Batı rüzgârıyla savrulan şehrin kalbi ölmüştü
Ölü bir şehrin kanatları altında
Yaşamanın dayanılmaz yanlarına isyan etti
Uzaklaştı, ejderhadan kaçar gibi
Kerpiçten evlerin arasında bir ev edindi
Bu köy, merhem olmuştu ruhunda açılan yaralara
Şifayla örülmüş dağ,
Hayatın pırıl pırıl ışıldadığı bir çiçekti gözlerinde
Saçlarına Batı rüzgârı deymemiş bir hanımla evlendi
İki küçük yavruyla süslendi ocak!
Yeni bir yuva kurmuştu!
Hayata yeni bir anlam yüklemişti!
Şehirleri yutan Batı tufanı yayılırken yeryüzüne
Yaşam bir başkaydı, bakir coğrafyada!
Oysa kara tufan yayıldıkça
Yüreğinde dizginlenmez fırtınalar kopuyordu.
Bir gece ansızın feveran etti yeryüzü
Yıkılmıştı kerpiçten evler
Dize gelmişti köylüler
Artık bu köyde yaşanmaz deyip
Kamyon sırtında şehre yöneldiler.
Miadını dolduran köy
Tarihin koynuna terk edildi.
Şehrin korkuları sardı çaresiz babayı
Harabeler arasında ocağını tüttürmek,
Geçmişten geleni korumak istiyordu.
Direnmeye başladı anneyle çocuklar
Şehrin büyüsü ağır basmıştı yüreklerinde
Ruhlarını cezbeden rengârenk rüyalar
Hayallerini okşuyordu akşam serinliğinde
Baba direndi!
Köyün ruhundan kopmak istemedi!
Şehrin büyüsüne isyan,
Köyün sevdasına dönüşmüştü içinde
Anneyle çocuklar kararlıydı
Bu gemi şehrin limanına çekilmeli,
Bu köy tarihe karışmalıydı!
Oysa baba yanaşmıyordu
Tek başına da olsa
Değişmeden yaşamak istiyordu.
Olmadık tepkilerle karşılaştı.
Bir başına kalmanın ölümcül masalları anlatıldı
Sessizliğe gömüldü çaresiz baba
Nefret duygularıyla adını andığı şehir
Kara bir hançer gibi yüreğine oturdu.
72 model Thomas kamyonla
Düştüler yollara
Şehrin parıldayan ışıkları
Okşuyordu bakışları
Oysa babanın gözlerinde
Kocaman bir kabristandı şehir
O hep çekindi şehre varmaktan
Yaklaştıkça kükredi kalbi
Ejderhaya dönmüştü şehir
Tepkileri artınca babanın
Kenar mahallede konakladılar
Köyden izler taşıyan evleri vardı
Umuda dönüşen çehresi,
Derin bir nefes aldırdı babaya
Kenar mahalle köy gibi giyinse de
Dereyi çoktan geçmişti anlaşılan
Şehrin çılgınlıkları akarsu gibi
Sokakları ıslatmıştı!
Şehre özenen gencecik çocuklar
Bir şarkıdan bir kelime kapınca
Paris’in, Roma’nın sıtmasına tutulup
Sokaklarda sabahlamaya başlamışlardı.
Baba yalnızdı
Yüzüne şehrin rüzgârları çarptıkça,
Ruhundan parçalar kopuyordu.
Azgın canavarın avuçlarında
Ölüm terleri döküyordu
Nefes boruları tıkanmıştı şehrin
Ezanları Batı müziğine karışmıştı
Saçlarını rüzgâra kaptıran gencecik kızlar
Modayla adımlıyordu kaldırımları
Müziğin ritmi uyuşturucunun nefesine karışmış
Rakse düşmüştü ukala hayatlar
Şehre açıldıkça titriyordu yüreği
Oysa bu kâbusun büyüsü
Mest etmişti anneyle çocukları
Yalancı cennetin ışıltısı
Yüreklerinde bahar çiçekleri açmıştı
Bir ah çekti en derinlerden
“Bu gemi batmamalı!
Ateşin içinde de olsa,
İbrahim’in gülistanına dönmeliydi hayat!
İrade gerek!” diye düşündü
Başladı anlatmaya şehrin ölümcül ruhunu
Babanın sözlerini eskilerin masalları zannettiler
Şehrin ışıldayan gözleri daha fazla cezp etti.
Kimse kulak asmadı
Sarhoş iklimlerde sabahlayanların
Dinleyecek mecalleri yoktu.
Geçiştirmeye karar verdiler
Birlikte yaşamının zorluğuna katlanıp
“Eski düşünce hastalığına tutulmuş bir yaşlıya
tahammül gerek” diye düşündüler…
Okul sıralarıyla tanıştı çocuklar
Şehre daldıkça şehirleştiler.
Ahbap oldular çocuklarıyla şehrin
Akşamları Google’den Paris’in caddelerini adımlayan
Modanın sırrına eren genç kızarıyla,
Elves Presli’nin mukallidi sosyeteyle,
Gecelediler meyhanelerde
Pes etmemişti baba!
Kimse dinlemese de,
Vazgeçmedi kavgadan
Kur’anla başlardı güne her sabah
Yürekleri hoplatan kutsal kelimeleri
Tespih tespih sıralardı
Anlatırdı gün boyu;
Hayatın ne yöne kaydığını
Ölümün kollarının insanı nasıl sarmaladığını
Ötelerden gelen haberleri!
Dirilişin kader olduğunu!
Kalpleri sarhoş çocuklar
Duymazdan geldiler babayı
Usanma bilmez sevdayla
Anlattı, hayatın kaç bucak olduğunu.
Bıktılar babanın sözlerinden
Karşı koymaya karar verdiler
“Bir daha eskilerin masallarını duymak istemiyoruz” dediler!
Çileden çıkmıştı baba.
“Yüreğinizde şeytan yuva yapmış!
Tövbe edin!
Küfre girdiniz!
Vazgeçin inkârcı hayattan!
Allah’a dönün!”
Diye haykırmaya başladı.
Anneyle bir olmuştu çocuklar
Son bir fırsat verdiler babaya
Ya susacak,
Ya evi terk edecekti.
Secdeye kapandı baba!
Tevekkül etti!
Sabr-ı Eyüp diledi Mevla’dan!
İnkârcılardan darbeler yiyen
Hayatları acıyla dolu elçileri hatırladı
Son bir kez daha açıldı şehre
Gün görmüş hacıları, hocaları dolaştı
Büyük tehlikeyi anlattı
Şehre isyandan dem vurdu
Kimse aldırmadı babaya
“Haklısın! Elimizden bir şey gelmez” dediler
Ne dinden ne dünyadan el çektiler
Hayata bağlanmıştı en hassas yerlerinden
Son kez evin yolunu tuttu
Eşine seslendi,
Büyüye kapılan, sahte zevklerin esiri eşine!
Bataklığın ölümcül tehlikelerini,
Şehrin cehenneme döndüğünü anlattı bir bir
Tepkiliydi anne!
Eskileri terk etmesini
Herkes gibi hayata yapışmasını
Çocuklarıyla dünyaya açılmasını istedi
Öfkesi kabaran baba “Hayır” diye haykırdı
Israrlıydı anne;
“Gençtirler, bırak yaşasınlar!
Sen ibadetinle uğraş!
Kimseye karışma!” dedi.
Öfkenin şiddetiyle sarsıldı bedeni
“Burada yaşamak haramdır artık” dedi
Doğruldu yerinden.
Hüccet tamamlanmıştı
Bohçasını sırtlayıp
Hiç kimseye bir şey söylemeden
Hiç kimseye bakmadan
Sokağa çıktı
Yöneldi şehrin dış kapısına
Öfkesi kazan gibi kaynarken
Allah’tan canını almasını istedi bir an!
Oysa takdir Allah’ındı!
Yaşayacak günleri vardı!
Uzaklara, en uzaklara gitmeye karar verdi
Şehrin izlerini taşımayan uzaklara!
Dağ taş demeden yürüdü.
Geceleri bir kenarda seccadesinde sabahladı
Issız, kimsesiz bir vadide
Günlerin yorgunluğunu atmak için dinlendi.
Tabiat ilk günkü kadar güzeldi
Şehrin kepaze rüzgârları deymemişti çehresine
Küçücük bir mağaraya yerleşti.
Yaşamaya karar verdi,
Bozulmadan, değişmeden, şehirleşmeden
Şehir çılgınlıkları yaşarken
Öfkeli baba taşların koynunda
Kulluğun yaşanılır mevsimine asılarak
Hayatın haritasını çizmeye başladı
Hiç yaşamamışçasına
Evlatları olmamışçasına
“Bismillah” diyerek adımlamaya karar verdi yeni günleri!
Abdullah ŞAFAK