Özellikle son genel seçimlerden bu yana Kürdistan’da cephe savaşını andıran manzaralarla her gün karşı karşıyayız. Askeri karargahlar basılıp askerler kaçırılmakta, Amerika’nın Irak’ı işgali sırasındaki savaşı andıran hava saldırıları düzenlenmekte, şehir merkezlerinde bombalar patlatılmakta, kara harekatı ile sınırlar aşılmakta… ve bunlarla beraber her iki tarafın objektif olmaktan uzak, ahlaka sığmayan propaganda savaşı… Olanlarsa Kürt halkına oluyor, bedeli de onlar ödüyorlar.
Peki, bütün bunlar niçin oluyor? Kürt halkı bunları istiyor mu? Ya da Kürt halkı bunu hak ediyor mu ve… Hem sadece bu son seçimlerden bu yana değil; 30 yıldır Kürdistan’da bunlar yaşanıyor. Her iki taraf da Kürtleri öldürüyor, yerleşim yerlerini yakıp viraneye çeviriyor, talan edip göç ettiriyor, yozlaştırıp sosyal ve psikolojik çöküntüye maruz bırakıyorlar…
Her iki tarafın politik ve pratik geçmişlerine baktığımızda, üzerinde düşünüp kritiğini yaptığımızda, vakıanın görünenden farklı maksatlara hizmet ettiğini görürüz. Yoksa her iki tarafa da sorulabilecek çok şey vardır! Eğer bu savaştan maksat Kürtler ve Kürdistan’ın özgürlük ve bağımsızlığı idiyse –ki daha önce Kürtler bu şekilde kandırılıyordu şu anda böyle bir söylem ve iddianın reddedildiğini, böyle bir hedefin olmadığını, hatta bundan bilmem kaç derece aşağı hedeflerin bile güdülmediğini sözüm ona tarafın resmi ve gayri resmi yetkili, birim, kurum ve kuruluşları tarafından, hatta bizzat liderlerinin ağzından açıkça dile getirilmekte ve ittifakla deklare etmektedirler. O zaman niye bu kadar kan döktünüz, onbinlerce insanı canından ettiniz, Kürdistan’ı viraneye çevirdiniz… ve bu savaşı hala sürdürüyorsunuz?
Düzene de; Eğer başka maksatlarınız yok ise, mücadele ettiğiniz örgütün tüm resmi yetkili birim, kurum ve kuruluşları ve hatta lideri dahi size kamuoyu önünde açıkça ayrılıkçı niyetlerinin, bağımsızlık, federasyon, konfederasyon, otonomi, özerklik gibi hiçbir taleplerinin olmadığını, aksine ittifak ve işbirliği çağrıları yapıyor iken, liderini misafir olarak barındırıp merkez komitesine kadar adamlarınızı yollayabiliyor iken, bütün Kürt halkını rahatsız eden, derinden travmaların oluşmasına sebebiyet veren, sürekli bir stres ve huzursuzluk ortamı oluşturan bu savaşı niye sürdürüyorsunuz, buna ne hakkınız var?
Maalesef! Vakıa göründüğü gibi değildir. Bu danışıklı bir dövüştür. İplerin hepsi bir elde toplanmaktadır. Ve bu el bu savaşın sürmesini istemektedir. Bu iddianın hem delillerine hem de bu vakıanın sebeplerine bakalım.
“Tarih tekerrürden ibarettir” diyorlar. Vakıanın daha iyi görülüp anlaşılabilmesi için bir kıyas yapalım. Batılı devletler tarafından Osmanlı toprakları işgal edildiğinde Müslüman halk, Kürd, Türk demeden her kes kurtuluş savaşı için seferber oldu. Benliklerdeki İslam aşkı ile çetin bir savaş veriliyordu. Batılı devletler anladılar ki hedeflerine varmadan mağlup olacaklar. İslam ümmetinin birliğini sağlayacak (saltanat bile olsa, İslam ahkamı hakkıyla tatbik edilmiyor olsa bile) bir Osmanlı devleti yerine “ulus devlet ilkesine dayalı, laik ve milliyetçi bir düzen onların çıkarlarına daha uygun olacaktı. Bu nedenle Atatürk’ü milli mücadelenin başına getirerek kurtuluş savaşı ile kurulacak yeni devletin onun hakimiyeti ve zihniyeti çerçevesinde şekillenmesine yardımcı oldular. Sade Müslüman halk ise aşkla verdiği kurtuluş mücadelesinin neticesinde kurulan yeni devlet düzeninin Kemalist rejim zihniyeti olup İslam düşmanlığını yaptığını anlayıncaya kadar iş işten geçmişti. Devamında ise, İslam ve Müslümanların başına getirilenler zaten malumdur.
Şimdi işin gerçeğine bakalım; Kürdler bir halk mıdır? – Evet. O zaman yüce Allah (cc)’ın her halka ve her kavme tanıdığı bütün haklara sahiptirler. Oysa Kürdlerin bu hakları tanınmamış ve gasp edilmiştir. Bir gün Kürdlerin bu haklarını isteyecekleri ve bunun mücadelesini vereceklerini de şuur ve idrak sahibi olan her kes az çok anlar. Hal böyle olunca Kemalist rejim, Kürdlerin tabii ve meşru haklarını provoke ederek gayri meşru bir vecheye büründürmek için elinden gelenleri yapacaktır. Öncelikle bu meşru haklar İslami yöntemlerle ve İslam’a dayalı olarak istenmemeliydi çünkü bunun önünü almak çok daha zor olacağı gibi buna verilecek destek de çok farklı olacaktı. Onun için komünizmin özellikle Kürd bölgelerinde gelişmesine göz yumup yardımcı oldular. Kürdlerin komünizme kayması demek, ittifaklarının bozulması ve hatta birbirleriyle çatışması demek olacağından bu rejimin işine geliyordu. Bundan sonraki adım ise; Kürdlerin haklarını isteyeceklerin ve onları temsil edeceklerin Kürdlerin iç dinamikleriyle değil, kendilerinin belirlemesi ve tayin etmesi olacaktı. Gerçekten de özellikle sol düşünceye sahip örgüt ve oluşumların öne çıkmasına müsamaha gösterdiler. Hiçbir zaman Kürdlerin normal yollardan kendi meşru haklarını istemeye müsamaha göstermedikleri gibi uyguladıkları politikalarla öne çıkan örgütlerle terörize ederek bu meşru hakları terör örtüsüyle örtüp çözümsüzlüğe mahkum ettiler. Böylece Kürdler her geçen gün daha çok terörist olacak, haksız duruma düşürülecek, medeniyetten ve ileriye gitmekten alıkonulacak, kalkınmışlıktan mahrum bırakılarak hayattan bezdirilecek bir hale getirilecekler. Ondan sonra güya Kürdlerin temsilcisi konumuna getirilenler ile rejim, birlikte bu işi organize edecek, Kürdlerin meşru haklarından feragat etmesi sağlanacak ve rejimin istediği kıvama gelinceye kadar sürümcemeye bırakacaklardır.
Bunun için belirlenen bu hedef ve stratejilere aykırı olarak hareket edenler ve ortaya çıkan istenmeyen gelişmelere müsaade edilmemektedir. Bakınız, çözüm için ortamın sakinleştiği zamanlarda ve çözümlemek isteyenlerin başına gelenler, bu iddiamızı ispatlamaktadır. Bunun birkaç örneğini vermekle yetineyim;
Bu meselenin çözümü için Turgut Özal’ın ılımlı düşüncelerini her kes biliyor. Onun ve onun bu görüşlerine destek olabilecek dönemin Jandarma genel komutanı Eşref Bitlis’in başına gelenler malumdur. Ayrıca ortamın sakinleştiği her dönemde her iki tarafın yaptığı provokatif eylemler herkesin gözleri önündedir. Dağıtıma giden asker konvoyuna düzenlenen saldırı, Güçlükonak yolunda rejim güçlerince yapıldığı tespit edilen korucuların öldürülmesi, son genel seçimlerin hemen ardından herkes bir beklenti içerisinde iken PKK’nın yaptığı dağlıca baskını ve daha nice örnekler verebiliriz ki en son olanı, yapılan sınır ötesi hava ve kara operasyonlarıdır.
Mevcut terör ve çözümsüzlük halinin devam ettirilmesindeki maksat; Kürdlerin tedricen meşru haklarından feragat etmesini sağlamaya yöneliktir. Nitekim Kürtçü söylemlerle sahneye çıkan devlet destekli bazı parti ve oluşumların Kürd kamuoyunu buna hazırlamaya çalıştıklarını biliyoruz. PKK ile yapılan danışıklı dövüş neticesinde de Kürd halkının içine girdiği beklentilerin tümü törpülenmeye çalışılmaktadır.
Rejimin bu savaşı sürdürmesinin bir başka gayesi daha vardır ki; o da bu güne kadar kimse tarafından fazla dile getirilmemiştir. Kürdlerle hiç barışmayan Kemalist rejimin yıldızı Türk halkı ile de barışık değildir. Türk halkı, TC’nin kuruluşuyla beraber dayatılan rejime razı olmadığı gibi bu rejimin elinden de çok çekmiştir. Eğer bu halk rejime tepkisini çok farklı bir şekilde ortaya koymamışsa bunun sebebi; rejimin despotik ve acımasız tavrının yanında halkın uzun geçmişe dayalı Osmanlı’dan gelme devlet geleneğine bağlılığın verdiği tesir iledir. Rejim, bu savaş ile halkları etnik temelde birbirinden uzaklaştırmak, birbirine düşman etmek, böylece kendisine yar olmayacağını bildiği Kürdler sayesinde Türk halkını kendisi ile bütünleştirmek amacındadır.
Maalesef, bu gün gelinen noktada her iki tarafın tutum ve pratikleri ile açıkça anlaşılabileceği gibi bu savaş, ittifakla sürdürülmektedir. Ortamın müsaitleştiği her dönemde iki tarafın da gerginliği tırmandırdığını ve bütün girişimleri bloke ettiklerini görmekteyiz. Bunları söylerken PKK’nın illaki açıkça rejim güçlerince imal edilip patentli olarak bu politikayı icra etmesi gerekmez. Ne yazık ki ilk günkü çıkışıyla ilan ettiği hedefleri ve pratiği ile bu gün geldiği nokta itibariyle karşılaştırdığımızda bu politikaya gönüllü bir şekilde hizmet ettiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Abdullah Öcalan da “bu savaşı bitireni bitirirler” dememiş miydi?
Selam ve dua ile…
M. Zeki GÜNEY
|