizeyi bırakıp derince düşüncelere bir daldı. Uzaklara, en uzaklara gitti zihni. Müslüman Kürd halkının çektiği acıları, devletin ve örgütün iki ateşi arasındaki sonu gelmez çaresizlikleri, ruhuyla ve bedeniyle İslam’ın malı olan bir halkın İslam’dan uzaklaştırılması için oynanan oyunları düşündü. Ölüm tehdidi karşısında ne yapabilirdi ki?
Her zaman olduğu gibi Allah’a dayanmaktan başka çaresi yoktu. Son tehditten haber verdi yakın dostlarına. Dikkatli olmasını istediler. Ölüm tehditlerine alışkındı Hoca. Allah’a tevekkül edip yürüyüşüne her zamanki gibi devam edecekti.
Kürd çocuklarının Kur’an’la ünsiyetlerinin geliştirilmesi, Kur’an’la bütünleşmeleri ve Kur’an’ın aydınlığında geleceklerini tayin etmelerinin dışındaki yolların çıkmaz olduğunu düşündü. Zalim ellerde bitap düşmüş bir topluluğu İslam’ın aydınlığında ayağa kaldırma yolunda atılacak adımların vazifesi olduğu bilinciyle, sonu ölüm de olsa hizmetini sürdürecekti.
Ramazan nurunun zarif bir elbiseye bürünerek kuşattığı şehrin kaldırımlarını ümitsizce adımlıyordu karanlık çehreler. Şehri nur ikliminden uzaklaştıramamanın verdiği çaresizlik canlarına tak etmişti. Nur atmosferini parçalayıp darmadağın edecek bir patlamaya ihtiyaçları vardı. İnsanların yüreğinde oluşturacakları korku İslam’la aralarında kalın bir perdeye dönüşebilirdi. En karlı ve sonuç getirecek eylemin Hoca’ya yönelik olacağı üzerinde anlaştılar. Şehrin tepelerinden yükselen Kur’an nidalarından uykuları kaçan karanlık çehreler gözetlemeye başladılar Hoca’nın yolunu. Sahurun sona ermesiyle camiye gidip ezan okuduğunu, Müslüman halkı sahurun sona ermesinden ve namazdan haberdar ettiğini öğrendiler.
Pazartesi günü sahurunun sona ermesine dakikalar kalmıştı. Her günkü gibi çocuklarıyla sahurunu yedikten sonra bir daha dönmemek üzere ayrıldı evinden. Pehlivan Mahallesinin karanlık sokaklarını bir bir adımlayarak camiye doğru ilerledi. Çok fazla kalmamıştı camiye. Nur ikliminden kaçıp gecenin karanlığında şehrin karanlık dehlizlerine sığınan öfkeli haramilerin titrek ellerinde bir o yana bir bu yana kıvrılan keleşlerin kurulduğu son sokağı aşınca camiye ulaşacaktı. “İşte tam vakti!” dedi pusuya yatanlardan biri. Sese ve hışıltıya doğru bir bakış fırlatınca karanlık içerisindeki birkaç karaltıyla karşılaştı. Henüz ne olduğunu tam anlamadan ellerindeki silahlara kaydı gözleri. Karaltıların cellâtlarına ait oluğunu anlamıştı. Dua ve tevekkülden başka çaresi yoktu. Ard arda tekbir getirdi. “Allahuekber” nidaları çınlatmaya başlamıştı ortalığı…
Tam da İslami sedanın susturulma zamanıydı. En öndeki şahıs parmağını tetiğe götürüp bütün gücü ve öfkesiyle yüklendi. Lanetli parmakların asıldığı tetiğin boşalttığı kurşunlar dağ gibi bir adamı oracıkta yere yuvarladı. Keleşin namlusunun kustuğu kurşunlardan altı tanesi gövdesine isabet etmişti Hoca’nın. Ancak, tetiğe asılan haramilerin yüreğini saran kin ve nefret duyguları mutmain olmalarını engelliyordu. Kan içinde yerlerde yatan Hoca’nın üzerine giden kar maskeli karanlık çehreler kafasına iki el daha ateş edip şehrin karanlık sokaklarında kayboldular.
Hayatını vakfettiği İslam yoluna feda etti canını. Kürd çocuklarını Kur’an’la buluşturan ve toplumda Kur’an ruhunu diriltmeye çalışan düşmanlarını ortadan kaldırmanın zafer sarhoşluğunu yaşıyorlardı. Oysa karanlık çehrelerin acımasız kurşunları bir canı yerlere sererken, Ramazanın nur iklimine teslim olmuş şehir halkını ayağa kaldırmıştı. Hoca’nın cenazesine katılan yüreği yanık binlerce Kur’an sevdalısı tekbirler getirerek, Kürdistan’da Kur’an sedasının ebediyen susmayacağını ve Kürd halkının İslam düşmanlarına teslim olmayacağını bütün insanlığa haykırıyordu.
Karanlık çehrelerin kurşunlarının hedefi olmuştu Aziz Hoca. Oysa Kur’an ruhunun tohumunu ektiği nice Aziz hocalar Müslüman Kürd halkının kalbinde İslam’dan tahtlar kurmaya başlamıştı bile…
Abdullah ŞAFAK
|