Ana Menü
   ANA SAYFA

   İLETİŞİM

   SİTEDE ARA

   SİTEYİ ÖNER

   BASIN BÜROSU

   ŞEHİTLER ALBUMÜ
Bir Ayet - Bir Hadis
Bir Ayet:
Allah ve Resûlü bir ise hüküm verdigi zaman, inanmis bir erkek ve kadina o isi kendi isteklerine göre seçme hakki yoktur. Her kim Allah ve Resûlüne karsi gelirse, apaçik bir sapikliga düsmüs olur. Ahzap/36

Bir Hadis:
Bir insanın gerçek zenginliği, onun bu dünyada yaptığı iyiliklerdir.
En Son Eklenenler
Hizbullah Cemaati...

Hizbullah Cemaati...

Hizbullah Cemaati...

Hizbullah Cemaati...

Hizbullah Cemaati...

Cemaati Rehberi M...

Hizbullah Cemaati...

Hizbullah Cemaati...

HİZBULLAH REHBERİ...

Hizbullah Rehberi...

Hizbullah Cemaati...

Hizbullah Cemaati...

ŞEHADETİNİN 23. Y...

HİZBULLAH CEMAATİ...

HİZBULLAH CEMAATİ...

HİZBULLAH CEMAATİ...

MUHTEREM EDİP GÜM...

ŞEHADETİNİN 22. Y...

Hizbullah Cemaati...

MUHTEREM EDİP GÜM...

MUHTEREM EDİP GÜM...

ŞEHADETİNİN 21. Y...

HİZBULLAH REHBERİ...

HİZBULLAH REHBERİ...

HİZBULLAH BASIN B...

HİZBULLAH REHBERİ...

HİZBULLAH REHBERİ...

HİZBULLAH REHBERİ...

HİZBULLAH REHBERİ...

HİZBULLAH REHBERİ...

YENİ ZELANDA’DAKİ...

ŞEHADETİNİN 19. Y...

AĞIR CEZA

Akşam yaşayacaklarını düşündükçe içinde anlaşılmaz sıkıntılara yol açan duygu fırtınalarından kopan dalgalar kalp atışlarını iyice arttırmıştı. Eşine söyleyeceği hiçbir mazeretinin kabul göremeyeceğini düşündükçe içindeki sıkıntılar daha fazla acı veriyordu. “Umarım ailesinden biri evdedir. Aksi taktirde işim çok zor” diyerek olacaklardan kurtulma ümitleri üzerine zihinsel hesaplar yapmaya başladı.

İhtiyatlı ve sakin adımlarla dış kapıdan içeri adımını attığında kurşun gibi atılan eşinin narasıyla karşılaşınca “Eyvah!” kelimesi iradesi dışında dudaklarından dökülüverdi. Önceden büyük bir ustalıkla hazırladığı anlaşılan koca kelimeleri ağır paletli tanklar gibi kocasının üzerine süren kadın boks ringinde nakavt eder gibi yargıcın derinden sarsılmasına yol açmıştı. Eşinin öfke fırtınasında olası birkaç sözün saldırganlaştırmaktan başka bir işe yarayamayacağını bildiğinden sessizliği tercih etti. Eşinin aşırı şiddetinden dolayı başka bir seçeneği de görünmüyordu. Bu ağır fırtınalı tufana karşılık en akıllıca davranış bir kenara çekilip tepkisizce ve sesizce oturmaktı. Aynısını yapıp sessizce bir kenara büzülüverdi. Hıncını boşaltan, öfke korosuna ellerinin eşlik etmesiyle hiddet dolu sivri kelimeleri keskin bıçaklar gibi dudaklarından boşaltan kadın, sonunda yorgunluğa boyun eğip ses tonunu farkedilir derecede düşürdü.

Yargıç, büyük bir katliama iştirak eden ağır suçlular gibi hareket ediyordu. Ses tonunu düşürmesine rağmen Zübeyde Hanım’ın bağırmaları sona ermemişti:

-Kuaföre gideceğimi söylemiştim. Oysa arabayı geç gönderdin. Yarım saat sonra geldi. Randevu almıştım. Yarım saat sonra gidip aptal aptal kuaförün yüzünü mü seyredecektim? Ne anlayışsız bir adamsın sen! Ne zaman beni anlayacaksın?

Yığınca tecrübesi vardı. En küçük bir karşılık vermenin işi daha fazla yokuşa süreceğini bildiğinden sonuna kadar sessizliğini korudu.

Akşam yemeğinden sonra öfkenin direnç kaybettiğine şahit olunca yağcılık rülleriyle eşinin etrafında dolaşmaya başladı. Yeni bir filmin vizyona girdiğini söyleyip, sinemaya gitme teklifinde bulundu. Günahkar birine bakar gibi gözlerini yargıca diken kadının dudaklarından “evet” kelimesi çıkmadı, ancak bakışları teklife ilgi duyduğunu gösteriyordu.

Korkunç sahneleri olan bir Hollywood filmi gösterime girmişti. 11 Eylül sabahında Amerika’nın ikiz kulelerinden dumanlar yükseliyordu. Muhteşem kulelerdeki insanların çaresizce haykırışları, tükenmiş ümitleri ve boğucu duman bulutlarının arasından aşağıya atlaşıyları film karelerinde bir bir canlandırılıyordu! Bu korkunç karelerin faillerinin Müslümanlar olduğu dile getiriliyordu. Vahşilik ve barbarlıkla ilgili bütün fiiller harekete geçiriliyor, faail hanesine Müslümanlar yerleştiriliyordu. Sanki bütün savaşların, çılgınlıkların, kanların ve gözyaşlarının müsebbibi Müslümanlardı. Hatta tarihi gerçeklerden haberi olmayanlar bu korkunç filmi izleyince Hiroşima ve Nagazaki’yi atom bombasıyla yerle bir eden, İkinci Dünya Savaşında Avrupa’da 36 milyon insanın ölümüne sebep olanların da Müslümanlar olduğu sanısına kapılacaktı.

Yargıcın Müslümanlara karşı her zaman var olan kin ve nefreti bu filmle daha fazla bilenmişti. Onlardan biri olmadığından kendisini şanslı hissediyordu. Nüfus cüzdanında “İslam” kelimesinin varlığından duyduğu rahatsızlık bu filmle daha fazla belirginleşmişti. Bir yolunu bulup bunu oradan sildirse hiçbir sorunu kalmayacaktı.

Filme rağmen yargıcın eşinin öfkesi tamamıyla kaybolmamıştı. Ancak filmin etkisinde kalışı yargıca daha fazla ters davranmasını önlemişti. Eşinin öfke fırtınasını duragan hale getirmeyi başardığı için kendisini şanslı hissediyordu.

Ertesi sabah kahvaltıdan sonra işine gitmek için kapıya yönelince eşi;

-Kuaförümden dün aldığım randevuyu senin yüzünden iptal ettim. Beni sosyetenin yanında küçük düşürdün. Bugün saat 10’da yeniden randevü aldım. Arabayı zamanında arabayı gönder. Sakın dünkü gibi olmasın!

Eşinin keskin direktifleri karşısında bir an duraksayan yargıç, aradaki sıkıntıyı aşmak için bunun bir fırsat olduğunu düşünüp;

-Merak etme! Araba, sürücüsüyle birlikte emrinde! Derhal gönderirim! deyip evden ayrıldı.

Adliye binasının önünde arabadan inip sürücüye:

-Yavuz Efendi! Eşimin saat 10’da kuafürde randevüsü var! Derhal evin önüne git. Zile bas ve geldiğini haber ver. Hazırlanınca kuafüre götürür, işi bitince de eve bırakır gelirsin! dedi.

Yüzünde gülümseme dalgaları ard arda harekete geçen Yavuz;

-Tamam efendim! Derhal gidiyorum! deyip ayrıldı.

Henüz erken sayılırdı. Yaşadığı yoksul mahalleye arabayı çevirdi. Makam arabasıyla mahallede tur atmak ve kahvede dostlarıyla birer çay içmek için iyi bir fırsat olduğunu düşündü. Kahvenin bir kenarında yoğun bir sohbete koyuldu. Tatlı sohbet her şeyi unutturmuştu.

Televizyonda saat başı haber sunumunda “10” sözünü duyunca ayağa kalktı. Yargıcın evine doğru arabayı gazladı. Saat 10:30’da eve ulaşmıştı. Zile bastığı gibi karşısında öfkeden gözleri koca bir çanağa dönmüş yargıcın eşini buldu. Derin bir korku hissine kapıldı. Öfkeli kadın, yüksek ve kuru ses tonuyla ağır ve sivri kelimeleri birer kurşun gibi Yavuz’un üzerine boşalttı:

-Nerde kaldın ulan! Neden bu kadar geciktin? Defol git! O yargıç denen adama söyle bir daha bu eve ayak basmasın!

Yavuz şok olmuştu! Bin bir zorluklarla elde ettiği işinden kovulacağı düşüncesine kapılınca işsizlik günlerinin sıkıntısı film şeridi gibi gözlerinin önünden geçiverdi. Yargıca ne diyeceğini bilmiyordu. Arabayı sakin bir yere götürüp arkasından vurduğu birkaç taş darbesiyle kaza süsü vermeye çalıştı. İşini bitirmek üzereyken yargıç aradı:

-Neredesin ulan! Her şeyi perişan ettin! Neden zamanında eve gitmedin? Seni defalarca uyarmadım mı?

Kekelemeye başlayan Yavuz;

-E e ef ef eff efffendim araba kaza yaptı! Onun için geciktim!

-Arabanın da senin de canın cehenneme! Acele buraya gel! Hayatımı mahfettin! Alçak yaratık!

Dünkü problemi tamamıyla atlatamayan yargıç daha ağırıyla karşılaşınca şaşkına dönmüştü. Sıkıntıdan dizleri titriyordu. Evine nasıl gideceğini, eşine nasıl karşılık vereceğini düşünmek bile istemiyordu. Şaşkındı ve ne yapacağını bilmiyordu. Kafasını iki elinin arasına alıp yaşayacaklarını düşünürken kapısını çalan mahkeme heyetinden biri, oturumun başladığını haber verdi.

On iki yıldır devam eden bir mahkemeydi bu. Yargıcın nefret ve kin beslediği Hizbullahçıların mahkemesiydi. Netice için henüz birkaç celeseye ihtiyaç vardı. Ancak mahkeme başkanlığını yapan yargıcın bozuk psikolojisiyle oturum düzenlemek mümkün görünmüyordu. Yine de mahkeme heyeti, yargıcın başkanlığında oturumu açtı.

Kendinde olmayan, iradesinin dışında hareket eden mahkeme başkanı yargıç;

-Dinciler çok tehlikeli insanlar! Amerika’daki ikiz kuleleri yerle bir ettiler. Bu dosyadakilerin tümüne idam verip iplerini çekmeliyiz.

Bu dosyada yargılananların çoğunun suçsuzluğunu büyük ölçüde ortaya koyan oturumlara rağmen, yargıcın beklenmeyen çıkışı şaşkınlığa yol açmıştı. Mahkeme heyetinden biri söz alıp;

-Efendim! Sanırım şaka yapıyorsunuz. İdam kaldırılalı epey oldu. Ayrıca bunların içinde en küçük bir suça bulaşmamış insanlar var, dedi.

Dosyayı önüne alıp bir müddet inceleyen yargıcın ellerindeki titremeler kimsenin gözden kaçmamıştı. Uyumsuz ve kötü huylu olduğundan hiç kimse anormal titremenin ve yüzünde garip dalgalanmalara yol açan derin sıkıntının sebebini soramıyordu. Kısa bir incelemeden sonra, parmaklarıyla sayıp;

-Şartlı tahliyeden yararlanmış sekiz kişiye ağır bir ceza verelim. Öyle herkese ibret olacak cinsten bir ceza olmalı. Örneğin bunlara ağırlaştırılmaş müebbet ve ölüme kadar da zindanda kalma cezası verebiliriz.

Mahkeme heyetinden bazıları bu insafsızca isteği itiraz ettiler:

-Efendim bunların hiç biri böyle bir cezayı hak etmedi. Bu adaletsiz bir karar olur!

-Hangi adalet! Dinciler için adaletten mi bahsediyorsunuz? Bunların hepsi potansiyel tehlikeli insanlar! Dışarı çıksalar çok daha büyük suçlar işleyebilirler. Ağır cezayla bütün bunların önünü alabiliriz.

Mahkeme heyetinden biri itiraz edip:

-Efendim bunlardan bazıları hayatlarında tavuk bile kesmemiş. Hepsine aynı ceza reva mı? Sözü karşısında yargıç:

-İdam bile az sayılır! İdam kalkmasaydı bunların idamını imzalayacaktım. Dediğim gibi en ağır cezaları verin! Dincileri durdurmanın tek yolu ağır cezalardır.

Bunun üzerine kanunları evirip çeviren mahkeme heyeti işlenmeyen suçları işlenmiş göstererek Müslüman gençlerin bir kısmına ağırlaştırılmış müebbet ve ölüme kadar zindanda kalma cezası verip hukuk yoluyla fahiş bir zulüm daha işleyip tarihte bir ilke daha imza attı.

Abdullah ŞAFAK

Diger Basliklar
   ZİNDANDAKİ ADAM
   AYRILIK!
   HIÇKIRIK!
   ERKEN ÖLÜR ANALAR!
   ZİNDANI SARAN ÖFKE!
   BİAT
   BULUŞMA
   YAŞLI GENERAL
   ARTIK HER ŞEY İÇİN ÇOK GEÇ...
   EY BİRADER
   AĞIR CEZA
   ÇOCUK
   HASRET
   35 CAN
   YENİ BİR GÜN DOĞUYOR
   DEĞİŞİM
   DOĞUM
   BASKIN
   İSYAN ATEŞİ
   BAYRAM SABAHI
İlan ve Mesajlar
 
 
 
Şehid Rehber
Şehidlerin Hayatı
Savunmalar
Manifesto


K. Dilinden Hizbullah


Anasayfa | Videolar | Arama | Siteyi Öner | Mobil | İletişim | Yukarı Git